Bir yanda Rusya diğer yanda NATO’lu müttefikleri ile ABD arasındaki krizin güvenlik sorunları nedeniyle şiddetlenmesinin, uluslararası ilişkiler sisteminin bütünü üzerinde önemli ölçüde etkisi bulunuyor. Bu krizin müteakip gelişiminin yankısının Ortadoğu’ya ulaşacağına şüphe yok.
Ukrayna ve çevresindeki durum, bu gerilimin arkasındaki temel sorunlardan biri sayılıyor. Batılı politikacılar, Rus kuvvetlerinin bir kısmının ülkenin batı bölgelerindeki Rus-Ukrayna sınırına sevk edilmesine atıfta bulunarak, Rusya’yı Ukrayna’yı işgal etmeye hazırlanmakla suçluyor. Bu, Rus liderliği tarafından hiçbir anlamı ve delili olmayan bir iddia sayılarak kesin olarak reddedildi.
Elbette Moskova, Rus kuvvetlerinin belirli bir şekilde ülkenin batı bölgelerinde ve kendi topraklarında yeniden konuşlandırılmasını bir egemenlik hakkı olarak görüyor. Kuvvetlerinin bir kısmının içerideki bu hareketi, herhangi bir tarafın çıkarlarını tehdit etmiyor. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, durumu körükleyen ve Rusya’yı ‘benzeri görülmemiş’ yaptırımlarla tehdit eden Batı’nın, ülkesini suçlayarak Ukrayna’da ‘küçük bir savaş’ çıkarmak istediğini söyledi.
Buna ilaveten Moskova, Ukrayna’ya silah tedarikini, NATO’ya dahil etme planlarını, Ukrayna topraklarında taarruz silahlarının konuşlandırılmasını Rusya’nın güvenliğine yönelik varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Ukrayna’da Moskova’ya 5 dakikalık varış mesafesindeki ABD füzelerinin konuşlandırılması ihtimaline Rus liderliğinin sert bir şekilde tepki vermesine şaşmamalı, Kremlin buna izin veremez. Moskova’nın, Aralık 2021’in ortalarında Washington ve Brüksel’e gönderdiği belgeler (mutabakat ve anlaşma taslağı) aracılığıyla, ABD ve NATO’ya Ukrayna ve Gürcistan’ı ittifaka dahil etmemek dahil Rusya’nın güvenliği için yazılı garantiler verme çağrısı yaptığı artık biliniyor.
Neden yazılı? Çünkü geçmişte ABD, önce eski Sovyet Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’a, ardından Boris Yeltsin’e, NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği sözünü vermişti ve bu söz, müzakere protokolleriyle belgelenmişti. Bu sözler daha sonra tutulmadı ve ittifak doğuya doğru iki devrede genişledi. Dolayısıyla şimdi, elbette, hiç kimse sözlü vaatlere inanmayacaktır. Aslında Putin’in Gorbaçov’un Rusya’nın güvenlik çıkarlarını dikkate alan bir anlaşma imzalamadan Soğuk Savaş’tan çıkmasına olanak tanıyan hatasını düzelttiği söylenebilir.
Moskova’nın önerilerine, Sovyet liderliğinin 1941’in sonlarında Moskova’nın eteklerine ulaşan Nazi güçlerine karşı yapılan karşı saldırının başlangıcında Sovyet halkına yaptığı bilinen çağrıyla bağdaşlaştırılarak ‘Putin’in ültimatomu’ adı verildi. Bu çağrıda şu söylenmişti: “Rusya büyük ve güçlü, ancak geri adım atmanın bir yolu yok, çünkü Moskova arkada.” Bu çağrının Rusların gönlünde ve ruhunda bulduğu büyük karşılıktan bahsetmemize gerek yok. Zira Büyük Vatanseverlik Savaşı’nın hatırası hala güçlü. Batı, her ülkenin ittifaka katılıp katılmama konusunda bağımsız bir karar verme hakkına sahip olduğunda, ittifakın da uygun gördüğü şekilde kararını kendisinin verdiğinde ısrar ediyor.
Ancak bu durumda Rusya’da şu sorunun sorulması oldukça doğal; ABD, Meksika veya Kanada gibi komşu ülkelerin – tamamen varsayımsal ve teorik olarak- düşman bir askeri ittifaka katılması söz konusu olsaydı nasıl davranırdı?
Bu bağlamda, ABD ile Sovyetler Birliği’nin neredeyse bir nükleer savaşın eşiğine geldiği 1962 Küba krizine atıfta bulunmakta fayda var. Bu arada, 2001’de Rusya, Amerikalıların ‘Lourdes’ adını verdiği ve Havana’nın bir banliyösü olan Torrence’de bulunan elektronik dinleme istasyonunu kapattı. Bazı Rus analistler, mevcut koşullar altında faaliyetlerine devam etseydi istasyonun çok faydalı olabileceğine inanıyor. Akademik olarak tarafsız olmaya çalışsak bile Moskova’nın argümanındaki güçlü mantığı görmemek elde değil. Moskova, savaş olasılığını dışlıyor, müzakerelere ve diplomasiye güveniyor. Bugün benzeri görülmemiş bir şekilde birleşmiş Rus kamuoyu, bir uzlaşmaya varma olasılığının olduğuna inanıyor, ama bu Rusya’nın çıkarları pahasına olmamalı.
Geriye şu sorular kalıyor; Rus ve Amerikan heyetleri arasında 10 Ocak’ta Cenevre’de devam eden bir dizi görüşme, ardından, 12 Ocak’ta Rusya-NATO Konseyi çerçevesinde Rus heyeti ile NATO arasındaki görüşme, yine 13 Ocak’ta Rusya Federasyonu ve AGİT temsilcileri arasında yapılacak görüşme nasıl sonuçlanacak? Moskova’nın gerçekten geri adım atacak yeri kalmadığı göz önüne alındığında, mümkün olan herhangi bir orta yol var mı?
Elbette Rusya’da kimse savaş istemiyor, özellikle de kardeş Ukrayna halkı ve milyonlarca Rus’un yaşadığı Ukrayna’da. Bununla birlikte, birçok Batılı analist, Rusya ve ABD’nin katılımıyla Ukrayna’daki savaşı kazanma şansını tartışıyor. Oysa ABD tarafında henüz böyle riskli bir girişimde yer almak konusunda büyük bir isteklilik görmüş değiliz.
Aynı zamanda, ABD’li liderlerin ve NATO’daki müttefiklerinin, küresel askeri ve siyasi arenada meydana gelen büyük değişikliklerin henüz farkında olmamalarından korkuyorum.
Bugün dünya artık eskisi gibi değil, onunla ilgili eski fikirlerini bırakmalarının zamanı geldi. Elbette, Mike Davis’in bir keresinde dediği gibi: “Kelimenin tam anlamıyla ütopya, bir cennet hayali değildir, gerekli olanın gerçeğe karşı bir savunmasıdır.” Ancak korkarım ki NATO ütopyası dünyanın yeni gerçekleriyle çarpıştığında ayakta kalamayacak. Rusya’nın askeri gücü de bu en önemli yeni gerçeklerden biridir.
Amerikalı uzmanlar arasında Washington’u illüzyonlardan vazgeçmeye çağıran sesler öne çıkıyor. Eski bir ABD ordusu askeri, emekli albay ve muhafazakar analist Douglas McGregor’a göre, Joe Biden yönetiminin ulusal savunmaya 768,2 milyar dolar harcamasına, buna karşılık Rusya’nın Güney Kore’nin 48 milyar dolarlık askeri bütçesinden dahi daha az olan 42.1 milyar dolar harcamasına rağmen, Rus kara kuvvetleri, ABD Ordusu ve Deniz Piyadeleri’ne karşı savaş kabiliyeti ve saldırı gücü bakımından üstündür. Rusya’nın konvansiyonel silahlı kuvvetlerinin üstünlüğü, bu özel durumda, kısmen, Ukrayna’da sınırlarının yakınında savaşacak olmaları gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
Buna, geleneksel olarak yüksek eğitim, mücadeleci moral ve vatanseverlik duygusunun, topraklarını savunmaları gerektiğinde Rus ordusunu motive edeceğini ve birleştireceğini ekleyebilirim. Amerikalı askeri analistin (Rus değil Amerikalı olduğuna dikkat çekiyorum ve sosyal ağlardan gördüğüm kadarıyla bu tür değerlendirmelerde hiç de yalnız değil) Putin’in askeri reformunun ve yeniden silahlanmanın önemli sonuçlarına işaret etmesi tesadüf değil. Kendisi ayrıca Rusya’nın artık mobil, operasyonel olarak esnek, iyi eğitimli ve güçlü, bilhassa topçu ve taktik balistik füzeleri etkin olarak kullanan silahlı oluşumlara sahip olduğunu da yazıyor.
Buna karşılık MacGregor’a göre, Polonya sınırının arkasında ABD ve NATO birliklerinden oluşan heterojen bir grup var. Uzun yıllar süren iş birliğine rağmen, özellikle ABD sınırından çok uzakta tek bir güç olarak etkin bir şekilde savaşmakta zorlanacaktır. Afganistan ve Irak örneği, ABD müttefiklerinin askeri çabalarına ekleyecek çok az şeyleri olduğunu gösteriyor.
Amerikalı analist, savaşı ateşlemeye çalışanları uyararak ekliyor: “Washington’daki yozlaşmış ve ahlaki açıdan iflas etmiş siyasi elitler bir mayın tarlasına adım atıyor.”
İcat edilmiş bahanelerle uygulanacak ‘benzeri görülmemiş’ ABD yaptırımlarına gelince, Rusya, SWIFT sisteminden dışlanması dahil olmak üzere bu yaptırımlara hazırdır. Böyle bir durum için hazır kendi sistemi vardır. Eski İngiliz diplomat Alastair Crooke, Rusya 2015’te Suriye’ye girdiğinde ve Rus ordusu Washington’un Suriye hükümetini devirme planını engellediğinde Batı’nın uğradığı şaşkınlığın büyüklüğünü hatırlatıyor. Belirttiğine göre, bugün verilen mesaj ise şudur: Ya Ukrayna’yı Finlandiyalaştırırsınız (Finlandiya gibi yaparsınız) ya da Rusya bunu sizin için yapar.
Bu arada, böyle bir sonuçta kardeş Ukrayna halkı için kötü bir şey görmüyorum.
Vitaly Naumkin
Rusya Bilimler Akademisi ve Doğu Bilimleri Enstitüsü Bilim Direktörü