KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Müzakere Sürecinde Rum-Yunan’ın Pinokyo Siyaseti ve Avrupa(!)

Müzakere Sürecinde Rum-Yunan’ın Pinokyo Siyaseti ve Avrupa(!)

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 17 dk okuma süresi
304 0

Müzakere Sürecinde Rum-Yunan’ın Pinokyo Siyaseti ve Avrupa(!)

Kıbrıs denilince “hadi şimdi birleşik Kıbrıs” diye sokaklarda üç beş kalabalıkların yaygarası ile mi anlaşma olacaktı? Hemde Stelyos vakfının 750,000 euro para yardımı ile? Yoksa Rum-Yunan’ın Helenizm mantığı ile mi?

Bir türlü hakikatlere kulak tıkayarak Pinokyoculuk siyasetine sığınanlar var halen,Rum-Yunan’ın yaptıkları gibi. Bu kesimler İsviçre anlaşmazlığını bile Türkiye’nin suçu olarak lanse etme derdine düşmüşler. Ne aciz bir durum!!!

Üstelik “barış-güvenlik” adına hiçbir dayanak olmadan adına birleşme diyerek…! Bir yalanın etrafında kendi kendini kandıranlar var. Hem de tarihsel yaşanmışlıkların, 2003’ten bu yana yaşanan gelişmelerin farkında olmadan. Bölge cadı kazanı gibi kaynarken, barış içinde bulunan bir ülkede kaos çatışma hedefinde olanlar kendilerini bir numaralı “barışçı” adlederek, ne istediğini bilmez halde kıvranıyorlar. Hem de Rum-Yunan’ın ve destekçilerinin müzakere sürecinde ve öncesindeki tüm tahrirkar küstah tutumlarına karşın.

Mesela, müzakereler boyunca GKRY ve Yunanistan’ın sıfır asker sıfır garanti diyerek çok uluslu bir ordu anlayışını ortaya koyması bize Girit örneğini anımsatmadı değil. Kaldı ki , halen bu kesimlerin, Kıbrıs Türklerinin gasp edilen haklarına bakmadan meseleyi bir “işgal” meselesi olarak sürdüren çabalarına sessiz kaldıklarına şahit olunca, susmak mümkün değil. Türk askeri neden bu adaya gelmiştir? Hangi haklar ile? 1974 Mutlu Barış Harekatı gerçekleşmeden Rum Papaz Makarios BMGK’nde ne demiştir? 1979 yılında Yunan Temyiz Mahkemesi Türkiye çıkarması için nasıl karar almıştır? 1974 Barış hareketı sonrasında başlayan Cenevre görüşmelerine kim uymamıştır? Neden 2. Cenevre süreci hemen sonrasında K.Türklerine tekrar toplu katliamlar başlatılmıştır? Türkiye II. Barış Harekatını neden yapmıştır? Bunları bilmeden, Rum-Yunan çığırtkanlıklarına gözümüzü kapatarak Garantiler kalksın mı diyeceğiz? Hem de 2003 sonrasından bugüne güneye geçen Türklere belli zamanlarda fiziksel ve sözsel saldırlar olmasına karşın?

Rum-Yunan’ı haklı gösterme çabası içinde bulunan bazı kesimler neyi meşrulaştırma gailesi taşıyor farkındalar mı? Sormak gerekmiyor mu; Niçin halen Kıbrıs Türklerinin hakları görmezden geliniyor? Helenizme teslim olunmadığı için mi? Özellikle Avrupa. Düşünün İsviçre’de taraflar karşılıklı müzakerelerde bulunurken Yunan önce Ege’de Türk ticari gemisine silahla ateş açıyor, maksat süreci baltalamak, istediğini alamayınca, bu kez Avrupa Parlamentosu kararı gündeme düşüyor. Yine Türk heyeti İsviçre’de bunu da dikkate almadan yapıcı davranmaya çalışıyor. Ne kadar bedbaht bir duruş ki Avrupalı denilen unsurlar Türkiye’ye karşı farklı bir mantıkla hareket ediyorlar. Neymiş efendim, Türkiye derhal askerini Kıbrıs’tan çeksin,kapalı Maraş’ı da BM’ye devretsin(!)miş. Bizim Kıbrıs’ta Türklerin bir sözü vardır: Başka?…

Esasen Kıbrıs Türklerini düşünen yok. Batının umurunda değiliz. Ambargolar altında ezilen ve Annan planına bile “evet” diyerek uzlaşmacı tavrını göstermesine karşın, Kıbrıs Türkü umurlarında değil! Hani Avrupa Komisyonu Kıbrıs Türklerine izolasyonları kaldırtacaktı? Yalan yalan yalan, deveyi yuttu yılan derler buna!!!

Şimdi de Rum-Yunan tezlerini savunarak derhal askeri çek diyorlar Türkiye’ye. Hem de, 1960 Garanti Antlaşmalarını hiç dikkate almadan. Uluslararası hukukun Türkiye’ye ve Kıbrıs Türküne verdiği hakları yok sayarak. Gerçi uluslararası hukuku var saysalardı, Batı Trakya’da insan ve azınlık hakları Yunanistan tarafından gasp edilen Batı Trakya Türklerine nefes olurlardı. Onları kınayan yok tabi. Avrupalılar ne de olsa! Rumları AB’ne taraf yapmak da bu işin cabası..

Bakınız, Batının iki yüzlülüğünü Girit’te en acı şekilde de tecrübe ettik, 20.yy’da da 21.yy’da da gerek meselemiz ile gerekse dünya gelişmelerinde gördük.

Şuan Türkiye bu durumun ve sürecin gayet farkında. Kendi toprak bütünlüğünü ortadan kaldırma peşinde olan teröristlerin ve siyasal türevlerinin hemen dibimizde ve içimizde sözde “Kürdistan” kurulması adına YPG terörist güçlerine ve onun türevlerine destek verenlerin kimler olduğunu çok iyi biliyor. Ne demek efendim sözde “Kürdistan” kurulması adına teröristleri destekleyecekler? Bu bir hazım meselesidir. Ne demek Kıbrıs’ta Türklerin haklarını halen görmezden gelip GKRY-Yunanistan yanında olacaklar? Nerede insan hakları? Nerede demokrasi? Nerede adalet? Uluslararası hukuk bunu mu öngörüyor?

Türkiye, kurulan yeni düzenin anahtar ülkelerinden biridir. Akdeniz’deki varlığı ile bölgenin barış ve güvenliğinin teminatıdır. Kıbrıs Türkleri de kurulan bu düzende elbet yerlerini Anavatan’ın desteği ile alacaklardır. Süreç bunu göstermektedir.

Şimdi şunu sorgulayalım: Süreç neden çöktü? Müzakere Sürecinde Rum-Yunan talepleri neler olmuştu?

Bakınız süreç boyunca, Rum-Yunan ilk günden Garanti-İttifak Antlaşmaları kalksın diye çığırtkanlık yaptılar. 2 bin kişilik uluslararası güç önerdiler. Avrupa ülkesinden bir komutan bu birliğin başında olsun, müdahale hakkı Türkiye-Yunanistan’n olmasın dediler. Bu talepler 1960 düzeninden de gerilere,Giritleştirme politikası ile örtüşmekteydi. Kısaca, hiç de yabancı olmadığımız bir örnek. Hatırlayınız, Osmanlı Ordusu sırf Girit’te diye durmadan iç isyan çıkararak uluslararası alanda yaptıkları yaygaralar ile asker çıkarsa Girit’e barış gelecek Türk-Rum iç içe huzurlu yaşayacak dediler. Osmanlı Avrupalıların baskısı ile bunu kabul etmek zorunda kalsa da o dönem Türklerin 1/3 oranındaki yönetimde egemen haklarını korunması şartını koymuştu. Ne oldu? 10 sene içinde ada Yunan adası ilan edildi.

Süreç boyunca, Rum Kapalı Maraş’ı, Maronitlerin yaşadıkları yerlerin idaresini, Karpaz’ın tümünü, Değirmenlik’ten Yeşilırmak’a büyük alan istediler. Üstelik kuzey parça devletine gelecek olan 100 bin Rumun durumu apayrı boyutta taleplerde bulundular. Mülkiyet konusunda da kabul edilemez öneriler sundular. Yönetim ve Güç paylaşımında da garantilerin kaldırılması sıfır asker tezini kullanarak ½ olabilir dediler. Üstelik adada bulunacak Türklerin de mülkiyet hakkı sınırlı kalsın dediler. Türkiye’den de mal alımında sınırlama istediler vs vs.

Nihayetinde görüşmelerin çöktüğünü BM Genel Sekreteri taraflarla gerçekleştirdiği yemek sonrasında açıkladı. Bu açıklama şöyleydi; Bunun, “Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik başka girişimler olmayacağı anlamına gelmediğini” belirterek gelecekte de söz sahibi olarak yer alma çabası içinde olduğunu gösterdi. Nitekim, adaleti kovuşturanlardan(!)beklenen adil bir tutum yeniden sergilenmedi.
Lakin, TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde bir çözümün imkânsızlığını ortaya koyduğunu ve artık bunda ısrar etmenin anlamı olmadığını belirterek federasyon tezine vurgu yapmayan bir tutumla BM dışındaki alternatif kuruluşlar vasıtası ile Kıbrıs Türklerinin önünün açık olduğunu belirterek, Kıbrıs Türküne yeniden güç veren Anavatan oldu. Zaten TC Başbakanı Yıldırım da yaptığı açıklamada “Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, orada yaşayan kardeşlerimizin hukukunu korumak için uluslararası hukuktan doğan bütün haklarını sonuna kadar kullanacağını, ne zaman, ister Birleşmiş Milletler, ister başka organizasyonlar, adada kalıcı, adil, eşit paylaşımı esas alan bir çözüm arzu ederlerse, Türkiye’nin daima yapıcı olmaya devam edeceği” belirtti..

KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı iki taraf da kaybetti diyerek “Bizim neslin son denemesinden sonra gelecek kuşaklar için daha da zor olacak yorumunda bulundu ve dünyayla bağlarımızın gelişmesi için de çalışacağız” vurgusunu yaptı. Bu yorum dahi Kıbrıs Türkü için dünya ile entegre olabileceği yeni çabaların varlığına işaret etmesi açısından önemli olmuştur. Ayrıca , KKTC Başbakanı Hüseyin Özgürgün de “Artık masada vakit kaybetmeye gerek yok…” diyerek federasyon tezi dışında konuşma yapması, KKTC Başbakan Yardımcısı’nın “dışa karşı birlik olma zamanı…Her olmayan işte bir hayır” sözü, KKTC Dışişleri Bakanı’nın “Kıbrıs’ın iki halkın ve devletin iyi komşuluk ilişkileri içerisinde sürmesi” yaklaşımı da Türk tarafının dahi federasyon tezi dışına yöneldiğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Tüm bunların ötesinde, Rum Hükümet Sözcüsü, “mevcut kabul edilmez durum Kıbrıs’ın geleceği olamaz ve Anastasiadis vatanımızın yeniden birleşmesi ve işgalin sona erdirilmesi için gerekli şartların yaratılması amacıyla kendi çabalarını yoğunlaştıracak”sözü ile meseleye halen sadece “işgal” temelinde baktıklarını dile getirmekten çekinmeyen duruş ile Türkiye’yi suçlamaya kalktılar. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı daTürkiye’yi suçlayan tutumla“Kıbrıs sorununa çözüm bulma rüyası ve planları hala canlı olduğunu” belirtti. İngiltere Dışişleri Bakanlığı da “şimdi sakin düşünme ve gelecek için atılacak adımları göz önünde tutma zamanı” diyerek “Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’ta çözüm bulunması için olan bağımlılığı değişmemiştir” ifadesinde bulundu. İngiltere’nin sadece çözüm vurgusu yapması da dikkat çekicidir. Ayrıca, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü hayal kırıklığına rağmen ABD, tüm Kıbrıslıların yararına olacak şekilde adanın iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon olarak yeniden birleşmesi çabalarına destek vermeye devam edeceğini belirtmesi dikkate alındığında, sadece Amerika’nın federasyon temelinde bir siyasi duruşa destek verdiği ancak bunun da iki bölgeli iki toplumlu vurgusu ile gerçekleşirken siyasi eşitlik temeline vurgu yapmaması açısından düşündürücü olmuştur.

Nihayetinde, Avrupa Komisyonu, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin gelecekteki herhangi bir girişimi desteklemeye hazır olduğu açıklaması ile iki tarafı destekleyeceğini belirttiği açıklamada bile federasyon tezi veya tarafların eşitliği ilkesi açıkça belirtilmemesi açısından önemli olsa da AP kararı ve önceki tutumlarından dolayı güvenilir konumda değildir.
Sonuçta, bugün Kıbrıs Türkleri içerisinde bazı STÖ ve siyasi partilerin ve mensuplarının da bu sürecin sonlandırılmaması gerektiğini ortaya koyan tutumlarının yer aldığı görülmektedir. Şuan Rum yönetimi 2018 Başkanlık seçimlerine odaklanarak Kıbrıs meselesini “işgalden kurtulma” temelinde yürüttükleri geleneksel politikaya daha sıkı sarılarak askerileşme faaliyetlerini artırdıkları ve daha da artıracakları anlaşılmaktadır. Bu çerçevede 12 Temmuz’da sondaj faaliyetlerini yürütme girişimleri yeni bir gerginlik sebebi olacaktır. Zira GKRY’nin bölgedeki hedefi sözde MEB alanlarını koruma adına uluslararası nitelikli tatbikatlarını Türkiye’ye karşı artırarak gerginlik yaratma stratejisine girme meyilinde olmuştur.
Kıbrıs Türkleri ise, Anavatan Türkiye Cumhuriyeti’nin 2019 Sürdürülebilir Kalkınma Planı kapsamında enerji alanından eğitim ve turizme kadar uluslararası alanda haksız ambargolardan kurtulma ve Kıbrıs Türk Devleti adı ile bütünleşmesine sürecine girmiş bulunmaktadır. Ancak bu süreç içerisinde karşı unsurların KKTC içerisinde verdikleri hibe paralar ile “birleşik Kıbrıs” söylemlerini artırma ve bu yönde baskı unsuru olmasını sağlama peşinde koşmasına yardımcı olacakları da gözden kaçmamalıdır.
Şimdi yapılması gereken en önemli adımlardan biri de KKTC hükümetinin ve Cumhurbaşkanlığının dünyayla bütünleşme adına bu lehimize olan zemini kullanarak lobicilik faaliyetlerini artırması, kurumsal bir devlete dönüşme adımlarını hızlandırması ve Türk modeli kapsamında kendi egemen haklarını dünyaya anlatma, mecliste gerekli yasal düzenlemeleri yapma ve diğer devletlerle ilişkiler kurma çabasına hız vermeleri gerekmektedir.
Bu süreçte Kıbrıs Türkü üzerinde olan haksız ambargoların kaldırılması için Anavatan’ın vereceği diplomatik desteğin de Türk-İslam coğrafyasında daha aktif bir sürece gireceği değerlendirilmektedir. Bahusus, batının ikiyüzlü duruşunun son AP kararında ortaya çıkması ile ne BM ne AB’ye güven duyulamayacağı ortaya çıkmıştır. Lakin bu süreç içerisinde Rum-Yunan ve destekçi unsurlarının özellikle de deniz yetki alanları ve doğal kaynaklar üzerine kriz çıkarma ve tahrirkar davranma çabasında bulunacakları da gözden kaçmamalıdır.
Tüm bu süreç içerisinde satranç tahtasına konularak adada domino etkisi ile Kıbrıs’ı değişik iç cephelerden Rum tezlerine yakınlaştırma çabası içerisinde bulunanların emellerinin tarü mar edilmesi ancak ve ancak Anavatan’ın Kıbrıs Türkünün yanında olması ile mümkün olduğu da unutulmamalıdır. Zira Kıbrıs’ta Türk-İslam hâkimiyeti halen Rum-Yunan ve batının gözünde bir kabus, korku ve tehdittir. Bu nedenle Anavatan’ın KKTC’de ivedilikle hava,deniz,kara üslerini kurarak bu çerçevede ada üzerinde konuşlanması ve bölgesel güvenliğin sağlanmasındaki rolünü daha da ileriye götürmesi zamanı gelmiştir. Zira hedef Türklerin Akdeniz’de ki hâkimiyet alanını sonlandırmanın denizler yolu ile gerçekleştirilmesi çabasıdır. Bu sinsi emellere Anavatan Türkiye Cumhuriyeti tarafından müsaade edilmeyeceği katidir. Şimdi bir olma Milli olma birlik olma zamanıdır.

Dr. Emete GÖZÜGÜZELLİ /Öğretim Üyesi
Girne Amerikan Üniversitesi/Siyasal Bilimler Fakültesi
Kafkassam kıbrıs

4

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir