KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. VAN’DA ESKİ RAMAZANLAR

VAN’DA ESKİ RAMAZANLAR

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
290 0

Akşam üzerleri pide kokusu duyulmayan bir şehir bir sokak özel havasını ve ruhunu kaybetmiş demektir. İnsan ömründe güzelliklerine doyulmamış zamanlar vardır. Benim için çocukluğun bahara denk gelen ramazanları o doyulmamış güzelliklerden biridir işte. Ramazan hatıraları birazda yaşadığımız şehre ait zihnimizin köşelerinde kalmış eski müşterek lezzetler demektir.
Geçmişin ramazanlarını düşününce çocukluğumun en hususi hatıraları zihnimde birer birer canlanıyor. Zihnimin donmuş bahçelerinde bu faziletli mağfiretli ayın senenin bütün aylarını sırasıyla dolanarak bütün mevsimleri çiçeklendirip otuz üç senede bir devri alem yaparak yine bahara eriştiği zamanlardayız. Çocukluk ramazanlarını düşündükçe başım bol meyveli bir ağaç dalı gibi önüme sarkıyor. Bana öyle geliyor ki sanki geçmiş asırlardan kalma ruhumuzun içinde kapısı gizlenmiş güzel bir bahçe var. Ve ruhumuz o rüyâ kapılarından o bahçelere doğru yol alıyor. Hayal ruhun gizli kapısıdır. O kapıdan girince yeşilliklerle örtülmüş denizi tepeden gören ferâh fahur tertemiz o iki katlı kerpiç evin döşeme tavanlı yarı karanlık sofalarında ufacık ruhum hüzün ile neşe arası acayip bir zevkle dalmış yavaş yavaş dolaşırken görür gibi oluyorum. Ses ve rayihâ dalgalarının birinden öbürüne geçerken, benliğimin gittikçe uhrevi bir ses ve bir râyihâya döndüğünü hafifleştiğini yüreğimin uçacak hale geldiğini hissederdim.
Allah korkusu, iyilik etmek, fenâlık yapmamak, merhâmetli olmak, başkasının hakkını yememek, gibi ilk esâslı aile telkinlerini ruhuma yine bu sesler ve rayihâlarla dolardı. Anamın o körpe çocuk dimağıma anlayabileceğim lisanla misaller sayarak imanla, şefkâtle, verdiği din ve ahlâk öğütlerini ben hocalardan değil anamdan öğrendim. Çocukluğumuzu dolduran ramazan gecelerinde kulaklarımda çocukluğun o eski ramazan gecelerinden kalma hafızların Kur’an sesleri ışıltılar halinde her tarafı aydınlığa çevirirdi. Mahşeri bir insan kalabalığıyla lebalep dolmuş camiilerde tiz sesli müezzinlerin sesleri ne kadar heyacanlıydı. Rükudan secdeye varan safların kubbeyi inleten azametli uğultularını duyardım. Aradan kırk beş sene geçtiği halde zikir sesini tatlı ve uhrevi bir uğultu ahengiyle duymakta devam ediyorum. Pek yakınımızda bulunan Camii minarelerinden bahçedeki kuş seslerine karışmış müezzinlerin huşu veren ezanlarını dinleyerek uykuya daldığım Ramazan sabahlarını nasıl unutabilirim? Sahur vakitlerinde gözlerime uyku kafi gelmemiş ne hülyâlarını ne rüyâlarını bitirememiş körpe gözlerin “Kalkmazsın yarın oruç tutamazsın!” tehdidiyle orucun güzelliklerini kaybetmemek için ruhumun son gayretiyle kalktığımı nasıl unutabilirim. Hafiziye camiinin tenhâ ikindi saatlerinde dinlediğim mukabeleleri çocukluğun en aziz hatıralarını nasıl unutabilirim?
Van’da kadınların ramazanın Perşembe günleri Sofi Babaya ya da Şeyh Abdurrahman Babaya ziyarete gitmeleri ramazan ayının mutat alışkanlıklarından biriydi. Orada dualar okunur Allaha yalvarıp şükrederek bazılarının gözlerinden yaşlar gelerek dualar tamamlanır. Pür hürmet gerisin geriye ziyaretten çıkıldıktan sonra sıra sadaka vermeye gelir etrafı kocakarılar kadınlar çocuklar sarar hepsine sadaka verilir hayır duaları alınırdı.
Ruhunuzun köşelerinde kalmış eski ramazanların lezzetini bilmem hatırlar mısınız? Bütün bir senenin en güzel ayı olan ramazan bize bir müjde gibi gelirdi. Mayıs güneşi Nisanın serinliğini kırmaya başlayınca arkları ve bahçeyi kaplayan sarı kır papatyaları ışıl ışıl olunca. Çayır çimenler aydınlık yeşile bürününce bu vakitlerde bahçeli ev bir huzur bucağına dönüşürdü. Ramazandan bir hafta önce evde hummalı bir ramazan hazırlığı başlar; Bir hafta süren bu hazırlık esnasında iki katlı kerpiç ev baştan başa temizlenir günlerce tahta merdivenlerin gıcırtıları ve temizliğinin âhengi ve kokusu her tarafı kaplardı. Beyaz badanalı odalarda ışıltılı beyazın ve temizliğin kokusu evin her tarafına sinerdi. Evin her tarafına hafif bir gül suyu ve rayihası yayılırdı. Evde ramazan temizliği bitip kiler yerleştikten sonra hamam yanardı; ramazan hamamı Bu yirmi dört saat geceli gündüzlü sürer bütün evin halkının hamam faslı bittikten sonra artık başka iş kalmazdı.
Ramazanda bu evin biz çocukları büyüleyen esrarlı bir yanı vardı. Mayısın sonlarında bağın bütün hudutlarını çevreleyen bergonlardaki çalı yığınları sarı, kırmızı, beyaz gülleriyle hercâi bir renk denizine dönüşürdü. Mayısın sonlarına doğru gül mevsimi erişince mis gibi kokular bağı bahçeyi kaplardı. İkindiye doğru bahçede kurulan ocakta iri bakır tencerelerde pişirilmeye bırakılan yaprak sarmalarının akıllara ziyan veren nefasetteki kokusu bütün bahçeyi kaplardı. İftar vakti yaklaşınca babaannem şilteleri ve çulları ihtiyar badem ağacının altına serer semaveri ateşlerdi. Ramazan ayında bahçelerde oruç açmak pek hoş olurdu. Bağ havasının iştâh açacağı kanaatiyle sofralar bahçeye serilirdi. İftar öncesi kâh toprak testilerde buğulanmış suların serinliği, kâh üst kattaki göl mehtabına bakan odada beyaz örtüsüyle babaannemin Kur’an okurken sanki bir iyilik güneşinin yüzünü aydınlattığı munis, mütebessim nurlu yüzünü hep hatırlarım. Onun bu yüzünü görseydiniz; sadece iyilik yapmak için yaratılmış olduğuna hükmedebilirdiniz. Onun bütün hayatı maddesi ve medeniyeti şefkât, merhâmet ve sevgiyle yoğrulmuş bir Osmanlı kadınıydı. O’ nun iç nizamı insan sevgisiyle doluydu. O konuşurken yüzünde parlayan o ince gülümseme içinin beyazlığına şahâdet ederdi. Onun iyiliğe doyum olmayan tebessümleri, o mutlu derin teselli verici ve gönül alıcı tebessümleri sanki bir iyilik güneşinin insanın ruhunu muttasıl ısıtan ışıklarına benzerdi. O herkesin hatalarını örten temiz bir kalbe sahipti. Benim bir tarafımı hatta zengin his tarafımı yapan insanlardan biriydi o. Ah! O çok yaşlı ben ise çocuktum. Ona soracağım sorularım vardı. Fakat o göçüp gitti bu dünyadan. Sorularımda bende kaldı.

Babaannemin bu cennetin köşesinde kurulmuş evinin bereketi hiç eksik olmazdı. Her dâim duvarlara gömülü mavi boyalı ahşap dolaplarda beyaz leblebiden, lokumlara, armut kaklarından, kaysı çekirdeklerine envâi türlü yemişi ceplerimize doldurur o her daim mütebessim bakışlarıyla başımızı okşardı. Bizde ceplerimizdeki bu yemişlerle bahçenin gölgeliklerinde oyunumuza geri dönerdik.
Bazen de bu evin üst katındaki göl mehtâbına bakan odasının küçük penceresinde oturup Van Gölü’nün mavi atlasını seyre dalardım. Bu pencerede çocukluk rüyalarımın uzun ilkbahar gecelerinde sarsılan camların, yaprakların hışırdayan ağaçların, Ağustos böceklerinin sesi bana neler ilham etmezdi ki. Bu pencere benim adeta ilticagâhım olmuştu. Bu pencereden bakınca bahar akşamlarının kızıl durgun gölünde hep geçecek gemiler beklerdim. Fakat geçmezdi bu gemiler.
Bu tenha bağdaki evin denize kadar uzanan iğde leylak güllerle donatılmış bahçesinde oruç ağız kavakların söğütlerin büklüm büklüm uzayıp giden gölgeleri altında gün boyu çocukluk neşesi içinde günümüzü gün ederdik. Gün boyunca baharın çimenliğinde koşturur oynardık. Öğlen saatlerinde benizlerin solgunluğuyla hissedilen oruç gölge dönüp gün bitimine doğru orucu bozma kararsızlığına dönüşünce yeleğinin cebinden çıkarıp elime tutuşturduğu iki buçuk lirayla “Benim balam büyümüşte oruç tutmuş” türünden iltifatlarıyla o saatlerde depreşen huysuzluğumuzu oyalar açlığı ve susuzluğu unuttururdu. O vakitler hiçbir akşam yemeği iftar sofrasında göründüğü kadar hak edilmiş ve kazanılmış bir anlam taşımazdı. Biz çocuklar sofraya büyük meydan muharebesi kazanmış bir kumandanın haklı gururuyla otururduk.

Sait Ebinç

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir