KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Rıdvan Seyyid: İran neden varoluş mücadelesi yürütüyor?

Rıdvan Seyyid: İran neden varoluş mücadelesi yürütüyor?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
346 0

Yıllardır İran bugün olduğu kadar şiddetli bir mücadele yürütmedi. Öte yandan, İran ve milislerinin karşı karşıya olduğu zorluklar çetin, hatta çok çetin.

Yedi yılı aşkın bir süredir İran, Yemen’i kontrol etmek, Suudi Arabistan’ı tehdit etmek ve Umman Denizi, Babul Mendeb ve Kızıldeniz’de seyrüsefer güvenliğini tehdit etmek istiyor. Bununla birlikte, son aylar, Suudi Arabistan’ın güvenliğine yönelik füzeler ve insansız hava araçlarıyla meydan okumanın yanı sıra, Marib’in kontrolü için çok şiddetli mücadelelere tanık oldu ve tanık oluyor. Tüm bunlara ilaveten Husiler küçük büyük çok sayıda kişiyi öldürerek korku salmak için kasıtlı olarak mülteci kamplarına ve sivil mahallelere saldırıyor. Beş ay içinde Husiler en az on binlerce unsurunu kaybetti ve binlercesi yaralandı. Ancak bu, Husileri ne korkutuyor ne de caydırıyor. Peki, savaş suçu işlemek ve büyük kayıplar vermek için bu ısrar neden?

Yemen’de yaşananların bir benzeri Irak’ta da yaşanıyor hem de daha vahim bir şekilde. Yemen’de durum biraz belirsiz. Irak’ta ise İran insansız hava araçları ve roketleri her yeri vuruyor ve Başbakan Kazimi’ye suikast girişiminde bulunmaktan çekinmiyorlar. Tırmandırma, seçimlerdeki başarısızlığın akabinde gelmiş gibi görünüyor. Ne var ki İranlıların seçimleri umursamadığını ve bu kez seçimler için fazla bir şey yapmadıklarını biliyoruz. Hal böyleyken, şiddetli şiddet için bu ısrar neden, özellikle de şimdi?

Beyrut’u işgal ettiği 2008’den itibaren Hizbullah, genellikle, soğukkanlı davranıyor ve seçimlerde kazanacağı şu ya da bu zaferi umursamıyor, çünkü istediğini silah zoruyla ya da göz kamaştırarak elde edeceğinden emin. Dahası yaklaşık bir buçuk yıldan bu yana ilk kez hükümetin kurulması için çok çabaladı. Ardından, birkaç hafta önce, gücü ve kendisiyle gururlu Hizbullah kendisini ve sabrını kaybetti. Hükümetin çalışmalarını askıya aldı, Bakan George Kordahi’den vazgeçmedi, Lübnan Kuvvetleri Partisi lideri Samir Caca’yı 100 bin savaşçıyla tehdit etti, peki ne değişti? Kendisine Sünnilerden sonra Hristiyanları da kaybettiren bu aceleci ve tedirgin eylemlerini tetikleyen ezici tehlike nerede?

Mesele Yemen, Irak ve Lübnan ile sınırlı değil, aynı şey Suriye’de de yaşanıyor. Şii milisler ilk kez Suriye’nin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda Ruslar ve rejim güçlerinin yanında savaşırken İran, merkezlerinin İsrail’in ağır darbelerine maruz kaldığı güney ve orta bölgelerde kendisini ve milislerini savunmuyor. İran, orta ve güney Suriye’yi bırakıp Irak sınırına mı yerleşmek istiyor, yoksa mesele Suriye üzerinden Lübnan’a ve Akdeniz’e giden yolu açık tutmak ve efsaneyi sürdürmek mi?

Son zamanlarda bu yöndeki tuhaflıklar tükenmiyor. İran için doğuda alevlenmiş iki cephe bulunuyor: Azerbaycan cephesi, Afgan-Taliban cephesi. Her ikisi de hafife alınmamalı, özellikle de Suriye’deki İran gerginliğinin Türkiye’nin meydan okumasıyla karşı karşıya olduğunu not edersek. Azerbaycan ile gerginlikte de Türkiye güçlü bir şekilde mevcut.

Geçtiğimiz 20 yıl boyunca, İran’ın Arap ülkelerine yaptığı tüm müdahalelerle ABD’yi kızdırmak ve ilgisini çekmek istediğini savunduk. Ancak 10 yıldan fazla bir süredir ilk kez Amerikan ve İran tarafları, birbirlerinden umudu kesme noktasına ulaştılar. Biden günlerinde ABD, ilk önce Trump’ın 2017’de ayrıldığı 2015 nükleer anlaşmasına geri dönmek istedi. Şimdi daha fazlasını istiyor ve balistik füzeler ile insansız hava araçlarının nükleer programdan daha tehlikeli olduğunu iddia ediyor! İran ise, müzakerelere yaptırımların kaldırılmasının eşlik etmesi gerektiğinde ısrar ediyor. 29 Kasım müzakerelere dönüşün tarihi olarak belirlendi, ancak o zamana kadar ne olacağını kim bilebilir?

Başka bir yöne bakalım. Irak Başbakanı Kazimi, biraz bağımsız hareket etmeye çalıştı, ancak aynı zamanda Tahran ile ilişkileri koruma konusunda da özenliydi. Ancak İran ile bağlantılı milisler, onu öldürmek amacıyla insansız hava araçlarından atılan roketlerle evini hedef aldı. Lübnan’da Hizbullah ve Emel Hareketi’nin destekçileri Beyrut’un Hristiyan sokaklarında gürültülü bir gösteri düzenlerken kurşuna yağmuruna tutuldular ve 7 Şii öldü. Dolayısıyla durum her bakımdan gergin. Orada burada yükselen seslere her zaman kızanlar, daha önce olduğu gibi hatta daha fazla tehditlerde bulunmaya geri döndüler. Artık ne ihmal ediyor ne de hafifsiyorlar!

Yeterince kötü olan bu sahnede savaşı çok yaklaştıran bir husus da, İsrail’in Suriye’de İran ve Hizbullah merkezlerine yönelik saldırılarını eşi benzeri görülmemiş bir şiddetle sürdürmesidir. İşleri daha da kötüleştiren, bir yandan yeni İsrail Başbakanı’nın Rusya ve Putin’i ziyaretinden sonra bu hava saldırılarının yoğunlaşması, diğer yandan İsrailli gazetelerin Başbakan’ın ziyaretinde İran’ın Suriye’den çıkarılması (!) konusunda anlaşıldığı iddiasıdır.

Son birkaç yıl boyunca İran, 4 Arap başkentini kontrol etmekle gururlandı. Ancak bugün İran, yıkıcı bir savaşla bile olsa 4 başkenti, hatta 4 ülkeyi yerle bir etmeye kararlı görünüyor. Böyle yaparak ABD’yi cezalandırmak, istiyor gibi görünmüyor, aksine bu, silahlı Hizbullah liderinin konuşmalarında yeniden ortaya çıkan tüm Araplara karşı saf bir nefrettir. Bu konuşmalarda gün yüzüne çıkan mezhepsel kavgalar da eksik değildi.

Bu ayrıntılı betimleme açıklama için yeterli olmadığı gibi, anlamaya da pek yardımcı olmuyor. Aksine İran ve müttefiklerinin yaptığı, savaş ve yıkımla tehdit etmek, Arapları İran’a karşı olası ve olası olmayan suçlarla mantıksız bir şekilde itham etmektir. Bunlar İran’ın, yalnızca Suudi Arabistan değil, Kazimi’ye karşı bile kullanılan insansız hava araçlarından sonra unutulan terörizmle sınırladığı konulardı.

İran nükleer anlaşmaya geri dönülmesinden ümidini mi kesti, yoksa Çin ve Rusya ile ittifaklarına o kadar güveniyor ki, her zaman olduğu gibi uçurumun eşiğine gelmek, böylece diğerlerinin ya boyun eğmelerini ya da yeniden müzakereler yoluna başvurmalarını sağlamak mı istiyor? Yahut Irak’ta, Lübnan’da ve Afganistan’da arzularına karşı isyanın arttığını hissediyor, bu yüzden bilinçli olarak statükoda ısrar edeceği konusunda dersler mi veriyor?

William Shakespeare der ki; talihsizlikler tek tek gelmez! Dolayısıyla İran’ın telaşının tek bir nedeni olmayabilir, ama sonuç muhtemelen aynı olacaktır. Zira Arap ülkelerinin ve halklarının İran müdahalelerine ve sabotajlarına boyun eğmeyi sürdürmesi mümkün değildir.

Şu ana kadar, İran’ın askeri meydan okumasına karşı sesi en yüksek çıkanlar, Arap koalisyonunun yardımıyla Yemenlilerdir. En yüksek düzeyde memnuniyetsizlik ise Irak ve Lübnan’da ve bir dereceye kadar Suriye’de belirgindir.

Her halükarda, garip olan, tüm çatışmaların başkalarının ülkelerinde yaşanmasına, halklarını, güvenliklerini ve yapılarını hedef almasına rağmen, İran’ın telaşının sanki bir varoluş savaşı veriyormuş hissi vermesidir.

Katledilen kabulleniyor, ama katil kabullenmiyor!

Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi’nde İslami ilimler profersörü

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir