Geçen hafta Pekin’e yaptığı kısa ve hızlı gezisinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çinli mevkidaşı Şi Jinping ile bir stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. Bu gelişme, 2002’de dönemin ABD Başkanı George W. Bush ile imzaladığı başka bir stratejik ortaklık anlaşmasının 20. yıldönümüne denk geldi.
Pekin Antlaşması, Rusya’nın G7 Grubu’na (daha sonra G8 Grubu’ olarak adlandırıldı) katılımından bu yana, ABD ile daha yakın ilişkiler kurmaya odaklanan Rus dış politikasının gidişatının tersine dönüşünü mü temsil ediyor?
Putin’in son zamanlardaki davranışları, özellikle de ABD’yi Rusya’nın küresel emellerinin önünde bir engel olarak gösterme çabaları, böyle bir gelişmeye işaret ediyor olabilir. Daha önemlisi, Putin’in dış politikası olarak kabul edilebilecek bu tür gelişmeler, Çin’in Asya-Pasifik bölgesinin büyük bir bölümünde ABD’ye karşı güç gösterisinde bulunduğu bir zamana denk geliyor. Son olarak Putin, Şi Jinping’in Tayvan’a yönelik tehditlerini Ukrayna’da yaptıklarının bir yansıması olarak görüyor.
Belki daha da önemlisi, Putin’in Pekin gezisi, Rusya’nın Çin’e karşı tutumunda temel bir değişimi mi temsil ediyor? Bu, Thomas Fitchie ve Jean-Marie Holzinger’in 2013’te yayınladıkları kitaplarında Rusya’nın Avrupa ile Çin arasında köprübaşı, İran’ın da Ortadoğu’da bir Truva atını temsil ettiği Çin liderliğindeki “Yeni Moğol İmparatorluğu” diye adlandırdıkları şeyi mi gösteriyor?
Rusya’nın dünya tasavvurunda, Çin’in düşman kategorisinden dost kategorisine geçişi kolay olmayacak. Kültür ve edebiyata yansıdığı üzere Rus algısına göre, genellikle Moğollar, Tatarlar ve Japonlar dahil olmak üzere tüm Asya halklarının temsilcisi olarak kabul edilen Çin, çoğu zaman düşman ya da Avrupa’daki Almanlar, Polonyalılar, İsveçliler ve Litvanyalılar gibi görülüyor.
Bu sarı tehdit korkusunun Rus müziği, edebiyatı ve sinemasında da izdüşümleri var. Buna şu örnekler verilebilir: Rus yazar Boris Plinyak’ın “Çin Günlüğü”, Rus romancı Ivan Gonçarov’un Pallada Fırkateyni, Andrey Rogozina’nın “Çin’de Bir Rus Kadın” romanı. Rus besteci Çaykovski’nin “Kuğu Gölü” balesi ile (Groznili) Rus yönetmen Sergey Ayzenştayn’ın “Korkunç İvan” filminden bahsetmiyoruz bile.
Yüzölçümü olarak dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya’nın, Kuzey Kutbu’ndan Hazar Denizi Havzası’na, Pasifik Okyanusu’ndan Karadeniz’e kadar karada ve denizde birçok komşusu bulunuyor. Tarihi boyunca bu ülkelerden biri hariç hepsiyle savaştı: Alaska üzerinden komşusu ABD. Bu yüzden; Ruslar ABD’yi keşfettiklerinden veya hayal ettiklerinden beri, Rus edebiyatı ve kültüründe ABD genellikle olumlu bir imaja sahip oldu. Bolşevizm’in anti-emperyalizm bayrağının taşıyıcısı olarak ortaya çıkması bile bu algıda köklü değişikliklere yol açmadı.
Lenin’in yeni ekonomi politikasını başlattıktan sonra Politbüro’daki hataları, onun anladığı veya yanlış anladığı şekliyle yönetim ve üretimde Amerikan yöntemlerinden etkilendiğini açıkça gösteriyor. Lenin ile Kamenev ve Zinovyev dahil olmak üzere erken dönem Bolşevik lider kadrosu, siyasi özgürlüklerin yokluğunda Amerikan çalışma gücü ruhundan ilham alarak ekonomik refah üretebilecek sosyalist bir toplum hayal ettiler. Bu, Deng Şiaoping döneminden beri Çin siyasetine de egemen olan bir yanılsama.
ABD İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nin müttefikiydi. Nazilere karşı savaşta Kızıl Ordu’yu yiyecek ve silahla desteklemişti. Bu etkileşimler ABD’nin benzersiz üretim ve lojistik hüneri konusunda Rusları büyük ölçüde etkiledi.
Amerikan tarım makineleri binlerce kolhoza (Sovyet kolektif çalışma çiftlikleri) ulaşarak, gıda üretiminin artmasına yardımcı oldu ve 1930’ların kıtlıklarının tekrarlanmasının önüne geçti. Amerikan traktörleri, harman ve orak makineleri Sovyet toplumunda ikonik hale geldi. Ancak Rus yönetmen Podovin, Yoldaş Stalin sayesinde Rus köylülerini mutlu ettiği varsayılan Amerikan yapımı tarım makinelerine karşı çekiç ve orak sloganını korumak için propaganda filmlerinden birinin birkaç sahnesini yeniden çekmek zorunda kalmıştı.
ABD’nin sempatik imajı ideolojik engelleri aşıyordu. Rus komünist romancı ve tarihçi Ilya Ehrenburg, anti-komünist yazar Ivan Bunin de ABD’ye hayrandı. Aynı zamanda kendisini eski bir Rus’tan Amerikalı yazara dönüştüren Vladimir Nabokov ile “Rus Şair Yakışıklı Zencileri Tercih Ediyor” kitabının yazarı Edward Limonov da eserlerinde bu kasvetli hayranlık ve hayali bir ABD ile yüzleşmede acı veren kıskançlık karışımını yansıttılar.
Soğuk Savaş, Rusya’nın ABD’ye karşı yürüttüğü tek savaştı. Ancak o zaman bile, ABD hiçbir zaman düşman veya saldırgan olarak sınıflandırılmamıştı ki bu, farklı zamanlarda ve bağlamlarda Almanlar, İsveçliler, Polonyalılar, Litvanyalılar, Fransızlar ve Çinliler için kullanılan bir adlandırmaydı. Soğuk Savaş sırasındaki Sovyet propagandası ABD’yi rakip olarak nitelendirmişti. Carl Schmitt’in sınıflandırmasına göre, bir rakip dost olmasa bile bir partnere dönüşebilir, ama düşman yenilmeli hatta ortadan kaldırılmalıdır.
Putin’in, ABD’yi bir rakip veya hasımdan hayalindeki Rusya’nın büyük düşmanına dönüştürmeye çalışırken karşılaştığı zorlukların farkında olmaması pek olası değil. Putin bunun için yakından bir inceleme karşısında asla direnemeyecek birçok düzmece iddiayı kullanıyor.
Putin bir gün Moskova’da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a Rusya’nın “Avrupa güvenliği konusunda endişeli” olduğunu söyledi. Oysa Ukrayna’yı işgal etmek için 120 bin askerden oluşan bir savaş makinesini harekete geçiren Rusya’nın kendisi. Macron’a ayrıca Avrupa’nın güvenliğini sağlamak için bir çerçeveye ihtiyacı olduğunu da söyledi. Gelgelelim böyle bir çerçeve mevcut, o da Rusya’nın kurucu üyesi olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı. Helsinki Anlaşmalarından bahsetmiyoruz bile.
Putin’in NATO’nun Rusya için potansiyel bir tehdit oluşturduğuna dair diğer iddiasına gelince, bunu temel almak da çok zor. Zira Putin Gürcistan ve Ukrayna’nın topraklarının bir bölümünü işgal edip ele geçirdiğinde veya Akdeniz’de bir deniz hava üssü elde etmek için Suriye’ye askeri müdahalede bulunduğunda NATO hiçbir şey yapmadı. Üç nokta daha var; birincisi, Rusya’nın NATO ile halihazırda bir ortaklık anlaşması bulunuyor ve etkili bir şekilde kullanılırsa bu anlaşma tüm ihtilafları istişare ve uzlaşma yoluyla çözebilir. İkincisi, NATO üyesi ülkeler Rus ekonomisine yapılan tüm doğrudan yabancı yatırımların yaklaşık yüzde 70’ini gerçekleştiriyor. Rusya enerji ihracat pazarının yüzde 80’ini teşkil ediyor. Geçen yıl Rusya, ABD’nin en büyük ham petrol ihracatçısıydı. Üçüncüsü Rusya döviz rezervlerinin büyük bir kısmını NATO ülkelerindeki banka ve finans kuruluşlarına yatırmış bulunuyor.
O halde, Putin, askeri ve ekonomik kapasiteye, kendi ülkesinde halk desteğine sahip olmadığını ve bu destek olmadan da hiçbir büyük çatışmanın zafere ulaşamayacağını ( tabii bugünlerde bu herhangi bir anlam taşıyorsa) bildiği halde, neden savaş davulları çalıyor?
Putin, NATO’nun Rus Truva atları ve siber saldırılar yoluyla Rusya seçimlerini sabote etme girişimleri konusunda endişeliymiş gibi davranıyor. Ancak şimdilik, NATO ülkelerindeki mallarının faturasının reklamını yapmak için eski bir Alman şansölyesi, eski bir Fransız ve bir Avusturya başbakanı dahil olmak üzere 1.500’den fazla lobiciden oluşan bir orduyu görevlendirecek.
Putin ilgi istiyor, ya da belki ülkesinde yıldızının artık eskisi kadar yüksek ve parlak olmadığını hissettiği için dikkatleri başka yöne çekmek istiyor olabilir. Sebebi ne olursa olsun, en akıllıca hareket tarzı onun çaldığı telden çalmamak ve alevlendirdiği krizi körüklemeye katılmamaktır. Bu yüzden; Macron’un Moskova’ya yaptığı sansasyonel ziyaret yanlış bir hamleydi.
Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar