KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Şerife Barazi: HALK SAHNESİNDE OYUNCULUK: SOLCULUK

Şerife Barazi: HALK SAHNESİNDE OYUNCULUK: SOLCULUK

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 15 dk okuma süresi
142 0

Dünyada bir toplum incelenirken coğrafyası, milleti, yaşam tarzları, devlet biçimleri hep bir şekilde kutuplara, ideolojilere veya fikirlere bölünmüştür. Ülke sınırları ve isimleri farklı bile olsa tarih sahnesinde her zaman ana hatları aynı olan sağ ve sol kavramlarının tarihi hikâyeleri aynıdır. Dünya genelinde istisnaları olsa da sol fikirlerin temelinde; var olan sosyal hiyerarşiyi kaldırmak isteyen ve zenginliğin eşit dağılımını destekleyen politik hareketlere karşılık gelen terimdir. Emek-sermaye çelişkisinde emekten taraftır. İnsan merkezlidir, odağına din, ırk, milliyet, cinsiyet vb. kavramlar yerine insanı alır. Ülkemizde ise eskiden Türkiye’de solcular sosyalistti. Antiemperyalist siyonizm karşıtıydı. Türkiye’nin alışık olduğu bu kutuplaşma 1960’lı yıllarda da artarak devam etmiştir. Siyasetçilerin birbirine karşı yürüttükleri politikalar sebebiyle seçmenler rakip partiler arasında müthiş düşmanlık güdüyordu. Siyasi isimler o dönemde gittikleri illerde bazı valiler tarafından alınmadı veya gittikleri illerde halkın büyük kesiminden ciddi tepkiler alarak istenilmiyorlardı. Özellikle üniversite öğrencileri tarafından Adnan Menderes’e karşı eylemler düzenleniyordu. Hatta Adnan Menderes ve Celal Bayar, Kızılay’dan geçeceğini duyan tarafların toplanması ve karşı görüşte olanlarda bu duyumu alınca daha hızlı bir şekilde aynı gün Ankara’ya akın ederek toplandıkları için olay protestoya dönüştü, Adnan Menderes bu olayda darbe alıp bir gazetecinin arabasına binerek kaçmak zorunda kaldı. Yaşanılan bu sorunların üzerine endişe duyan Cemal Gürsel, 3 Mayıs’ta hükümeti uyaran bir mektup yazdı. Olaylar büyüyordu. Harp okulu öğrencileri iktidarı protesto etmek için bir gösteri yürüyüşü düzenledi. Bir grup subay artık olaya müdahale etmek istedi. Demokrat parti 1950’den beri ülkeyi bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına sürüklediği gerekçesiyle 27 Mayıs günü bir grup üst rütbeli subay tarafından ihtilal gerçekleştirildi. İktidarın büyük kesimi tutuklanırken TSK adına ülkeyi yönetmek ve yasama görevini yapmak üzere Cemal Gürsel davet edildi. Demokrat partililerin yargılanması Yassıada’da başladı. Bu süreçte yeni anayasa hazırlandı. 1961 Anayasası tarafsız hale getirildi ve birçok sosyal yenilikle geldi. Yassıada’dan idam cezası çıktı. Dünya liderleri Adnan Menderes’i ipten almak istese de Milli Birlik Komitesi bu talepleri hep reddetti ve idam edildiler. Devlet, ordu eli değişimler geçiriyordu. Cemal Gürsel tarafından meclis aylar sonra tekrardan açıldı. Daha sonraları Talat Aydemir başkanlığında, Milli Birlik Komitesine ihtilal düzenlemek istedi iki defa ama ikisinde de başarısız oldu. Asıl amacı darbe değil TBMM’nin kapatılması ve cunta karşıtlarının cezalandırılmasını istiyordu. Halkta normalleşme süreçleri başlamıştı ama komisyonda tabi ki çatlaklar vardı. Komünizme karşı bir çaba ortaya çıkmaya başlamıştı halk arasında ve bunun üzerine kominizim savunucuları tutuklanmaya başlanıldı. 1965 yılında genel af ilan edildi, ülke yavaş yavaş yumuşuyordu ama isyanlar çıkmaya başladı. Bu sırada Türkiye üzerinde Sovyetlerin baskısı vardı. İsmet İnönü bu durumda aşırı sola karşı olduğunu belirtti. Bazı milletvekilleri NATO karşıtlığı yaptığı için Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa milletvekilleri dokunulmazlığı göz ardı edilerek polis mecliste arama yaptı. Ancak aşırı solun yükselişi durdurulamıyordu. ABD karşıtı eylemler ülkenin dört bir yanında boy gösteriyordu. Anarşik eylemler boy göstermeye başlıyordu. ABD 6. Filo gemisi Türkiye’ye gelmesine rağmen onlara karşı yapılan protestolar yüzünden karaya çıkamadılar. 1968 yılları sağ-sol olaylarının fitillenme yıllarıdır. Çeşitli miting, gösteri, yürüyüş yapılarak bir iç savaş oluşturuluyordu. Üniversite olayları o kadar büyüdü ki TBMM bu olayları değerlendirmek için toplandı. Türkiye’deki bu şiddet olayları kontrolsüz bir şekilde tırmanıyorlardı. Bayrak miting düzenlenip komünizme karşı savaş açıldığını duyurdular, kavgalar ölümler her geçen gün daha fazla arttı. Kutuplaşma bu kadar kesin iken ismet İnönü ve Celal Bayar dargın iken barıştılar. 1970’lerin başında siyasi kavgalar ve fikir ayrılıkları ile başlıyordu. Yurdun her yerinde siyasi kavgalar yaşanıyor ve sonu kanlı bitiyordu. Süleyman Demirel halkı sağduyuya çağırmaya çalıştı fakat anarşik olaylar güden güne büyümeye devam ediyordu. Sağcı ve solcuların kavgaları önlemez hale geldiği için ODTÜ, İstanbul üniversitesi ve Ankara üniversitesi süresiz kapatıldı. Olaylar o kadar büyüdü ki sıkıyönetim ilan edildi geceleri sokağa çıkmama yasağı başladı. Ekonomik buhranlar başladı. Sokakta ki siyasi kavgalar çok sık yaşanıyor ve ordunun da sabrı tükenmişti. TSK, 12 Eylül’de muhtıra verdi ve yönetim istifa etti. 1974 yılında tekrardan genel af ilan edildi. Katil, kaçakçı, tecavüzcü kim varsa serbest bırakıldı hatta o dönemde Fethullah Gülen’de yargılanıyordu. Bu af sayesinde onun yargılanması da sona erdi.
‘ 1970’li yıllar Gülen’in etrafında biriken insanların arttığı ve cemaatin giderek büyüdüğü yıllar oldu. Bunda, devletin güçlenen sol karşısında siyasal İslamcılarla organik ilişki kurması ve onu kendi stratejik yedeğine almaya çalışmasının da büyük etkisi olmuştu. Bu politikanın ürünü olan Gülen hareketinin politikası ise devlete yakın olmak ama asla gizli örgütlenmeyi elden bırakmamaktı. Gülen hareketi “sızarak kadrolaşma” dönemi olarak adlandırılan 70’li yıllarda Işık Evleri ve dershaneler üzerinden içe kapanık vaziyette kamu kurumlarında kadrolarını artırmak, kamu kurumlarına yeni yeni sızmak ve tabanda kadro oluşturmakla meşguldü. Ekonomik kaynak bakımından geleneksel yöntemlerle zengin, hali vakti yerinde kimselerden alınan paralar kullanılmaktaydı. Bu yıllarda şehir şehir gezerek anti-komünist ve anti-Darwinist vaazlar veren Gülen, aynı içerikteki “Sızıntı” dergisini yayımlamaya başladı. Gülen’in, 12 Eylül 1980 darbesinden hemen önce 5 Eylül 1980’de doktor raporu alarak görevinden ayrılması oldukça dikkat çekiciydi. Gülen’in anılarında belirttiğine göre, darbenin olacağını bir gün önce üst düzey askerlere yakın olan kişiler kendisine haber verdi. 12 Eylül darbesinden önce hazırlanan gözaltına alınacak şahıslar listesinde ismi bulunan ve darbe sonrasında hakkında arama kaydı çıkartılan Gülen, sağlık raporları alarak görevine devam etmedi ve 20 Mart 1981’de istifa etti. Ankara Başsavcılığı’na göre, Gülen, istihbarat örgütleriyle irtibatlıydı ve gerekli bilgileri alıyordu. Cemaat hakkında istihbari kurumlar 12 Eylül’e kadar takip yapmıştı ama Gülen ve örgütü, darbeden sonra hiçbir adli takibata uğramadı, cemaat hakkındaki arşivleme çalışması durduruldu, Gülen hakkındaki yakalama kararı 6 yıl boyunca uygulanmadı. Gülen bu dönemde askeri mekânlar da dâhil serbestçe dolaşıyor ve yakalanmamasını “bir keramet” olarak anlatıyordu. Gülen’in anılarında anlattığına göre, firari olduğu günlerde Bursa’da yakalandı ancak timin komutanı ‘Bu kadar komünistle uğraşıyoruz, bir de masum Müslümanlarla uğraşmanın anlamı yok’ diyerek kendisini serbest bıraktı. Gülen, 1986’da ANAP’lı Mehmet Keçeciler ve dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın yönlendirmesiyle Burdur’da teslim oldu ve bir gün sonra İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’nca serbest bırakıldı. ‘ ( Kemal Göktaş, Cumhuriyet, 2016)

Affa en çok tepkiyi gösteren ise Alparslan Türkeş ile Süleyman Demirel’dir. Uluslararası sorunlar olmaya başladı ve bu sırada ABD, Türkiye’nin haşhaş üretimine engel olmak isteyince Bülent Ecevit bu duruma izin vermedi bunun üzerine Yunanlılar, Kıbrıs’a darbe yapmışlardır. Yunan egemenliği, Kıbrıs’taki Türklere ciddi zararlar verecekti. Türkler de bunun üzerine Kıbrıs harekâtını başlattı. Bu durumdan rahatsızlık duyan ABD bunun üzerine Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başladı. Bu karar 1975’de uygulanmaya başladı. Bunun üzerine Türkiye, silah ihtiyacını gözden geçirerek kimseye muhtaç kalmamak için ASELSAN, ROKETSAN, savunma sanayisi gibi askeri teçhizat üretimini yapmaya karar veren firmalar bu dönemde kuruldu. Bunca olayların yanında ülkede ki karışıklıklar hala devam ediyordu. Siyasi gerilim hiç dinmiyor aksine sürekli alevleniyordu. Siyasi liderler gittikleri yerlerde saldırılara maruz kalıyordu. Demirel’in burnu kırıldı, Ecevit’in otobüsü taşlandı, Türkeş’in Diyarbakır’a gitmesiyle çıkan olaylarda 46 yaralı… Solcu kesim ülkenin bir yerlerinde milliyetçi cepheyi protesto eden eylemler düzenliyordu. Bu çatışmalar üniversitelerden liselere kadar düştü. Kadınlar çocukları için yürüyüş düzenledi. İlk kez yasal 1977’nin 1 Mayıs kutlamaları, her zamankinden daha görkemli bir şekilde hazırlandı. Alanda 50binden fazla kişi işçi bayramını kutluyordu. DİSK genel başkanı konuşurken etraftan silah sesleri duyuldu, çevre binaların üzerinden kalabalığın üzerine ateş ediliyordu. İnsanlar can havli ile kaçışırken, polisler ise meydana ses bombası atarak girdiler. Ortalık mahşer alanı gibiydi o sırada bej renkli araba hiç düşünmeden kalabalığın üzerine doğru sürdü. Ve arabanın içindekiler kalabalığın üzerine makineli tüfeklerle ateş açtı. Olayın sonunda çıkan bilanço ise 5 kişi vurularak, 28 kişi ezilerek ve boğularak vefat etmişti. Saldırganlar ile ilgili çeşitli görüşler ortaya atıldı ancak günümüzde dahi saldırganların kim olduğu bulunamamıştır. Kanlı günler birbirini takip ederken ekonomik buhranların da arkası kesilmiyordu. Bulgaristan elektriği; İran petrolünü; Japonya demir sevkiyatını durdurdu. Ülkede ki hammadde, yakıt, döviz birçok şeyde azalma ve bitme noktasına geldi. Fabrikaların %80’i kapandı. Karaborsacılık, karne sistemi halk arasında başladı. Türkiye de güvenli hiçbir yer kalmamıştı. Çocuklar dahi hayatlarını kaybediyordu. Bu sahneler yaşanırken ülke borç batağındaydı. IMF ile kredi antlaşması yapıldı ancak bunun bedeli elbette olacaktı. Payımıza düşen acı reçete memur kadrosu dondurulacak, petrole zam yapılacak, maaşlara zam yılmayacak…

Özetle, işçilerin buldukları destek Ecevit’in onu halktan gösteren mavi gömleği ve konuşmasında göklere özgür bıraktığı güvercini ile güç aldılar. Solcu kesim dağlara taşlara umudumuz Ecevit yazılan günlerdi. Sosyal demokrat parti bu destekle bütün solu bir araya getirme becerisi göstermiştir. İnsanların sokaklarda attığı slogan: Halkçı Ecevit! Ecevit’in bozuk düzeni değiştirme çağrısı cevap vermişti. Sol dalga dalga ülkeyi sallıyordu. Hiyerarşik kesimin her sınıfı solun eşitlik ve özgürlük ideallerine kapılmıştı. Ülkede fikir akımı bozuktu ve bunu ancak solun düzelteceğine dair inanç vardı. Yıllar sonra yılbaşı gecesinde yine Taksim’de bir kutlama var. Bu defa zenginlere kızanlar sol kollarını kaldırmıyor. Bozkurt işaretleri yapıyorlar. Sınıflar arası ayrımı bu şekilde protesto ediyorlar. Solcular, düşünceden çok eylemcilerdi. Köklü çözümler ancak kökleşmiş örgütlenmeyi sağlanırsa gerçekleşir. Fakat sol gösterdiği emeklerinden vazgeçmişlerdi. Bu değerlerinden çok kopmuş durumdalardı. Böyle olduğu için aradan geçen zaman içerisinde sol diye ortaya çıkanlar bu değerlerden uzaklaşınca halkın güvenini kaybetmiş ve bir alternatif olma gücünü zayıflatmıştır. 1980 darbesi ile solun gıdası olan sendikalar sosyal ilkeler hepsine engel getirildi. Sol kesim artık kangren olmaya başlamışken kalan kesimleri de işlevsiz kaldı. Solu halkla birleştiren tüm değerlerden uzaklaşan bir sol oldu. Yani artık gideren sağcılaşan bir sol vardı. Bu kadar olay üzerine de halk umudunu sağın gözlerinin içinde aradı.

Şerife Barazi

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir