KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Almanya’nın Doğu Politikası

Almanya’nın Doğu Politikası

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
299 0

Federal Almanya 1969’da “Doğu Politikası/Ostpolitik” konseptini ilan etti. Bu konsepte göre Federal Almanya dış politika önceliği Orta ve Doğu Avrupa ile ilişkilerin geliştirmek olacaktı. Federal Almanya’nın “Doğu Politikası”nın altında yatan aslın neden “Alman Sorunu”na ilişkin yeni stratejisinin belirlenmesi ve tekrar tek Almanya’nın inşa edilmesiydi. SSCB ile ABD önceliğinde yürütülen görüşmeler sonrası Federal Almanya’nın en büyük hedefi olan iki Almanya’nın (Federal Almanya ve Demokratik Almanya Cumhuriyetinin) birleşmesi gerçekleşmiştir. Varşova Paktı’nın feshedilmesi sonucunda Sovyetler Birliği ordusunun Doğu Almanya’dan olduğu gibi Doğu Avrupa’dan çekilmeye başlaması, bunun akıbetinde Sovyetler Birliği’nin çöküşü Avrupa jeopolitiğinde büyük gelişmelere neden olmuştur. 1990’lardan itibaren birleşik Almanya’nın dış politikası artık Doğu Avrupa ülkelerinin Avro-Atlantik kuruluşlarına entegrasyonunun sağlanmaktı.

Almanya’nın “yeni” doğu politikasında Doğu Avrupa’nın en büyük ülkesi olan Polonya önemli yere sahiptir. Polonya’nın AB’ye entegrasyonu 1991’de kurulan, Polonya, Fransa, Almanya’nın taraf olduğu “Weimar Üçgeni” üzerinden yürütülmüştür. Bu dönem Almanya doğu politikasının önemli ayağını oluşturan doğu Avrupa ülkelerinin Batı’ya entegrasyonu sürecini Fransa’yla birlikte üstlenmiştir. Bunun nedeni ise Almanya’nın doğu ülkeleri üzerinde etkisini artırdığı gerekçeyle tepki çekmemekti.

Doğu Avrupa ülkeleri AB’ye üye olduktan sonra ise Almanya’nın Doğu politikasını Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Dış Politika organı üzerinden yürütmeye başlamıştır. Böylece, Almanya, AB ile diğer doğu komşuları arasındaki ilişkileri koordine etme rolünü üslenmiş, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerin AB içinde “derinleşme” sürecine girmiştir. Buna kadar eski Doğu Blok’u üyesi ülkeleri AB için dış politika süreçlerini bundan sonra AB’yle birlikte AB dışı alanlara doğru eğilmeye başlamıştır. Bir anlamda Almanya AB üzerinden Doğu Avrupa ülkelerinin dış politikalarını kendi dış politikası doğrultusunda işlev görmesini istemiştir. Bunun nedeni ise, 1990’lardan itibaren Doğu Avrupa ülkelerinin AB tam üyelik süreciyle paralel bir de NATO üyeliği süreci devam etmesiydi. 2004’de gelindiğinde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı hem AB üyesi hem de NATO üyesi olmuşlardır. Dolayısıyla bu ülkeler güvenlik ve dış siyaset ilişkilerini AB dış politikasının yanında bir de Washington’un güvenlik ve dış politikasıyla paralel yürütmüşlerdir.

Ancak Rus tehdidini hala üzerinden atamayan Baltık ülkeleri ve Polonya gibi ülkeler ile Almanya’nın dış politikaları örtüşmemeye başlamıştı. ABD’yle ortak hareket etmeyi seçen bu ülkelerden farklı olarak Almanya 2000’lerden itibaren Doğu politikasında Rusya merkezi rol oynamaya başlamıştır. Almanya sanayi ürünlerinin pazarlanması ve enerji ihtiyacını karşılaması açısından Rusya ne kadar önemliyse, Rusya için enerji kaynaklarını ihracat etmesi ve teknoloji ve sermaye ithalatı gerçekleştirmesi açısından da Almanya o kadar önemliydi. Bu yakınlaşma Rusya’yı Almanya’nın enerji alanında en önemli ortağı haline getirmiştir.

1999’da inşa edilen, Rusya, Belarus ve Polonya üzerinden Almanya’ya uzanan “Yamal-Avrupa” doğalgaz boru hattının yanında 2005’te Almanya ile Rusya arasında “Kuzey Akım” doğalgaz boru hattı anlaşması imzalanmıştır. Bu proje Ukrayna, Belorus, Polonya ya da Baltık ülkelerini devre dışı bırakarak Baltık denizi altından doğrudan Almanya’ya ulaşması hedeflenmiştir. Bu projeyle enerji kaynağı ihracatçısı olan Rusya’nın olduğu gibi enerji kaynağı tüketen Almanya için de transit üçüncü ülkelere olan bağımlılığı sona ermiştir. Ancak Almanya’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığı ise artmaya başlamıştır.

Berlin ile Moskova arasında işbirliğinin artmasıyla beraber, Almanya’nın diğer post-Sovyet ülkeleriyle olan ilişkileri ikincil duruma düşmüştür. Bu ülkeler Almanya açısından Rusya’yla olan ilişkilerinde tamamlayıcısı nitelik taşımaktaydı. Rusya’yla gelişmekte olan ilişkilerini bozmak istemeyen Almanya, Nisan 2008’de NATO Bükreş zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği engellemek zorunda kamıştır. 2008 Rusya-Gürcistan savaşında Almanya gelişmelere müdahil olmaktan kaçınmıştır. Bu rolü Fransa üstlenmiştir.

2004 sonrası Batı yanlısı Ukrayna’nın üyeliği konusunda da çekimser davranan Almanya, AB’nin genişlemesine değil, entegrasyonunu derinlemesine doğru politikayı savunmuştur. Ukrayna, Moldova ve Belarus’u Rusya ile AB arasında bir “tampon bölge” olarak gören Almanya, bu ülkelerin hem Rusya’yla herhangi bir bütünleşmeye gitmelerine karşı çıkmış, hem de bu ülkelerin Batı kuruluşlarıyla entegrasyonlarında Avrupa-Rusya yakınlaşmana bağlı olarak yapılması gerektiğini savunmaktaydı. Bu planın gerçekleşmesi için ise Rusya’dan hala tehdit algılayan Polonya’yı bu sürece dâhil ederek Rusya-Polonya-Almanya diyalogu gibi platformları işletmeye çalışmıştır. Almanya, AB ile Rusya’nın ilişkilerinin normalleşmesi için Polonya-Rusya ilişkilerinin normalleşmesi gerektiğine inanmaktaydı.

Ancak Rusya’nın Avrasya Birliği projesini hayata geçirmeye çalışması Almanya’nın Ukrayna üzerinde rekabetini tekrar gündeme getirdi. Almanya’nın Doğu politikasında revizyona gitti. Buna Polonya’da katıldı. Ukrayna’nın Avrupa ile serbest ticaret anlaşmasına gitmesi için baskı yapmaya başladı. Bundan vazgeçen Ukrayna iktidarına karşı muhalifleri destekleyerek Rusya’yla olan mücadelesini açıkça göstermişti. Ukrayna’da iktidarın düşmesi ve Rusya’nın buna karşı Kırım’ı ilhakı ve ardından ülkenin diğer bölgelerindeki ayrılıkçı hareketleri desteklemesi Almanya’nın Rusya’ya karşı tavrı da değişmiştir. Almanya Ukrayna krizinin çözüm çabalarında Rusya’yla birlikte en önemli aktör konumunda olmakla birlikte Rusya sınırında NATO’nun birliklerinin komutanlığını üstlenen ülkelerden de biridir.

Rusya’yı Avrupa’ya entegre ederek hem Rusya’nın diğer eski Sovyetler Birliği ülkelerinin Avrupa’yla bütünlemesine ses çıkarmamasını sağlamaya çalışırken bir taraftan da Rusya’nın doğal kaynaklarını ve ülke içi pazarını Almanya ekonomisine kullanmaya çalışırken, Ukrayna krizinden önce Rusya’yla giriştiği rekabet sonucunda Rusya’nın tepkisiyle karşı karşıya kalmış, Rusya politikasında Atlantik yönlü bir tercihte bulunmak zorunda kalmıştır. Sabir Askaroğlu

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir