KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gürcistan
  4. »
  5. Yeni süreç başlarken Siyasal Kürt hareketi kendini yeniden tanımlıyor!

Yeni süreç başlarken Siyasal Kürt hareketi kendini yeniden tanımlıyor!

Ömür Çelikdönmez Ömür Çelikdönmez - - 14 dk okuma süresi
362 0

2013-2015 Çözüm Süreci’nde masayı yıkan kimdi? Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, HDP’lilerle birlikte Dolmabahçe Sarayı’nda açıkladıkları 10 maddelik mutabakatın ardından, Erdoğan, HDP yöneticilerini eleştirerek, “Dün Meclis’te konuşma yapıyorlar siyasi partilerin başkanları. Bir tanesi iç savaştan bahsediyor, terör örgütü arkasında ya. İkide bir, Dolmabahçe mutabakatından bahsediyor. Ne Dolmabahçe mutabakatı? Nereden çıkmış böyle bir şey? Böyle bir mutabakat falan söz konusu değil. Bu iktidarın terör örgütüyle bir mutabakatı söz konusu değildir, olmamıştır” sözleriyle çözüm sürecinin rafa kaldırıldığını ilan etmişti.(1) Ukrayna dönüşü gazetecilerle sohbet eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Halen bu ülkede Kürt sorunu olduğunu söyleyenler siyasi Kürtçülükten rant sağlıyor. İzleme Heyeti gibi adımlar istismara açık. Başbakan Yardımcı’sının, şu an parlamento içinde olan bir grupla Dolmabahçe’de yan yana o resmi vermesini de şahsen doğru bulmadım” ifadesini kullanmıştı.(2)

Türkiye’deki okullarda bir süre öncesine kadar her sabah okunan ‘Andımız‛ içerisinde yer alan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene!‛ sözünden rahatsızlıklarından dolayı Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşların bir kısmının etnik kimliklerinin farkına varmalarının Türkiye’deki Kürt Meselesi‛ için başlangıç noktası oluşturduğunu iddia edenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te bir ‘ulus devlet’ olarak kurulmasının ardından, Kürt kökenli nüfusun yaşadığı bölgelerde, kuruluş öncesi beklentilerin gerçekleşmemesi üzerine bir tepki ortaya çıktığını da söylüyor.(3) Bu ve benzeri söylemler; İslamcı cenahın ve ABD/AB eksenli sivil toplum kuruluşlarının temel argümanını oluşturmuştu. Özellikle STK’lar aracılığıyla “Barışın toplumsallaştırılması”, “barışın yerelleştirilmesi” kavramları üzerinden yürüdüler. Terör örgütü bir anda barış güvercinleri uçuran STK gibi lanse edildi. Bunlara göre Türkiye, Kürt meselesinde, değişen dünya ve dönem koşulları nedeniyle tarihsel bakış açısında ve yönetim uygulamalarında değişikliklere gitmek durumunda kalmış, çözüm süreci ortaya çıkmıştır. Bu ekibin ‘analar ağlamasın’ sloganının arkasına sığınarak oluşturdukları gündem, terör örgütüne Güneydoğu bölgesinde daha pervasız hareket alan sağlamıştı. Arkasından ‘hendek savaşları’ başladı.

Unutulmasın 2013-2015 ‘Çözüm Süreci’nde ‘kilit aktör’ görünürde hükümetin inisiyatifine rağmen devletin bizatihi kendisidir. Çünkü Kürt meselesinin siyasi çözümü ve toplumsal barış inşası konusunda sivil toplum alanını sınırlandıran “güçlü devlet” geleneğidir. Türkiye’deki devlet geleneği bir yandan sivil topluma sınırlı bir alan açarken, diğer yandan bu alanı büyük oranda yönetti ve yönlendirdi. ABD ve AB eksenli STK’lar bu noktada Türkiye’de “devlet eksenli” ya da “devlet odaklı” bir sivil toplum geleneğinin olduğunun farkına vardıklarında Erdoğan çoktan masayı yıkmıştı. Şimdi yeniden Erdoğan’ın liderliğinde bir çözüm arayışlarından söz edilebilir. Erdoğan’ın önemi; yeni bir çözüm sürecinde; Türkiye’deki en geniş ve en güçlü sosyo-politik grubu oluşturan milliyetçi-muhafazakârları ikna edebilecek yegane önder olmasından kaynaklanıyor. Çünkü Kürt meselesinin siyasi çözümü büyük oranda milliyetçi-muhafazakâr toplumsal kesimlere bağlı ve bu kesimler üzerinde Erdoğan’ın tartışılmaz etkisi var.

2013-2015 Çözüm Süreci’nde STK’lar sınırlı düzeyde yer aldı. Çözüm Süreci’nde esas olarak AK Parti hükümeti ve ana-akım Kürt Hareketini merkeze alan lobicilik ve savunuculuk faaliyetlerine odaklandılar. Bunun yanı sıra, arabuluculuk ile Kürt meselesinin kamusal alanda tartışılması, barış kültürünün yaygınlaştırılması çalışmalarına katıldılar. Şimdi yeniden sahaya çıkmak isteyen STK’lardan söz ediliyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki Kürt siyasi parti ve grupları, sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları, Kürt siyasetinin içinde bulunduğu duruma çıkış yolu bulabilmek amacıyla, Diyarbakır’da toplandı. Toplantıda Kürtler arası birliğin sağlanması ve Kürtlerin sesini yükseltmesi önerisi öne çıktı. Kürtler Süreci Tartışıyor’ başlığıyla Diyarbakır’da düzenlenen toplantı aslında stardı verilen yeni çözüm sürecinin bir aşaması. Toplantıya, değişik görüşlerdeki Kürt siyasetçiler, sivil toplum örgütleri temsilcileri, meslek kuruluşlarının temsilcileri katılması dikkat çekici. Açılış konuşmasında HDP Şanlıurfa Milletvekili Osman Baydemir’in; Kürtler arasında birliğe vurgu yapması ve sorunun siyasi partilerde olduğu söylemesi önemli. Beş yıl önce 28 Temmuz 2012 Cumartesi günü BDP’li Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir bölge devletlerinin sinir uçlarını alarma geçiren ve beyinlerini zonklatan bir açıklama yapmış; “Özerk Kürdistan’ın başşehri Kamışlı’dır. Özerk Kürdistan’ın başşehri Diyarbakır’dır, özerk Kürdistan’ın başşehri Hevler’dir, (Erbil) özerk Kürdistan’ın başşehri Mahabad’dır” demişti.(4)

Baydemir’in konuşmalarından anlaşılan Türkiye’deki Kürt siyasal hareketinin aynı çatı altında toplanması ve güç birliğine gidilmesi. Ülke sınırları dışında kalan diğer Kürt hareketleri ile organik bağın oluşturulması. Farklı ülkelerdeki Kürtlerin siyasi partileri arasındaki sorunların çözülmesi. Baydemir’den sonra konuşan eski Mardin Belediye Başkanı ve deneyimli Kürt siyasetçi Ahmet Türk’ün sözleri bu toplantıya damgasını vurdu. Ahmet Türkü’n söyledikleri ana başlıklar halinde şöylece özetlenebilir; Ulusal sorunların ulusal çözümlere kavuşması için halkçı siyaset yürütülmeli, halkla birlikte siyaset yapılmazsa çok eksikler doğar. Bir ideoloji ne kadar iyi olursa olsun, ulusal sorunlar bir ideoloji üzerinden çözülmez. Halkın içinde farklı fikir ve öneriler mutlaka vardır. Bu farklılıklara saygı gösterilmeli. Siyaset yapan kişilerin eksikliklerini ve yanlışlarını düzeltmeleri gerekir. Doğrusu siyasetteki eksiklik, halkı siyaseti milleti ihanete götürür. Bugün Kürt halkının kazanımları ne kadar yüksek olsa da, Kürt halkı üzerinde kötü sonuçlar doğuracak siyaset yürütenleri de (terör) görmek gerekir. Yanlışlarla gündeme gelinmemeli (terör, hendek vs.) Özleleştiri yapılmalı.(5) Bu tenkit yapılmadan önce HDP Grup Başkanvekili Ahmet Yıldırım’ın, Türkiye’nin NATO ile yaşanan kriz hakkında “NATO’da insan onuruna yönelen bir uygulama ile karşılaştık. Bu ülkenin kurucusu olan Atatürk’ün ya da Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef alınmasının ötesinde; bu uygulamanın, hangi insana yapılırsa karşısında olduğumuzu, kabul etmediğimizi, doğru bulmadığımızı ifade etmek isterim” şeklinde konuşmasının, bir Türk vatandaşı bilinciyle hareket ettiklerini gösteriyor, belirlemesinde bulunmuştum.(6) Benim bu toplantıdan anladığım; yeni süreç başlarken siyasal Kürt hareketi kendini yeniden tanımlıyor!

Hatırlanırsa 22 Kasım 2017’de ‘Putin katkılı yeni çözüm sürecinde Türkiye’nin yol haritası ne olmalı?’ diye sormuş, devamında; “Türkiye milli birlik ve beraberlik ülküsüne zarar vermeden yarım kalan hesaplarını görmeye hazırlanıyor. Geçtiğimiz yıllarda fiyaskoya dönüşen ve ülkemizin güvenliğini tehdit eden çözüm süreci yeniden gündemde. Bir farkla. Önceki atraksiyonda arabuluculuğa soyunan üçüncü ülke bir Avrupa devletiydi. ABD ellerini ovuşturarak onayladığını yedi düvele ilan etmişti. Çözüm süreci bir dayatmaydı. Türkiye güvenlik tehdidini bertaraf etti, masayı yeniden kurdu ve şimdi kartı kendisi dağıtıyor. Kandil bu süreçte devre dışı. Yurt içinde kamuoyunun tepkilerini göğüslemek hiçte kolay olmayacağından bu işin vebali Putin’e ait. Yeni çözüm sürecimiz Putin katkılı.” demiştim.

Çözüm sürecinde neler yapılabilir? Türkiye DAEŞ’le mücadele bahanesine sığınarak PYD’ye her türlü silah ve mühimmat sevkiyatında bulunan ABD ile sorun yaşıyor. Türkiye tıpkı Rusya gibi ABD’nin elinden Kürt kartını almalı, işlevsizleştirmeli. Türkiye’deki yeni çözüm süreci arayışında HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’la ilgili adli sürecin bir an önce tamamlanması ve yasal prosedürlere uygun siyaset yapan Kürt kökenli politikacıların önünün açılmasının içerde olduğu kadar dışarıda da olumlu etkileri olacaktır. Özellikle Avrupa’da örgütlü Kürt diasporasının Türkiye düşmanlığı azda olsa frenlenebileceği gibi, her seferinde insan hakları ihlalleri suçlamasında bulunan şer odaklarının da önünü kesecektir. Alman istihbarat örgütlerinin Alman medyası aracılığıyla Avrupa’da yaşayan Kürtleri provoke etmeye yönelik, Ocak 2013’te Fransa’nın başkenti Paris’te gerçekleştirilen Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez cinayetlerinin arkasında MİT’in olduğu iddiaları bir an evvel açıklığa kavuşturulmalı. Fetö terör örgütünün Türkiye’nin başını ağrıtan bu operasyonları bir an önce günışığına çıkarılmalı. Türk vatandaşı Kürtlerin siyasi ve kültürel talepleriyle ilgili yasal düzenlemeler yeterince yapıldı.

Terörle mücadelede sivil unsurların zarar görmemesi için gerekli hassasiyet zaten gösteriliyor. Türkiye sınırları dışında yaşayan Kürtlere yönelik her türlü diyalog ve temas, Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşlar üzerinde daha etkili olacaktır. Örneğin geçtiğimiz günlerde İran ve Kuzey Irak’ı etkileyen deprem felaketinde Türk Kızılay’ının aktif şekilde yardım malzemelerini seferber etmesi takdirle karşılanmıştır. Bu nedenle İran, Irak, Azerbaycan ve Suriye Kürtlerine yönelik diyalog ve temaslar içeride olumlu yansımasını mutlaka gösterecektir. Güneydoğu’da yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın Kuzey Irak referandumunu ve Suriye’deki PYD hareketliliğini yakından takip ettikleri bir gerçek. Bir başka gerçekte kendilerini Irak, İran ve Suriye Kürtleriyle özdeşleştirmeleri. Bu olgudan hareketle Türkiye kendi büyüklüğüne ve devlet geleneğine yakışır şekilde Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşlarını onandıracak ve adı geçen diğer ülkelerde yaşayan hısımlarını kucaklayacak bir politika gerçekleştirmeli. Bu strateji içerden dışarıya doğru değil dışarıdan içeriye doğru düzenlenmeli.” Önerisini gündeme getirmiştim.(7)

Kürt coğrafyasında tek başlı bir siyasal örgütlenmenin kurumsallaşması söz konusu değil. Irak Kürdistanı’ndaki politik oluşumlar aşiret bazında ve çok daha yerel özellikler taşıyor. Bu açıdan bakıldığında Abdullah Öcalan’ın lideri olduğu PKK, rakibi ya da muadili diğer Kürt örgütlerine göre Kürdistan coğrafyasında bölgesel bir kapsama alanına sahip. Peşmerge’nin Suriye, İran ve Türkiye’de etkisinin sınırlı olduğu hepimizin malumu. Zaten Türkiye’deki Kürtlerin büyük çoğunluğu Peşmerge’ye; Barzani ailesinin muhafız alayı gözüyle bakıyor. PKK Türkiye, Suriye İran ve Irak Kürtlerinin derin örgütü. En başarılı olduğu bölge Suriye’de Rojava.(8) Bu durum göz önünde bulundurulmalı.

Bakınız:
1- http://www.internethaber.com/erdogandan-hdpye-dolmabahce-cikisi-1587471h.htm
2- http://www.haberturk.com/gundem/haber/1056503-erdogan-izleme-heyeti-de-dolmabahce-toplantisi-da-yanlis
3- tps://www.jasstudies.com/Makaleler/1547160663_31-Okutman%20Taner%20Zorbay.pdf
4- http://www.haberturk.com/gundem/haber/762690-baydemir-kurdistan-icin-4-baskent-saydi
5- https://www.amerikaninsesi.com/a/kurt-siyaseti-cikis-yolu-ariyor/4177327.html
6- http://tr.zer.news/2017/11/hdp-den-nato-turkiye-krizi-aciklamasi.html
7- http://kafkassam.com/putin-katkili-yeni-cozum-surecinde-turkiyenin-yol-haritasi-ne-olmali.html
8- http://kafkassam.com/turkiye-gormeden-pkk-pjak-hakkariden-irana-neden-saldirdi.html

Ömür Çelikdönmez
Twitter: @oc32oc39

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir