Çin’in Orta Asya Politikası, onun ulusal çıkarları ile bağlantılıdır. Tarihten beri yükselen güçlerin güvenlik ve ekonomik çıkarları nedeniyle dışa genişlemesi söz konusu olmuştur. Çin’in jeostratejik konumu ve ulusal çıkarları gereğiyle dışa genişlemesi, Doğu (Asya Pasifik) ve Batı (Avrasya) olmak üzere iki yönde olmuştur. Çin, kuzeyinde Rusya, güneyinde Hindistan gibi güçler olması nedeniyle nispeten boş alan olan Avrasya ve Asya Pasifik gibi iki bölgeye açılmak zorundadır. Fakat doğuda Tayvan sorunu ve batıda Doğu Türkistan ile Tibet sorunları ve onun arkasındaki karmaşık ilişkileri, söz konusu genişlemeyi belli ölçüde engellemektedir. Tarihte Çin açısından Orta Asya bir Doğu-Batı köprüsüydü, İpek Yolu’nun hinterlandı, güvenlik ve ekonomik çıkarlar alanıydı. Çinlilerin Xi-yü yani Batı Bölgeleri adını verdiği Orta Asya, aynı zamanda “yeryüzü düzeninin” (Chinese world order) ve “haraç sisteminin” (tributary system) uygulama sahasıydı. Bu çıkarları elde etmek için Çin’de kurulan 25 hanedanın 4’ü Orta Asya’yı işgal etmişti. Orta Asya’yı işgal eden 4 hanedan, Çin tarihinin en güçlü olan Han Sülâlesi, Tang Sülâlesi, Yuan Sülâlesi ve Mançu Sülâlesi’dir.
Bu hanedanlar aynı zamanda Asya’nın ve hatta ekonomik üretim gücüne göre dünyanın en büyük güçleri sayılırdı. Tarihsel jeopolitik tespiti olarak büyüyen Çin’in Orta Asya’ya genişleyeceği ya da Çin’in Orta Asya’yı elinde tutması, yükselen Çin’i pekiştirmektedir. Tarihte Çin’in Orta Asya işgalleri kalıcı olmadığı gibi, bu bölgede Çin, kendi kültürünün izlerini de bırakamamıştır. Han Sülâlesi döneminde bölge halkının ayaklanması, Tang Sülâlesi döneminde Türkler ve Arapların karşı koyması, Yuan Sülâlesi döneminde Çağatay devletinin bağımsızlığı ve devamında Timur devletinin Orta Asya’ya hâkim olması ve Mançu Sülâlesi döneminde de Rusya’nın Orta Asya’yı işgal etmesi sonucunda Çin, bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. 1884 yılından sonra da Orta Asya, tam anlamıyla ikiye bölünerek Rusya ile Çin hâkimiyeti tarafından paylaşılmıştır.
Orta Asya’nın kaderi, 1991 yılında Sovyetlerin çökmesi ve Sovyetlere bağlı olan Orta
Asya’daki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan etmeleri ile değişmiştir. Sovyetlerin çöküşü ile Çin’in yükselişi aynı döneme rastlamış ve Orta Asya’da yaratılan siyasal boşluğa Çin’in yönlenmesine fırsat yaratmıştır. Çin, bir yandan bağımsızlığa kavuşan Orta Asya devletlerini tanımaya çalışırken, diğer yandan da Orta Asya’nın tanımını yeniden anlamlandırmaya başlamıştır. Orta Asya, tarihte İpek Yolu vesilesiyle çeşitli kültür ve farklı medeniyetleri barındırmıştı ve aynı zamanda büyük güçlerin ekonomik ve jeopolitik mücadelelerine sahne olmuştu. 1991 yılından sonra Sovyetlerin kontrolünden çıkmış olan Orta Asya, son derece savunmasız bir bölge olarak jeoenerji ve jeostratejik açıdan küresel ve bölgesel güçlerin dikkatini çekmeye başlamıştır. Orta Asya, tekrar küresel ve bölgesel güçlerin ilgi odağı hâline gelmiştir. Çin açısından Orta Asya, Çin’in siyasî, güvenlik, enerji ve ekonomik çıkarlarını ilgilendiren bir bölge olarak -tarihte olduğu- gibi çıkarlarına göre kapsamlı politikaları tespit etmiştir. Güvenlik açısından Orta Asya bölgesi, Çin’in Doğu Türkistan bölgesi ile hemhudut olduğu için ülke güvenliğini doğrudan ilgilendirmektedir.
Ekonomik açıdan, zengin hammaddelere sahip ve bir pazar olarak Çin’i bölge ülkeleriyle ticari ve ekonomik işbirliğine çekmektedir. Orta Asya, Çin’in Batı Kalkınma Projesi’ni ve Avrasya stratejisi olan Asya-Avrupa Köprüsü Projesi’ni (Yeni İpek Yolu Projesi) etkileyen bir bölgedir. Siyasi açıdan, bölgedeki terörün ve diğer istikrarsızlıkların yarattığı tehditlere karşı Çin’i siyasi işbirliği yapmaya sevk etmektedir. Bölgedeki istikrarsızlığı yaratan unsurlar Doğu Türkistan’ı da etkilemekte ve Çin’in egemenliği ve otoritesini tehdit etmektedir. Rusya, ABD, AB ve Türkiye, İran, Hindistan hatta Japonya ile Güney Kore gibi diğer güçlerin bölgedeki etkisine karşı jeopolitik çıkarları da önem kazanmaktadır. Enerji açısından, bölgedeki zengin enerjiler Çin’in ekonomik kalkınması, enerji güvenliği ve dolayısıyla büyük Çin’i inşa etmesi için önemli kaynağı oluşturmaktadır. Bu çıkarlar doğrultusunda Çin’in bölgeye yönelik stratejik hedefleri ise:
1. Doğal kaynakların elde edilmesi
2. Ekonomik-ticari ilişkilerin güçlendirilmesi
3. Bölgede istikrarlı ortamın yaratılması
4. ABD’nin hegemonya gücüne karşı işbirliği yapılması, olmuştur.
Pekin yönetimi, Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesinde dış politika, ekonomi ve askeri gibi değişik araçları kullanarak Çin-Orta Asya ilişkilerinin güçlendirilmesine ve bölgede etkin konuma gelmeye karşı bir dizi esnek politikalarını ortaya koymaktadır. Ayrıca en büyük projesi olarak değerlendirdiği Kuşak ve Yol projesi ile birlikte artık kıta dışına çıkmayı hedefleyen Çin yönetimi 2013 yılından bu yana gayretli bir çalışma ortaya koymaktadır. Asya, Avrupa ve Afrika arasındaki önemli ekonomiler arasında bir bağlantı kurarak kendi ticaret tekelini oluşturmaya odaklanmıştır. Modern dönemin ipek yolunu yeniden inşa ederek dünya nüfusunun üçte ikisini ve dünya gayri safi yurt içi hâsılasının üçte birini etkilemeyi düşünen Çin Yönetimi bu proje için 8 trilyon doları ise altyapı çalışmalarında gözden çıkarmış durumda. Özellikle Amerikan merkezli ticaret ağının en büyük ve tek alternatifi olan bu yeni ağ, Çin yönetiminin yeniden inşa sürecinde attığı en büyük ticari atılım hamlesi olması bakımından önem arz etmektedir. Böylelikle Çin Halk cumhuriyeti kademeli sosyalizm dediği projenin ikinci adımı olan ekonomik hızlanma ve büyümeyi büyük ölçüde hayata geçirmiş olacaktır.
Serhat Doğan kafkassam Asya Pasifik uzmanı