KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. YALÇIN HATUNOĞLU: ÜLKÜCÜLÜK BALKONA İSLAMCILIK SARAYA

YALÇIN HATUNOĞLU: ÜLKÜCÜLÜK BALKONA İSLAMCILIK SARAYA

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 16 dk okuma süresi
182 0

Bu başlıkta bu konuyu ele almamızın sebebi milliyetçi siyasi bir figürün, milliyetçi liderler arasında, iktidar iddiasını sürdüren, tek milliyetçi lider olan ÜMİT ÖZDAĞ için söylediği “saksıda yetişmiş milliyetçi” ifadesini tahkir etmek için kullanmış olmasıydı.
İşin ilginç yanı bu ifadeyi kullanan zatı şahanenin 12 Eylül sonrası ülkücülere önerisi olayları balkondan seyretmek idi.
Türkçülük, Türk Milliyetçiliği ve bunun Türkiye siyasetindeki temsilcileri ülkücüler, bütün bu
yaşananları balkondan seyretmeyi önerenlerle yol yürüyebilir mi?
Modern dönemin en büyük Türk sivil hareketi ülkücü hareket içerideki ve dışarıdaki iddialarından vazgeçmesi anlamına gelecek olan, “balkondan seyretmek” tabiri ile kırk yılını iktidar mücadelesinden uzak tutularak! kaybetmiş olabilir mi?
Bize balkon tavsiye edenler, Türk kavramını yeryüzünden, Türkiye’den ve anayasadan silmek isteyen islamcılığı iktidara taşıyarak hedeflerine bir adım daha yaklaşmış olabilirler mi?
Türkiye demografik işgale maruz kalırken, demografik işgali ve Suriye’nin kuzeyinde kurulan terör devletini de balkondan mı seyretmemiz öneriliyor.

Bütün bunlar neden balkondan seyredilemez tarihin içinden tarihin ürettiği ve bize yüklediği sorumluluklarımızın modern döneme denk düşeni Rus Çarlığının imparatorluğa dönüşmesi ile başladı.

Rus imparatorluğunun büyümesi ve genişlemesi ile büyük bir Türk nüfusu, Rus Çarlığının Türk topraklarını işgali ile Rus esaretine maruz kaldı.
Rus çarlığı modernleşirken yönetimi altındaki
Türkleri de modernleştirmeye katmak için modernleşme politikasını, Türk unsura da uygulayarak aradaki kültür, dil ve din farkını önemsizleştirecek ortak bir değere ulaştırma stratejisinin temel amacına dönüştürdü ama bunda da esas gaye Türkleri Rus kültürüne entegre etmekti.
Fakat bu modern eğitim modeli Türklerin milli kimliğini daha iyi kavraması yönünde önünü açtı. Bu dönem açılmış modern eğitim modelini uygulayan okullarda okuyan Türk çocukları Rusların baskın rusluk vurgusu içeren eğitimi içerisinde milli kimliklerinin farkını daha net idrak edebilmiş ve milli duygularını daha çok canladırmıştı.
Milli fikir ve düşünceler somut şekilde ortaya çıkmış ve işgal altındaki vatanı ve kültürel kimliği ile Türklük aslında artık uluslararası probleme dönüşmüştür.
Türk kimliği adına yapılan bu çalışmalar, Türkçülük ismini alarak Türklerin yaşadığı uluslararası problemleri çözmek için ortaya çıkmış bir fikir hareketine dönüşmüş oldu.
Bu uluslararası problemlemi ise basitçe tarif edersek, toprakları işgal edilmiş özgürlükleri ellerinden alınmış ve kültürleri yok edilmeye çalışılmış Türklerdir. Türklerin özgür ve bir arada yaşama fikri bu durum sebebi ile bir varoluş hareketi olarak doğdu.
Bu dönemin önemli isimlerinden olan Gaspıralı İsmail Bey ise “Dilde,
fikirde, işte birlik” sözüyle Türk milletinin birlikteliğinin temel ilkelerini ve stratejisini de ortaya koymuş oldu. Bu strateji aynı zamanda Türk aydınları tarafından Turan kavramı ile sembolize edilerek Türk ülküsü kavramına da dönüştürülmüştür.
Bu düşüncenin amacı, Türklerin özgür ve bir arada yaşayarak ortak dilini kaybetmemek ve bu dilin sağladığı fikir birliğini ve birlikte hareket etme yeteneğini kaybetmemektir.
Türklerin batı tecrübesi olan Osmanlı devleti ise bu dönemde varlığını sürdürmekteydi, Türklerin geleneksel yönetim anlayışı olan farklılıkların bir arada yaşaması kültürünün son temsilcisi olarak modern devlet anlayışının getirdiği değişimlerin sağladığı imkanları her alanda kullanmak yerine “sadece idari varlığını” sürdürebilmek için farklı ulus kimliklerinin güçlenmesine müsaade eden stratejisi ile de kendi sonunu da hazırlamış oldu.
Bu da içerde tepkisel bir Türklük bilinci oluşmasını sağlayan ilk sebeplerdendir denebilir.
Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu problemin esas kaynağı içerde ve dışarda Türk adının ve varlığının inkar ve ihmal boyutuna ulaşmış olmasıydı. Buna cevap ise modern Türkiye Cumhuriyeti devletinin Türk adı ile kurulması verilmiştir.
Atatürk sonrası gelen yönetimlerin modernleşmeyi batıya ram olmak uşak olmak hatta aşık olmak anlamına gelebilecek bir teslimiyetçilikle, Türk varlığını bütünsel tarihi kültürel kimlik boyutunu içine alan şeklini içermeyen inkar boyutuna ulaşmış, tarihsel kimlikten yoksun köksüz tarihsiz bir ulus yaratma projesine dönüşmüştür.
Türkiye de ilk defa Türkçülük,Türk
milliyetçiliği ve Türk siyasetinde ülkücülük çizgisi diye tarif edeceğimiz bir örgütsel yapının ortaya çıkması ile geniş kitleler tarafından fark edilmiş oldu.
İşte ülkücü diye tarif edeceğimiz kimlikte bu problemi çözmeyi ideal edinmiş kişilerin fikri aksiyon kimliğine dönüşmüş oldu.
Tabi ki bu bu kadar basit tezahür eden bir sosyal değişim ve milli bir algı oluşturamadı içeride bir sürü farklı ses farklı ideoloji bu varlık mücadelesini bırakın anlamaya çalışmayı önlerinde bir engel olarak görüp ciddi bir mücadelenin karşı tarafı oldular.
Esasında ekonomik paylaşım ideolojisi olan sol ideolojiler milli kültürel kimlik öğelerini bile hedefe koyarak işi ekonomik paylaşım probleminden kültür devrimine varan bir stratejik mücadeleye dönüştürdüler.
Zaman zaman da Kemalist rolü yaparak devletin hassasiyetlerini koruma görevi üstlenmiş bir takım kurumlar üzerinden de güç devşirdiler. Bu devşirilmiş güç üzerinden ise İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan batı ve doğu bloku arasında yaşanan soğuk savaşta,işlerine çok yarayan bir pozisyon almış oldular çünkü Sovyet tipi sosyalizm hayallerine dillendiren bu guruplara, Batı blokunu seçmiş Türkiye Cumhuriyeti devletinin müsade etmesi mümkün olmazdı. Bu arada Türkiyenin batı kulübünde yerini almasının gerekçesi ise Sovyet
Rusya’nın Türklere uyguladıkları ayrımcı ve Türklerin birbirinden farklılaşmasını hedefleyen
politikaları değildi bizzat Sovyet Rusya tarafından dillendirilen boğazları işgal tehdidi korkusu idi.
Bu soğuk savaş esnasında Türkiye de modernleşmeyi batıya tamamen ram olmak olarak algılayan zihinsel
yetersiz aydın tipi, milli kimliğin bir varlık problemi olduğunu anlayamayacak kadar güdük zihinsel bir kapasite ile Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin yani milli kimliğin sahadaki varlığını, ülkücüleri
tehlike olarak görüp CIA kurgusu ile yapılmış 12 EYLÜL darbesinin hedefine koydular ve tankların kafamızın üzerinden geçerken ortaya çıkaracağı bir sonuca denk gelecek şekilde fikri varlığını ezerek yok ettirmek istediler.
Bu fikri varlığın ezilmesinin ilk nişanelerinden biri de, tüm dünyanın uğruna savaştığı enerji ve maden kaynakları zengini Türk coğrafyasındaki problemlerin de kaynağı olan mücadeleden çekilmemizi sağlayacak psikolojidir ki bunu da 12 Eylül zindanlarında eziyet görmüş işkence görmüş ülkücülerin liderliğini yapmış kişilere “balkondan seyretmek” stratejisini önererek
yaptırmaya gayret edenlerde genelde İslamcılık rüzgarının doğmasını sağlayan içerideki Entelijansiya idi.
Bugün Türkiye’de islamcı kökenden gelen bir iktidar var ve bu iktidar düşünsel ve fiili varlığını kültürel milli kimlik üzerinden değil, din üzerinden tarif ediyor.
Lakin aslında problem din üzerinden tarif edilmesi de değil, tarif ettiğini sandığı dinin bu ülkedeki milli kimlik ile ilgisi olmayan, dini araçsalaştıran, aletleşmiş din siyaseti olmasıdır.
Bu din anlayışı 12 EYLÜL darbecilerinin kulaklarına CIA’nın gerekçeler fısıldayarak yaptırdığı ve çevirilerle beslettiği ithal İngiliz icadı arabi bir dindir.

Peki buna niçin karşı çıkıyoruz?
Biz beş bin yıldır tarih sahnesinde varlığı tarihi bilgilere dayanılarak ispat edilmiş bir milli kimliğin yaşayan temsilcileriyiz. Milletimiz tarihsel süreç içinde yüksek deneyimler elde etmiş bunlarla
insanlığa büyük katkılar sunmuştur.
insanlık insani değerler açısından çok sıkışmış durumda. Eğer milli kimliğimiz varlığını sürdürebilirse, tüm insanlığa, yeniden imkanlar sunabilir temel özelikleri barındırıyor. Bu çok uzun yazıların ve kitapların konusunu teşkil edecek bir alandır.
Burda ki mücadele İddiamız da Batı icadı İslamcılık ile batı icadı Türkçülüğün kapışması değildir.
İslamcılık idealize sistemi ile bize modern dünyanın karşısında tutunabilmenin şartı olarak tarihsel bir şey öneriyor ama bu bir tarih analizinden dünü bugünü anlama yarını yaratma çabasından daha çok bir tarihsel bir dönemi seçerek onda yaşama arzusu yaratma psikolojisinden ibaret. İlginç olan da yolculuğun tarihin tüm dönemlerinde ki tecrübeleri de inkara götüren değersiz kılan bir yolculuk olması, geçmişte başka insanların başka tarihte kalmış şartlarda yaşanmış dönemsel mutluluklarının (eğer o da doğruysa) ideası ile ilkel kabileye dönüş distopyasını öneriyor, diğer yandan iktidar hevesi ile tüm ahlaki değerleri alt üst edecek stratejilere savrulacak kadar bölünmüş bir bilinci imkana çevirerek meşrulaştırma mantalitesi ile günlük iç siyasi başarılardan beslenmek gibi bir hastalığı tüm topluma şamil kılmaya çalışıyor. İslamcılık bu şekli ile bizim bildiğimiz bütün tarihsel kültürel kimlikleri yok etmek üzere dizayn edilmiş olarak görünse bile, aslında yok etmek üzere hedefe koyduğu tek kimlik Türk kimliğidir. Çünkü modern dönemde dizayn edilirken din adı altında Arap kültürünü merkeze alarak dizayn edilmiştir. Bin yıl Türklerin yönettiği Arap coğrafyasından bir arabi yönetim geleneği kalmamış idi önce onlara başkasına düşmanlık üzerinden bir mücadele kimliği kazandırıldı ve arabi İslamcılık da tüm tarihi geleneği yok saymak üzerine kurgulandı,
Peki modern dönemden bütün fikirler nasibini almış değişime uğramış ise – ki buna hristiyanlık inancı ve kültürü de dahildir-
İslamcılık neden hastalıklı anakronik bir tavır ile tarihsel döneme dönüşü idealize etmektedir?
Bence üstünde en çok düşünülmesi gereken ve aslında zokayı yuttuğumuz yer de burasıdır.
Çünkü son bin yılda islam dini ve Türklük kimliği iç içe geçmiş tekleşmiştir.
Bundan da bir İslamcılık îcâd etmeye gerek yoktur.
Bu tarihsel doğal akıştır ve modern Türkiye
cumhuriyeti de bu doğal akışın sonucudur.
Türkiye’de İslamcılık, ilk olarak aslında bağımsızlığını kazanmış Türk devletine karşı muhalefet oluşturmak isteyen İngilizler tarafından modernite karşıtı bir dini motif olarak desteklendi ve anakronik bir idealizenin kaynağı olan dindarlığı idealize eden Mustafa Sabri üzerinden dizayn
edildi.
12 EYLÜL sonrasında da tüm cemaatlerin ve tarikatların muhalif söyleminin merkezine oturtuldu.
Bunun merkeze oturtulmasının ortaya çıkardığı sonuç ise Türk milli kimliğini tartışmanın odak noktasına koyup aslında bin yıllık din ile birleşmiş olan kimliği tartışmaya açarak islam inancı ile
şekillenmiş kimliğin îcâd edilmiş bir din algısı tarafından yok edilmesi idi.

Oysa Türkçülük bir varlık refleksidir.
Ve Bugün yaşadığımız şey tam olarak budur; beş bin yıllık kimliğin son bin yılda edindiği tüm milli kimlik kazanımlarının yok edilmesi çabası ile mücadele etmek.
Türklüğü tarihsel geçmişinden yani inanç değerlerini oluşturan ve inanç değerleri yaratan birikimden uzaklaştırmak isteyenler modern dönemin aptalları ve hainleri idiler. Aslında bugün onlarla aynı işlevi din adına konuşanlar yapıyorlar ve tek bir hedefleri var
“dinsiz Türk” yaratma projesinin Türkiye piyonlarının başlattığı proje
bugün
“Türksüz din”. Yaratma projesinin piyonlarına görevi devr etmiş görünüyorlar.
İktidar iddiası olmayan Türk milliyetçileri bugün bu projelere aparat olmaktan ileri gidemezler.
Avrupadan yüz yıllardır atılmaya çalışılan soykırımlara sürgünlere uğrayan Türklerin bu problemleri aslında uluslararası bir problemdir ve problem de ancak Türklerin bunu fark etmeleri ve çözmeye çalışmaları ile çözülecektir. Bunun adı da Türkçülüktür, Türkçülüğün üç ana ilkesi vardır “dilde fikirde işte birlik”
Bu ilkelerin bize yüklediği sorumlulukların başında dilimizi fikrimizi işlerimizi ortaklaştırmanın yol ve yöntemlerini geliştirmek çabası olmalıyken, iktidar iddiası olmayan siyasi örgütlerin, Türksüz din projesi taşeronlarına aparat görevi ifa ederken bu büyük davaya ve mücadeleye katkı sunmaları beklenemez.

YALÇIN HATUNOĞLU

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir