KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Türkiye’nin Sıcak Gündemi ve Türk-Amerikan İlişkileri

Türkiye’nin Sıcak Gündemi ve Türk-Amerikan İlişkileri

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 11 dk okuma süresi
341 0

24 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye’nin gündemi ekonomi, dış politika, güvenlik ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine” geçiş konuları çerçevesinde şekillenmektedir. Seçim öncesinin en önemli gündem maddeleri olan Suriye ve Irak konuları ise şimdilik ikinci planda kalmış görünmektedir. Seçim öncesi ve esnasında devam eden “Kandil Operasyonu” hangi aşamadadır ve ne sonuçlar elde edilmiştir bu konuda bir bilgi sahibi değiliz. Her hafta cumartesi günleri Genelkurmay Başkanlığı internet sayfasında yayımlanan haftalık bilgilendirme notunda bu konuya ilişkin tek bir satır yer almamaktadır.
Suriye ve Irak’taki durum ise seçim öncesine göre daha da hassaslaşmıştır. Bu noktada ABD-RF ikilisinin özellikle Suriye’de bazı konularda işbirliğine gittiğini de görmekteyiz. Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov’un ABD’li mevkidaşı Joseph Dunford’a iki ülke arasındaki gizli hat üzerinden mektup göndererek Suriye’de işbirliği önerilerini ilettiği bilinmektedir. Hâlihazırda Fırat’ın doğusunda ABD’nin kontrol ettiği ve PKK/PYD/YPG terör örgütünü desteklediği “de facto” bir alan oluşmuştur. Fırat’ın batısında ise RF’nin kontrol ettiği ve Şam Yönetimi ile İran’ın etkili olduğu “de facto” bir alan şekillenmiştir. Afrin ile Azez-Cerablus-El Bab hattı ise Türkiye’nin kontrolünde bulunmaktadır. Kısacası Suriye “de facto” olarak üç bölgeye ayrılmış ve sonuçları Türkiye açısından olumlu olmasa da jeopolitik dengeler sağlanmıştır. Gelinen noktada iki aktörün (ABD-RF) bölgede oluşan “de facto” durumu yapılacak işbirliği ve anlaşmalarla “de jure” duruma taşımaya başladıkları görülmektedir.
Geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, “operasyonlar ve görevleri” bittikten sonra Türk askerinin Azez ve Cerablus arasındaki alandan geri çekilmesi taleplerini Türkiye’ye ilettiklerini belirterek, gereken koşullara ulaşıldığında “Türk askerlerinin çekilmesi gerektiği konusunda ısrarcı olacaklarını” söyledi. Aleksandr Lavrentyev’in bu açıklaması ile birlikte ABD-RF arasında Suriye konusunda oluşan yeni durum üzerinden anlaşma ve işbirliği çalışmalarının başlaması bir tesadüf olarak değerlendirilemez.
Bu gelişmeler ve özellikle de Suriye konusu seçim sonrası Türkiye’de oluşan yeni gündemle perdelenmiş görünmektedir. Rahip Brunson tartışmaları, Türkiye-ABD ilişkilerinin daha da kötüleşmesi, Türkiye’nin RF’ye, BRICS’e ve Şangay İşbirliği Örgütüne yaklaşması ve bununla ilgili tartışmalar, ülke içerisinde baş gösteren ekonomik ve finansal krizin yapısal bir krize dönüşme emareleri dikkatleri Suriye odaklı gelişmelerden uzaklaştırmıştır. CHP ve İYİ Parti içerisindeki kurultay tartışmaları da muhalefetin gündemini kongre tartışmalarına yöneltmiştir. Hiç şüphesiz Türk kamuoyunun meşgul olduğu mesele ise gittikçe ağırlaşan ekonomik koşullardır. Seçim sonrası doğalgaz, elektrik, gıda, ulaşım vb. temel alanlarda yaşanan fiyat artışları vatandaşı doğrudan etkiler bir durum oluşturmuştur. Enflasyon rakamlarının gittikçe yükselmesi, Merkez Bankasının yıllık enflasyon tahmininde %5 yukarı yönlü düzeltme yapması, cari açığın giderek artması, bütçe açığının ve bütçe dengesinin sağlanamamış olması önemli konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür ekonomik ve finansal meseleler de Türk kamuoyunun dikkatini Suriye ve güvenlik odaklı konulardan uzaklaştırmış görünmektedir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş ve 100 günlük program çalışmaları da hükümetin dikkatini iç meselelere yönelttiğini göstermektedir.
Bununla birlikte Türk hükümetinin gündemini meşgul eden önemli konulardan biri Türk-Amerikan ilişkilerinin geldiği hassas noktadır. Rahip Brunson olayı ve bu çerçevede gelişen karşılıklı yaptırım uygulama konuları ise buzdağının görünen kısmını oluşturmaktadır. İki ülke arasında çözülmesi gereken önemli ve ciddi konular bulunmaktadır. Her iki taraf da karşı taraf üzerinde kullanabileceği enstrümanlara sahiptir. Türkiye İncirlik Üssüni kapatma ve Kürecik radarını körletme gibi yaptırımları uygulayabilir. Fakat şimdilik böyle bir uygulamanın ve yaptırımın gündemde olmadığı görülmektedir. Çavuşoğlu’nun çabaları ve Cumhurbaşkanının açıklamaları sorunların diyalog ve diplomasi yolu ile çözüleceğini göstermektedir. Türkiye açısından; Zarrab davası, eski Halkbank Genel Müdür yardımcısı Hakan Atilla’nın durumu, Halkbank’a en düşük ceza kesilmesi, yeni soruşturmalar açılmaması, FETÖ’nün iadesi ve ABD’de tutuklu bulunan iki MİT görevlisinin salınması konuları önemini korumaktadır. Şüphesiz bu konular iki ülke adalet bakanlıkları arasında oluşturulan heyetler tarafından görüşülmüş ve görüşülmeye de devam etmektedir.
Geçtiğimiz hafta Singapurda Çavuşoğlu ile yaptığı 40 dakikalık görüşmeden sonra Pompeo, “Brunson’un eve dönmesi gerek, tıpkı Türkiye tarafından tutulan diğer Amerikan vatandaşları gibi” açıklamasını yaptı. Bu açıklama ile beraber Brunson dışında “diğer ABD vatandaşlarının” NASA çalışanı Serkan Gölge ile konsolosluk çalışanı Metin Topuz olduğunu öğrendik. Türk asıllı NASA uzmanı Serkan Gölge Hatay’da FETÖ davasında; “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Diğer isim, İstanbul ABD başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz, FETÖ üyeleriyle irtibatlı olmak iddiasıyla geçen yıl tutuklanmıştı. Ayrıca, ABD konsolosluğunda tercüman olan Hamza Ulucay da terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla yargılanıyor. FETÖ üyeleriyle irtibatlı olduğu iddiasıyla Nazmi Mete Cantürk ise ev hapsinde tutuluyor. ABD bu şahısların da serbest bırakılmasını talep ediyor.
ADB yönetimi bu konularda Türkiye üzerinde baskı kurarken Kongre de hem F-35 projesi hem de Türkiye’nin uluslararası kredi kuruluşlarından kredi temin etmesinin engellenmesi konularında çalışmalar yapıyor. Bu iki konuda yaptırımların bugünden yarına uygulanması mümkün görünmüyor. Bu bir süreç kısacası ABD neler yapabileceği konusunda sinyaller veriyor. Bu yaptırımların uygulanabilmesi için hem Savunma hem de Dışişleri Bakanlarının olumlu/olumsuz raporlarının Kongre’ye ulaşması ve daha sonra Başkanın onayı gerekiyor. Bu bir süreç fakat Kongre bu süreci başlatmış durumda.
Türkiye’nin uluslararası kredi kuruluşlarından kredi teminin önünün kesilmesi çalışmalarının başlaması bile uluslararası piyasalarda ve iç piyasalarda olumsuz etki yaratmış görünüyor. Dolar, Euro ve altında yaşanan ve gelecekte beklenen fiyat artışları bu kararların bir sonucu olarak belirmiştir. Türkiye’nin bu yılsonuna kadar 200 milyar doların üzerinde paraya ihtiyacı var. Bu para ancak uluslararası kredi kuruluşları üzerinden temin edilebilir. Fakat ABD’nin bu hamlesi ile Türkiye en hassas tarafından yakalanmış bulunuyor. Alman Die Welt gazetesi geçen hafta; “Türkiye’nin uluslararası mali kuruluşlardan borç almasının engellenmesi için ABD senatosuna bir yaptırım kararı sunuldu…” konulu bir haber yaptı. Haberde yer alan analizde; geçen yıl Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’ndan 1.8 milyar dolar kredi kullanan Türkiye’nin en çok borç alan ülke olduğunu, yabancı sermayenin Türkiye’den kaçtığını, ABD’nin yeni sermaye girişini engelleyerek Türkiye’yi ciddi bir ekonomik krize sokacağı belirtiliyor.
ABD Türkiye’nin RF’den S-400 hava savunma sistemleri almasına ve nükleer enerji projelerini gerçekleştirmesine de karşı çıkıyor. ABD’ye göre NATO üyesi bir ülke olan Türkiye’nin RF ile bu şekilde stratejik konularda işbirliğine gitmesi olumlu karşılanmıyor. ABD ve AB tarafından RF Doğu Avrupa ve Ukrayna’da en önemli tehdit olarak değerlendiriliyor. Fakat ne ABD ne de AB neden Türkiye’nin RF ile bu işbirliğine gittiğini kendilerine sormuyorlar ya da sormak istemiyorlar. Türkiye’nin özellikle PKK/PYD/YPG terör örgütü konusunda müttefiklerinden yeterli desteği görmemesi ve diğer ulusal çıkarlarının da müttefikleri tarafından önemsenmemesi nedeniyle böyle bir savrulma yaşadığı görmezden geliniyor.
Kısacası Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Türkiye’de son yıllarda yaşanan hadiseler Türkiye’yi iyiden iyiye Batı (ABD-AB) ekseninden koparmış görünüyor. Türkiye buna mukabil RF, Çin, İran, BRICS, Şangay İşbirliği Örgütüne yaklaşıyor. Fakat bu yakınlaşmanın bir zorunluluk sonucunda doğması Türkiye’nin avantajlı konumunu sarsıyor ve özgül ağırlığını azaltıyor. Türkiye iki taraf arasında bir seçim yapmak gibi son derece tehlikeli bir durum ile karşı karşıya kalıyor. Maharet her iki taraf ile de milli çıkarlar doğrultusunda ilişkileri devam ettirebilmekte. Türk diplomasisi bunu sadece Cumhuriyet döneminde değil daha önceki dönemlerde de başarmıştır. Türk tarihi bunun örnekleri ile doludur. Örnek alınmasını tavsiye ederiz.
Hasan oktay

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir