KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Altan Çetin: Türkistanlılık yahut Türkistan’dan Türkiye’ye çağlar içinden kendi özümüz

Altan Çetin: Türkistanlılık yahut Türkistan’dan Türkiye’ye çağlar içinden kendi özümüz

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
153 0

Türkistanlılık bir mefkûre, şahsiyet ve mesuliyet kavramıdır. Kavram tarihi mitolojik- popüler-politik bir çerçeveyi ifade etmez. Mefkûresi medeniyetçi milliyetçilik olarak kavramlaşan hareket, kendi yolunda medeniyet mesuliyeti taşıyan bir mefhumu karşılar. Bu yoldaki şahsiyet, şüphesiz esasını tarihten ve onun içindeki kendözümüzden alır. Bir nezaket, incelik ve hassasiyet tarihini taşır. Burada bir teklif olarak üzerinde hala tartışılırken tarihimizi kendözümüzü daha vazıh ortaya koyacağını düşündüğümüz bir tasnif ve isimlendirmeyi teklif etmek isteriz: Türkistanlıların tarihi esasen Türkistan Çağı ve Türkiye Çağı olmak üzere iki ana döneme ayrılabilir. Türkistan Çağı tarihin mitolojik zamanlarından Selçuklulara kadar (11-12. Asırlar) Türkistan; Afganistan, Hindistan, İran’a ve bunların kuzey ve güneyindeki hatta kadar ola coğrafyada cereyan eden devreyi içine alır. Türkiye Çağı ise (12. Asırdan 21. Asra) Yakın Şark’ta Selçuklular sonrası cereyan eden Doğu Akdeniz havzasını Türkiye eyleyen dönemdir ki son büyük devletimiz Türkiye Cumhuriyeti bu coğrafyadadır. Karadeniz’in Kuzeyi, Doğu Akdeniz, Afrika ve Avrupa’nın doğusundaki tüm tarihi serencam bu devre dairdir. Bu tarih ile Türklerin medeniyeti içerisinde toplum-devlet-şehir üzerinden medeniyetçi bir tarih okuması ile şahsiyetin esasları ortaya çıkar.

Kendözümüzün tarihini bilmek, bunu bir bilgelik ve medeniyet kaynağı haline getirmek; gelecek adına toplum-devlet-şehir merkezinde bir medeniyet mefkûresini gerçekleştirmek mesuliyetin esaslarındandır. Şüphesiz bu çerçeve her şeyi kapsar ve açıklar değildir. Lakin bugün tüm bağımsız Türk devletlerinin Tarih Kurumları ve Milli Eğitim bakanlıkları bu çerçevede bir bütünlük içerisinde kendözümüze bakmayı devlet siyaseti edinirlerse şüphesiz Türkistanlılık gerçekleşme yolunda zihniyet ve bilinç ekseninde ciddi bir mecraya girmiş olur. Her şeyin esası, özü insandır; o nasılsa hayat ve tarih de öyledir.

Türk tarihine medeniyetçi ve umumi Türk tarihi çerçevesinden bakarak düşünmek şüphesiz siyasi, askeri, sosyal, kültür ve iktisat tarihi gibi alanların hepsini toplum-devlet-şehir tarihi başlıkları altında düşünmeye de imkân sağlayacaktır. Mefkûresi medeniyet, şahsiyeti tarih ve mesuliyeti bilgelik olan bir insan Yesevi çerçeveli karakterin yeniden ihyası olmaz mı? Bu tekliflerimiz daha önce ortaya koyduğumuz üniversite teklifimizle birleştiğinde şüphesiz nazari ve ameli mana ifade eden bir alt yapıyı mümkün kılabilecektir. Lakin bunların insan ile hayatta konuşur, yürür ve yaşar olması lazımdır.

Devletimiz Türk Devleti yahut Vatanımız Türkiye

Devletimiz Göktürklerden başlayarak Türk/Türkiye Devleti olarak zaman zaman doğrudan isim alarak 100. yılına eriştiğimiz Cumhuriyetimiz de olduğu üzere Türkiye Devleti’dir. Devletimiz içinde Göktürklerden itibaren Türkistan Çağından itibaren bu durumu izlemek mümkündür. “Türk tarihinin Türkçe en eski yazılı kaynaklarından Orhon Yazıtları’ndan tespit edildiği şekilde, kurulan devletin adı, bizzat Gök-Türklerin kendi ifadeleriyle Türk (Türük) devletidir (Aydın, E., Orhon yazıtları Köl Tegin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Ongi, Küli Çor. İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2017, s. 47, 48, 49, 103, 106, 108, 109). “Tarih yazınında bu devletin adının diğer Türk tarih yazıcılığındaki dönemlerle karıştırılmaması için olacak, 1728 yılında varlıkları keşfedilen Orhon Yazıtları’nın 1893’te ilk kez Thomsen tarafından okunmasından kısa süre sonra 1896’da Bang tarafından Gök-Türk tabiri ilk kez kullanılmış (Taşağıl, A. (2014) Gök-Türkler I-II-III. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 6-7), ardından günümüze kadar gelen çalışmalarda da Gök-Türk/Gök Türk, Kök-Türk/Kök Türk, Türük, Göktürk, Köktürk gibi kullanımlar söz konusu olmuştur.” Görüleceği üzere Bizans ve Çin kaynaklarında Türkiye olarak adlandırılan bu bölgedeki devletimizin adı Türk Devleti idi. Bunun yanında İslamî dönemin başında Türkistan Çağı ile Türkiye çağının arasında yer alan Karahanlılar devleti olarak adlandırılan devletin bu adı olması Türk tarihinin bütünlüğünü örtmek isteyen Rus zihninin ürünüdür. Bu devletin mütehassısları kaynaklara dayalı olarak adının Türk Hakanlığı olması konusunu gündeme getirmektedirler. Bu devletin de ismi Afrasyab’a dayalı menşeleri ve kaynaklarda geçen Haniyetü’l-Etrak/Türk Hanları olarak adlandırılması gösteriyor ki devletimizin Türk adı taşıması bu İslam’a geçiş devresinde de devam etmiştir. Memlûk tarihçisi el-Makrizi Sultan Baybars’ı anlatırken Memlûk tarihçiliğinden görülen karşılaştırma yapmak sadedinde Tuğrul Bey ile Baybars’ı karşılaştırır. Bu meyanda Selçuklu Türk Devleti’ni (Devle et-Türk es-Selcûkî) kuranın Rükneddin Tuğrul Bey ve Rükneddin Baybars’ın ise Türk Devleti’ni (Devle et-Türk) ‘Ayn Câlûd olayı sonra kuran olduğu kayıt edildiğini Selçukluların Türklüğüne dair başlıklı yazımızda ortaya koymuş idik. Hülasa bizim şu an kurduğumuz bağlantıyı görmek ve bunu ifade modern zamanın milliyetçi olarak yaftalanan aklına has bir durum olmayıp kendözünü bilen bir idrakin süreç ve süreklilik bilincine dair bir durumdur. Görüleceği üzere Selçuklular ve Memlûkler de aynı ismi alarak tarihimizin Türkistan Çağından Türkiye Çağına geçişteki devletlerinde de görülen bir durum idi. Nihayet güncel vatanımız ilk kaynaklarımızda Biladu’r-Rum yani Roma ülkesi olarak adlandırılan bu coğrafya 12 asırdan itibaren Türkiye haline gelmiş idi. İşte 100. yılınız kutladığımız Cumhuriyetimizin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti adı bu sürecive sürekliliğin sonunda ortaya çıkmış olan bir isimdir. Bunu Fransız ihtilali sonrası gelişmelere, ulus devletçilik gayretlerine ve daha fenası ırkçı indirgemlelere maruz bırakan tahliller hep Türk mefhumunun kapsayıcılığı ve Türk tarihinin medeniyetçi ve kapsayıcı yapısından habersizlikten ileri gelen ideolojik demagojilerdir.

Türk tarihinin Türkistan çağından Türkiye çağına bütünlüğünü medeniyetçi bir tasavvurla düşünmek bu coğrafyalarda yer alan inançlar ve tüm halkları da düşünerek Türk tarihine toplum-devlet-şehir çerçevesinden bakmak manasına gelir. İnsan her şeyin merkezi olarak düşüncesi ve idraki ile oluşturduğu kültür, kimlik ve medeni çerçeve üzerinden bunun izdüşümü devleti bir dikey düzen kurumu olarak inşa ederken aynı fikriyat yatay düzlemde coğrafyada şehir olarak izini bırakmıştır. Kendözümüzü bu hal içinde yeniden fark etmek, Türk Dünyasının bu bilinç ile kendisini düşünmesi Tarih kurumları ve Milli Eğitim bakanlıklarının bu zaviyeden yaklaşımlar ile oryante olması bütünlük içinde bir düzeni kuracak yapıyı mümkün kılabilecektir. Milliyetçiliğinin esası da kendözünden insanlığa yeni bir bilgelik ve adalet düzeni kuracak kaynakları harekete geçirmektir. Ütopik ya da ideolojik gelebilir lakin mesele Yusuf Atamdan öğrendiğimizce insanlık ve erdem meselesidir. Kimse modern ırkçılık üzerinden Türkistanlılığı ötekileştirip sinsi, katı ve kaba egosuna malzeme yapmasın. Yunus dilinde ve gönlünde ne varsa öyle işte… Mefkûre, şahsiyet ve mesuliyet meselesi yahut kendöz meselesini afakî şeylere karıştırmamak lazım.

Son olarak haritayı gözünüzün önüne getirin: İstanbul-Ankara üzerinden yola çıkan bir hızlı tren Azerbaycan üzerinden Türkmenistan’a oradan Özbekistan’ı geçip Kırgızistan üzerinden Kazakistan’a ulaşan bir hatta insanlar, fikirler, mallar dolaşıp duruyor. Mefkûreciler ölür belki, itibarsızlaştırılırlar kimi zaman ama mefkûreler asırlarca yaşamaya devam eder.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir