KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. POLYANNACILIK VE OLMAYANA ERGİ METODU ÜZERİNDEN MÜSLÜMAN OLMAK

POLYANNACILIK VE OLMAYANA ERGİ METODU ÜZERİNDEN MÜSLÜMAN OLMAK

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 12 dk okuma süresi
319 0


Bazıları bizim sanal ortamda yazdıklarımızı boş bir heves, gevezelik, kavga yazıları, kardeşlik hukukunu bozma ve hatta makam ve gelecek endişesi olarak yorumlamış. Bu, asla doğru değildir. İslam düşünürleri toplum içindeki nevabitlerden bahsederken bunların en önemli özelliği olarak, kendi kafalarındaki bozuk düşüncelerin hepsinin başkalarında da olduğunu düşünürler, demişlerdir. Bu sayfadaki yazılar, haklarında yazılan konu ve kişilerin İslam adına yaptıkları, yapıyor oldukları, hakaret edici ve ötekileştirici, toplumu kutuplara ayırıcı söylemleri ve söylemlerinin toplumsal etkisi ile asla ve asla kıyaslanamaz. Birincisi, bu sayfadaki yazılar, hakaret ve ötekileştirme, düşmanlık içermez. Doğru ve hakikat bildiğini bazen hiciv, bazen sert eleştiri, bazen de yumuşak bir eleştiri ile ele alır. Kadızadelik, selefilik, fetvacıbaşı, vatan ve millet kavramından habersizlik tarzında kullanılan ifadelerin hepsi, bir suçlama veya dalga geçme tarzında değil, tarih boyu var olan edebî bir metot olarak eleştirilen kişi ve grupların belirleyici özellikleri için kullanılmıştır. Üstelik, kullanılan ifadelerin hepsinin kullanılan kişi ve söylemle ilgili mutlaka bir temellendirilmesi vardır.
Burada yazılan yazılar, birtakım insanların sanal ortamı kullandığı gibi, aklına geleni satıra dökme şeklinde değil, bilakis; milli ve manevi değerleri, insanı ve toplumu, vatanını, dinini, ilmin haysiyetini düşünen idealist bir mümin kaleminden çıkmıştır. Sağlam bir delillendirme olmadan da asla yazılmamıştır. Bununla birlikte hata payı olduğu için eleştiriye her zaman açıktır. Düşmanlık, alçaklık ve iftira bizim literatürümüzde yer almaz. “Adam aldırma” değil, “dost acı söyler”, sorumluluk ve iman bilinci”, “ilmin haysiyeti” “idealizm” ve “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ilkeleri bizim düsturumuzdur. Kınayanların, haksızlık edenlerin, neomutezili, zındık ve hatta selefi-Vehhabi diye suçlayanların ve en acımasız şekilde hakaret edenlerin yaptıklarına karşı bile onların dilini kullanmadığımız, kardeşlik hukukunu bozmadığımız açıkça görülür. Bizim yaptığımız yakıştırmalar, dinden çıkarıcı, ötekileştirici değil, tasnif odaklıdır. Biz çıkıp da, akademisyen olduğumuzu iddia edip, sapkın bir vaizin fıkhını yazmadık, bunların peşinden gitmedik, siyasette birileri hakim olsun diye toplumu Müslüman-Müslüman değil diye bölmedik, Gazali gibi küfürle itham etmedik, Eşari Fahreddin Razi’nin Maturidi Sabuni’ye yaptığı hakaretlerin hiçbirini yapmadık, yanlış yapan dostumuz bile olsa uyardık. Tasvip de etmedik. Şunu da ilave edelim ki, biz sanal ortamlar yokken de, sanal ortamlar dışında da yanlışlıkları, çelişkileri söylemeyi, doğruları ve hakikati savunmayı kendimize ilke edinmişizdir. Elbette biz de insanız, bazen sözlü konuşmalarda ağzımızdan kötü sözler çıkmış olabilir, bu hataları yazılı ortamda hiçbir şekilde yapmamaya çalıştık. Hicvin ve mecazın bir gereği olarak, muhatabın kim olduğunun daha kolay anlaşılmasını sağlama açısından, bazı eleştirel ibareler kullandık. Buna rağmen birilerinin çıkıp da, bizim ve bizim gibi düşünen bazı akademisyenlerin, düşmanlık yaptığımızı, kardeşlik hukukunu zedelediğimizi iddia etmesi veya bunu ima eden sözler söylemesi doğru bir tavır değildir. Bunu zedeleyenler, esas olarak, örgütlü bir şekilde çalışan, arkalarına siyasi gücü de alarak İlahiyatçılara saldıran ve onları hadis inkârcısı, Neomutezili, zındık diye din dışı itham edenlerdir.
Biz kime ve neye karşı çıktık:
1. Her türlü adaletsizlik, yanlışlık, hakaret, ötekileştirme ve ayrımcılığa,
2. Aklın ve bilimin inkâr edilmesine,
3. Mezhep, tarikat, cemaat ve meşrepleri inkâr etmeksizin toplumda, devlet kurumlarında ve okullarda her türlü pozitif veya negatif mezhepçilik, meşrepçilik, tarikatçılık ve ideolojik ayrımcılığa ve yandaşlığa,
4. Aklın kiraya verilmesine,
5. Dini anlayışın belirli bir yoruma indirgenmesine ve her türlü yeniliğe kapatılmasına,
6. Fıkhın kaynaklarının İslam’ın kaynağı gibi görülmesine,
7. Eğitimin sadece dini ezbercilik ve şekilcilik olarak görülmesine ve diğer alanların adeta yok sayılmasına,
8. Liyakatsizlik, ehliyetsizlik ve usulsüzlüklere,
9. İlahiyatların (başta Ankara olmak üzere) düşman görülmesi ve yok sayılmasına,
10. İlahiyatların, Kur’an Kurslarının ve üniversitelerin dini grupların arka bahçesi haline getirilmesine,
11. Sünnet diye insanlara geçmişte ümmetin çoğunluğunun kabul ettiği Ehl-i Sünnet anlayışının, reyci ve hayatla eşzamanlı şekilde yorumlanabilen evrensel bir anlayışı yerine sonu selefiliğe varacak katı bir anlayışın savunulmasına,
12. Sünnetin Vahiy ile aynı derecede tutulup din olarak görülmesine, Fıkhın İslam sayılmasına,
13. Sünnetin Kur’an’a, genel aklın kurallarına ve toplumsal yapının gerçekliğine arz edilmesine karşı çıkıp bunu savunanların hadis inkârcısı görülmesine,
14. Sözde tarikat, cemaat ve dini grup liderliği yapanların Türkiye’de ve Türk dünyasının her tarafında aklı ve felsefeyi, kısacası düşünmeyi ve sorgulamayı din dışı gibi gösteren kitaplarının, yazılarının her türlü teşkilatlı yapı ile yayılması, birçok dile tercüme edilmesinin getireceği vebalin büyüklüğüne,
15. Gelenekçilik adına geleneğin yok edilmesine,
16. Sufilik adına selefileşmeye ve nefret söylemine,
17. Eksiğiyle fazlasıyla yüksek din eğitimi yapan İlahiyatların yanı başında açılan taklit ve taassuba dayalı paralel medrese zihniyetinin öne çıkarılmasına,
18. İslam’ın hayattan koparılıp insani olan ile dini olanın karşı karşıya getirilmesine, dinin hayattan koparılıp bin yıl önceki fetvalara hapsedilmesine,
19. Din adına Arap örfünün kabul edilmesine,
20. Arapça’yı bilmenin dini bilmek olduğunun zannedilmesine ve Kur’an’ın Türkçesinin okunmasının yanlış olduğunun savunulmasına,
21. İslam’ın bir medeniyet dini olduğunun gözden kaçırılıp bedeviyet dini haline getirilmesine,
22. Türkiye’nin yaşadığı beka meselesinde vatan, millet ve bayrak gibi milli meseleler yerine sosyalist bir ümmetçiliğin yapılmasına ve bölücülüğe verilen gizli desteğe
23. Gençlerin her türlü ideolojik bataklıklara gömülmesine vs.
İşte burada hepsini sayamayacağımız olaylar ve gerçekler karşısında ses çıkarmamayı, konuşmamayı erdem ve kardeşlik hukukunun korunması olarak görmek ve hatta bu tavrın karşıdakilerin zulmünü, ötekileştirmesini, yanlışını, aşırılıklarını törpüleyeceğine inanmak büyük bir hatadır. Dini ve tefekkür geleneğimize, ahlâk ve sorumluluk anlayışımıza ve insan fıtratına aykırı olan bu tutum, ancak bir mutluluk oyunudur, Polyannacılık’tır. Olmayan ama vehmedilen bir şeyin ispat edilmesi çalışmasıdır. Kendini avutma, kendini kandırma, tepkisiz ve kesin inançlı bir topluma duyulan özlem, gerçekleri ve sorunları halı altına süpürme, hiçbir şey olmamış gibi davranmadır. Tarihte bunun hiçbir örneği yoktur. Hiçbir yanlış fikrin savunucusu, kendisininkinin yanlış olduğundan hareket etmez. Hiçbir zalim, ses çıkarılmadığında zulmünü azaltmamıştır. Hiçbir mutaassıp, karşıdaki ses çıkarmadığında bu tavrını yumuşatmamıştır. Habil ile Kabil’den beri ayaltı evrende kavgalar, akılsızlıklar, aymazlıklar, düşmanlıklar bitmemiştir, bitmez de. Önemli olan fikri farklılıkların dinî ve insanî ötekileştirmeye alet edilmemesi, düşmanlık vesilesi kılınmamasıdır. Üstelik, her zaman sesi çok çıkanlar, Kur’an’ın da buyurduğu şekliyle gerçek manada sorumluluk bilincine sahip olanlar değil, mürekkep cahiller veya arkalarına siyasi, maddi ve örgütlü gücü de alarak bir iki klasik kitap ezberleyip sarığı ve sakalıyla piyasada bir iki fetva vermekle kendini büyük âlim zannedenlerdir. Tarihte birçok büyük alim hep suçlanmış, kitapları yakılmış ve öldürülmüştür.
Kodlanmış, her fırsatta felsefe, kelam ve bilim düşmanlığı yapan zihinlere bütün İlahiyat Fakültelerinin hocalarını ziyaret ettirsek bile, bu durum onları törpülemeyecektir. Akademik yapı içerisinde elbette dışlayıcı tavrı olan az sayıda kişi olsa da, genel anlamda ilmi eleştiri ve objektiflik esastır. Tarih boyu, ilmi çalışmalarını yapan bu insanlara, yani eskiden medreselerde, şimdi üniversitelerde bilim üreten bu kişilere, her zaman saldırılar dışarıdan ve dini gruplardan ve siyaseti de yanlarına alarak yapılmıştır. Şimdilerde ise bu dini grupların temsilcileri artık akademik yapılar içinde yer aldığından durum iyice karmaşıklaşmış ve içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir.
Olay, çok büyüktür. Türkiye ve İslam dünyası bir beka sorunu yaşamaktadır. Yakın zamanda yaşadığımız 15 Temmuz travmasından ibret alınmamakta, sadece mezhepçilik ve tarikatçılık değil akıl ve bilim düşmanlığı yapılmaktadır. Mezhepçilik, grupçuluk ve cemaatçiliğin her türlü adalet anlayışını yok ettiği ve bunun ülkemizde bir beka sorunu ortaya çıkardığı bir ortamda bu tarz yapılanmaların törpüleneceğine inanmak iyi niyetin ötesinde bir şeydir. Her geçen gün dini grupların, sufilerin bile, cehaletten dolayı, selefileştiği bir ortamda sessiz kalmak; akademik, insani ve İslami sorumsuzluktur. İlmin de, aklın da bir haysiyeti vardır.
İbrahim Maraş

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir