KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. KIRIKHAN ERMENİ OLAYLARI VE BİR SORGU KAYDININ GÖSTERDİKLERİ

KIRIKHAN ERMENİ OLAYLARI VE BİR SORGU KAYDININ GÖSTERDİKLERİ

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 46 dk okuma süresi
391 0

Oldukça geniş bir coğrafya ve uzun zaman aralığında kimi zaman yerel düzeyde kimi zaman da bir dalganın merkezden çevreye doğru yayılması şeklinde görülen “Ermeni Olayları”nın hikâyesi, uzun bir süre genellikle, çatışma terminolojisini kullanırsak taarruzu andıran iddialar ve bu taarruz karşısında savunma veya karşı iddiaların geriliminde doğmuş, iki tür tarih yazımının ürettiği manipüle edilmeye müsait işlevsel bir bilgi türü olmuştur. Ermeni Meselesi’nin uluslararası alanda yeniden gündeme geldiği 1960’lı yıllardan sonra Türkiye’de diplomatik alanda karşılaşılan sıkıntıların giderilmesinin ön planda olduğu resmi makamlar tarafından kabul gören akademik ve popüler alanda bir bilgi üretimi başlamıştı. Hareket noktasını savunma ve karşı iddiaların oluşturduğu bu bilgi türü üretimi varlığını daha çok popüler tarih alanında nitelik olarak benzeri türe giren Ermeni iddialarını referans alan eserlerin mukabili olarak günümüzde de sürdürmektedir. Buna paralel olarak son on beş yirmi yılda resmi kurumların ürettikleri de dâhil olmak üzere gelişen akademik referansları nispeten sağlam, Türk iddialarını destekler mahiyette çalışmaların yanı sıra “soykırım” veya yakın anlamlı adlandırmaları ön şart olarak gören bir çeviri veya telif eserlerin oluşturduğu Türkçe literatürün arttığı görülmektedir.
1915‘e indirgenmiş Ermeni meselesinin uluslararası alandaki tartışılma kapasitesi tehcirin yüzyılına odaklı bir artış göstermiştir. Bu artışın tarih yazımı ve tarihsel bilginin yeniden üretimi konusunda olumlu sonuçlar doğuran etkisi olmuştur. Her iki tezi destekleyen nispeten akademik türden literatürün artışı bu konu hakkındaki duygusal tercihleri zorlayan makuliyet düzeyinde eserlerin doğuşunu da hazırlamıştır. Nitekim bu türden birçok çalışmanın giriş bölümlerinde bizim dikkat çektiğimiz konuya yer verilmektedir. Literatürdeki niceliksel ve niteliksel artış gerek “mesele” gerekse Osmanlı tarihinin veya imparatorluğunun “idari, sosyal, ekonomik, kültürel” vb hayatının bir parçası olarak Ermeniler hakkındaki çalışmaların yetersizliğine ve yeni çalışmalara duyulan ihtiyacı göstermektedir. Her ne kadar belirli bir düzeye gelmiş olsa bile mevcut çalışmaların birçoğunda hala geçmişin iki tür tarih yazımındaki iddia ve savunmanın dile getirilişinin metodolojik gelişmeler ve bilgi artışına bağlı olarak yeniden formüle edilmiş bir yapıyla yaşadığı görülmektedir. Mesela Türkiye’deki Ermeni çalışmalarının büyük çoğunluğu daha çok “mesele” olarak veya “olay” merkezli hareket ederek ve Osmanlı devletinin icraatları özellikle tehcir konusundaki meşruiyetini sağlamlaştırma peşindedirler. Buna mukabil soykırım kavramı üzerinden Ermenilerin planlı yok edilişi tezinin işlendiği eserlerin sayısı artmaktadır. Bu eserlerde İttihat ve Terakki ile özdeşleştirme konusunda sıkıntı çekilmeyen yakın zamanların en gözde kavramlarından “derin devlet” in içerdiği metafizik anlamla mezcedilmiş bir kuramsal çerçeve oluşturulmaya çalışılmaktadır. Burası tarihsel süreci bir niyetin bilinçli yürüyüşü olarak görmeye meyilli ikinci bir Ermeni meselesi ve olayları tarihi üretim alanıdır. Bu teleolojik tarih perspektifi kuramsal ve kavramsal yaklaşımın pratiği olarak metinlerde belirgin şekilde görünen entelektüel dil her zaman için entelektüel bir zihnin ürünlerine işaret etmemekte fakat ulusal ve uluslar arası tartışmalara hâkim görünmektedir.
Muhtemeldir ki bu konunun uluslararası ve iç politikadaki kriz ve güç alanlarını besleyen niteliğinden uzaklaşması, üretilen nitelikli bilginin artışıyla doğru orantılı olacaktır. Esasında aşağıda Kırıkhan’daki bir sorgu metninden görüleceği üzere büyük bir resmin parçasının gösterdiği manzara Ermeni-Müslüman çatışmasıyla belirginleşmesine rağmen arka planını birçok farklı faktörün oluşturduğu anlaşılmaktadır. Mevzi bir örneğin sorgu zabtı ve resmi yazışmalarından hareketle olsa bile bu makalede ele alınacak konu olaylar zincirinin bütünü yansıtması bakımından önemlidir.
Bu çalışmada, büyük çaplı ve yerel düzeydeki Ermeni olaylarına nazaran pek fazla bilinmeyen Kırıkhan Ermeni Olaylarıyla ilişkili tutulmuş sorgu zabtıyla olayın bütününü görmek ve dinamiklerini analiz etmek hedeflenmektedir. Kırıkhan olayları sonrasında alınmış ifadeler ve yerel yöneticilerin vilayete gönderdikleri yazışma belgeleri esas referansımızdır. Tarih yazımı üzerinden ele aldığımız giriş kısmından sonra ilk olarak Ermeni olayları kavramının çizdiği çerçeveden yola çıkarak bir değerlendirme yapılacaktır. Ardından Kırıkhan Olayı, mağdurların ifadeleri ve olayla ilgili bir analiz denemesi sunulacaktır. Adana Ermeni olaylarının yansıması olarak kabul edilen Kırıkhan olayları hakkında dolaylı bahisler haricinde doğrudan bu konuyu ele alan tek bir makale tespit edebildik. Olayların gelişimi ve yazışmaların kronolojik süreciyle beraber olaylar etrafındaki yargılama neticesindeki cezalar ve iddialar hakkında bilgi verilmiştir. Bu makalede kullanılan belgeler, mekân, olay ve zaman sınırı bakımından bizim çalışmamızla örtüşse de olayların ele alınış biçimi ve analizi anlamında fark metinlerden anlaşılacaktır.

ERMENİ OLAYLARI
“Ermeni olayları” şeklindeki kavramsallık içermeye başlayan bir tanım dahi Ermenilerin olumsuz aktör olduğu siyasal içerikli bir anlam yüklüdür. Bu tanımın Ermeniler aleyhine negatif bir anlam kazanmasında, olayların ilk bakışta, aynı devletin vatandaşı veya tebaası durumundaki farklı din mensupları arasında çıkan asayiş problemi gibi görünmesine rağmen, uluslararası aktörlerin müdahilliğine ve içlerinden çıkan örgütler vasıtasıyla tedhişi siyasal hedeflere ulaşmanın meşru yoluna dönüştüren yapısı öncelikli etken olmuştur. Ermeni olaylarının çıkışında, yaşanılan çatışmalar ve bu çatışmaları iç ve dış kamuoyunda gündeme getirme ve paylaşma konusunda geleneksel kilise organizasyonundan ziyade modern örgütlerin oluşturduğu iletişim ağının büyük rolü vardır. Ermeni halkını, Müslüman unsurlarla sürekli bir gerilimin içine sokulmasında bu örgütlerin “provoke etmek, tedhiş, yerel ve uluslararası düzeyde kamuoyu oluşturma, propaganda yabancı devletlerin müdahalesini kolaylaştıracak işbirliği” vb türden faaliyetleri dikkat çeker. Özellikle 1850’li yıllardan itibaren artan kültürel canlılık, eğitim öğretimin yeniden organizasyonu, misyoner faaliyetlerinin artışı, Islahat fermanı, matbuat âlemindeki gelişmeler, göçler, savaşlar, ekonominin durumu, Ermeni Milleti Nizamnamesi vb gibi birçok unsurun bir arada oluşturduğu bir ağ vardır. Daha çok olay odaklı kronolojik siyasal gelişmeler üzerinden yorumlanan Ermeni olaylarının toplumsal boyut kazanmasının arka planı bu ağın çözümüyle anlaşılabilir. Bu ağın içine pekiştirici ve itici kuvvet olarak milliyetçiliği dâhil etmek gerekmektedir. Avrupa’da doğup bütün dünyaya yayılan milliyetçilik olgusu geleneksel imparatorluklar için tehdit olmaya başladığında, Osmanlı imparatorluğunun tarihsel düşmanları emperyal beklentilerini yerel unsurlar üzerinde kurdukları nüfuzla gerçekleştirebilirlerdi. Milliyetçilik ideolojisi, yerel unsurlar için olduğu kadar, yerel unsurları emperyal emellerine ulaşmada stratejik müttefik olarak gören devletler için de önemliydi. Bu devletler milliyetçiliğin farklı din mezhep ve etnik unsurlardan olanların ayrılık düşüncesini pekiştirecek ve siyasal iktidar karşısında güçlü argümanlar ileri sürmesini sağlayacak araç olduğunu biliyorlardı. Üstelik henüz laik siyasal ve toplumsal düzeninin zihinsel performans ve pratiklerine hazır olmayan toplulukların milliyetçiliği din faktöründen ayrı düşünülemezdi. Bu anlamda milliyetçiliğin meydan okuması başladığında her ne kadar farklı yapısal özellikleri olsa da Osmanlı tebaası durumundaki dini unsurların kilise merkezli geleneksel millet veya cemaat organizasyonunu modern milliyetçilik ideolojisiyle buluşturmak kolay olacaktı. En azından siyasal ve sosyolojik anlamda öznenin sadece kendisi tarafından değil, devlet ve o devletin hakim unsuru tarafından da tanımlanmış farklılık, milliyetçiliğin bu farklılığı tabiatı gereği öteki inşasında kullanması için gereken hazır bir zemin sunmuştu. Ermeni toplumunun modern gelişmeler karşısındaki hareketlilik ve faaliyet alanlarının coğrafyası sadece Anadolu değildi. Rus kontrolündeki Kafkasya bölgesi, İran, Avrupa, Amerika, Balkanlar gibi yerlerdeki Ermeni nüfusu sürekli artan siyasal ve toplumsal hareketliliğin içindeydi.
Özellikle 1878 Berlin Anlaşmasından sonra kamuoyunu yoğun bir şekilde meşgul etmeye başlayan ve nihayetinde tehcirle farklı bir boyuta giren Ermeni Meselesi, yaklaşık elli yıllık bir zaman diliminde birbiriyle ilişkilendirilebilecek sürekli asayiş problemlerini içeren dâhiliye, hâriciye ve adliye bürokrasisinin yoğun mesai yaptığı alandı. Ermeni komiteleri, sıradan Ermeniler, Müslüman halk ve devlet güçleri arasındaki zaman zaman mukateleye dönüşen çatışmalar, özellikle bölgesel isyanlar ve silahlı isyanların bastırılmasından sonra sorumluların yargılandığı bir süreç işliyordu. Devletin olaylar karşısındaki müdahalesi meşru kolluk ve onların gücünün yetmediği yerde askerlerle oluyordu. Olayların yatıştırılmasıyla birlikte yargı sürecinin başladığını, verilen karar ve yargı sürecindeki problemlerin dile getirilebildiği bir bürokratik sistemin işlediğini binlerce belgenin varlığı ve içeriği göstermektedir. Sorumluların yargılanması konusunda devletin en azından merkezi hükümet çerçevesinde hassasiyet gösterdiği hatta Ermeni olaylarının sorumlularından biri olduğu iddiasıyla Ermeni suikastçılar tarafından katledilen Talat Paşa’nın hatıralarına yansıyan “ister Müslüman, ister Hıristiyan olsun” olayların faillerini yargılanması düşüncesi örnek olarak verilebilir. Olaylarla ilgili kurulan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemeleri vasıtasıyla birçok yargılama yapıldı. Bunlardan biri yerli ve yabancı kamuoyunu meşgul etmiş olan “Musa Bey Olayı” diye bilinenidir. İstanbul’da yapılan bu yargılama, dış basında önemli yer bulmuş özellikle İngilizler yargılamayı yakından takip etmişlerdi. Bu yargılama kamuoyu baskısı oluşturma ve yargının magazin özelliği kazanması bakımından önemli bir örnektir.

KIRIKHAN ERMENİ OLAYLARI
Yerleşim yerlerinin idari ve coğrafi sınırlarındaki farklılığa rağmen belirli bir merkezde çıkan farklı din, mezhep ve etnik grup, aşiret, kabile vb unsurlar arasındaki gerilim, bu sınırları aşmakta zorlanmaz. Bahsi geçen her bir unsurun başka idari ve coğrafyadaki akrabalarıyla rabıtası, unsurun sosyolojik birim olarak nüfusu, ekonomik ve siyasal gücü, din ve mezhep itibarıyla daha büyük toplulukla muhayyel bir ilişki kurabilme kapasitesiyle doğru orantılıdır. Mesela Kırıkhan, Belen, İskenderun, Payas gibi yerleşim yerleri Antakya ile Dörtyol arası bölge idari ve coğrafi farklılıklara rağmen Adana ve Halep vilayetlerinin ortak nüfuz alanı içindedirler. Konumuz itibarıyla bu kesişen alanda bizi ilgilendiren gerilimlerin kaynağını oluşturduğu düşünülen dini ve etnik yapıdır. Osmanlı coğrafyasının bütününde görülebileceği üzere özellikle bu coğrafyanın dini, mezhebi etnik unsurların bir arada yaşaması bakımından daha büyük farklılıkları görülür. Bu yapıyı oluşturan unsurlar arasında geçmiş dönemlerde var olmuş bilinen veya bilinmeyen gerilim ve çatışmalar genel asayiş problemleri içinde değerlendirilmiş olmalıdır. Siyasal ve ideolojik boyut kazanmasında 19. yüzyılın son çeyreğinde ardı ardına gelen, artarak çoğalan isyan, çatışma ve mukatele olarak ortaya çıkan Ermeni olayları etkili olmuştur. Nitekim Kırıkhan olayı da Adana olaylarının bir yansıması şeklinde kabul edilebilir. Adana’da 14 Nisan 1909 tarihinde Ermeniler ile Müslümanlar arasında başlayan hadiseler kısa bir süre içerisinde çevreye yayılarak Mersin, Tarsus, Payas, İskenderun ve Dörtyol’a sıçramıştı. Kırıkhan’daki ilk olay 18 Nisanda meydana geldi. Bu olaylarda birçok kişi katledildi, bir kısmının haneleri yağmalandı, eşyaları ve malları gasp edildi. Buradaki olaylarda Müslümanların pervasız hareketi karşısında Ermenilerin de buna mukabil hareketleri olmuştu.
1890’lı yılların başından itibaren Doğu, Orta Anadolu ve güneydeki bazı yerleşim yerlerini saran Ermeni olayları bir bütünlük içinde değerlendirilirken bu tarihten yıllar sonra meydana gelen Adana Ermeni olaylarını buraya eklemlemek ancak kolektif hafıza üzerinden bir buluşmayla gerçekleştirilebilir. Coğrafi sosyoekonomik özellikleri bakımından Adana havalisi diğer bölgelerden ayrılmaktadır. Erzurum, Sivas, Yozgat, Sason, Diyarbakır gibi yerlerde sosyo- ekonomik yapı bu bölgeyle kıyaslandığında daha olumsuz özellikler göstermektedir. Olayların birçoğunun başlangıcı basit asayiş vakaları gibi görünürken galeyana gelmiş halk topluluğunun karşısında yerel kolluk ve bunların yeterli olmaması durumunda askeri birliklerin müdahalesi ve olayları kontrol altına alması şeklinde gelişmiştir. Mesela Adana’da 9 Nisanda iki Müslüman gencin, bir Ermeni tarafından vurulup kaçmasının ardından Müslümanların katili istemeleri üzerine Ermenilerin buna karşılık daha önce işlenmiş bir cinayetin failini istemeleri ve bu tür olaylarda galeyanın tetikleyicisi söylentinin çatışmayı körükleyecek şekilde yayılması şeklinde olmuştur. Kontrol altına alındıktan sonra ortaya çıkan zararın ve neden olanların tespiti konusunda çalışmalar ve nihayetinde yargılamalar yapılmaktadır. Ayrıca kısa sürede silahlı organizasyon görüntüsü veren isyanların mühimmat konusundaki bolluğu da dikkat çekmektedir. Bunda II. Meşrutiyet’in ilanıyla gelen silah edinmedeki serbestlik de etkili olmuştur. Bu tür olaylarda, olayların etkisinin meydana geldiği yerin çok ötesine taştığı görülmektedir. Yerel aktörler, örgütlerin yerel birimleri ve konsoloslar ve bunların vasıtasıyla diplomatik baskı, kilise, bütün olup bitenlerin söylenti vasıtasıyla kulaktan kulağa yayılışı ve bu yayılmayı daha hızlı ve geniş alana ulaştırabilecek araç olarak basın üzerinden kamuoyuna yansıtılması şeklinde birbirine benzer yapıda işleyiş vardır.
II. Abdülhamit idaresinin istibdat adı verilen yönetimi karşısında muhalefet sadece Ermeni örgütleri tarafından değil aynı zamanda Yeni Osmanlılardan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne uzanan bir çizgide yürütüldü. Hatta II. Meşrutiyetin ilanı, Ermeni örgütleriyle İttihat ve Terakki arasındaki bu yöndeki ittifakla yeni bir çehreye bürünmüştü. Adana’da çıkan kargaşayı özellikle 1890’lı yıllarda bir dalga halinde ortaya çıkan geçmişteki olaylardan ayıran II. Meşrutiyet döneminde yapılmış olmasıdır ki Meşrutiyetin ilanının nisbî olarak Ermeni halkına rahatlık verdiği söylenir. Buna rağmen olayların böyle bir ortamda çıkışında dönemin revaçtaki kavramıyla, irtica ile somutlaşan 31 Mart vakasıyla bağlantısı üzerinde de durulur. Gerçektende Kırıkhan olayında ifadelere yansıyan şekliyle olayları provoke ettiği söylenen Eski Belen Müftüsü Nuri Efendi’ye atfen dolaşan yeni rejime gönderme yapılan ifadenin böyle bir gerilim olduğunu göstermesi ve vilayet merkezine gönderilen rapor ve dilekçelerde de bu durum görülmektedir.
Adana ve çevresinde çıkan olayların Halep vilayetine de yansıması şüphesiyle vilayette bazı tedbirler alındı. Hem Müslüman hem de Ermeni halkın silahlanmış olmaları ihtimali, bu endişeyi artırıyordu. Halep’te birbirlerine karşı bir saldırı olmaması konusunda iki toplumun ileri gelenlerinden yemin alındı ve her ihtimale karşı hükümet merkezinden takviye birlik istendi. Bu sırada Ermenilere saldırı şeklinde gelişen bazı olaylara Kırıkhan bölgesinde meskûn yerel Türkmen ve Kürt aşiretlerinin neden olduğu anlaşılmaktadır. Hükümetle yerel idare arasında yazışma trafiğinin hızlandığı bu konuda yerel yöneticilerin yanı sıra hükümetin bilgi kaynaklarından biri de Kilise olmuştur. Kırıkhan bölgesindeki hareketliliği Adana olaylarıyla ilişkilendiren Reşit Paşa’ya göre Osmaniye ve Dörtyol tarafında Ermenilerin Müslümanlara saldırması üzerine civardaki yerel aşiretler de Kırıkhan’da Ermenilere saldırılar yapmıştır (19 Nisan 1909). Halep ve Belen’den gelen askerlerle olaylar yatıştırılmıştır. Olaylar karşısında erkek ve kadın bir grup Ermeni, eşraftan nüfuz sahibi Mursal-zâde Mustafa Şevki Paşa’nın konağına sığınmış ve burada birkaç gün kaldıktan sonra kaza merkezine gönderilmişlerdir. Yağmalanan hane ve dükkânlar, huzursuz ve zor durumdaki insanların mağduriyetinin giderilmesi konusunda vali hükümetten para tahsisi istemiştir. Belen’deki Ermeni ruhani reisi de Ermeni Katolik Patrikhanesine benzer içerikte bir telgraf çekmiştir. Dâhiliye nezareti olup bitenler konusunda hem yerel ruhani liderler hem de yerel idarenin verdiği bilgiler doğrultusunda olaylara müdahil olmuştur.
Kırıkhan olayıyla ilgili şahitlerin verdiği ifadelerden esasında olayların sadece Kırıkhan hadisesiyle ilgili değil, geneline teşmil edilecek ortak yapısal özelliklere sahip olduğu anlaşılmaktadır. Geçmişteki olayların kolektif hafıza ve yerel düzeyde olayların hafızalardaki izinin oluşturduğu etkiye, bu olayların geçmişi hatırlatacak canlılığı da eklenince olaylar güçlü bir duygusal bağ kurmuş olmalıdır. Bu duygusal bağı organize eden gerilimin ve galeyanın proveke edici merkezi aşağıdaki hikâyeden anlaşılacağı üzere sıradan insanlardan ziyade yerel güç odaklarıyla ilişkidir. Esasında farklı nedenlerden dolayı birçok yerde olabilecek gerilimin buradaki görünümünde dini ayrılıkların olağanlaşmış çatışma argümanı ve pratiklerini güçlendirecek bir kıvamda olmasının etkisi vardır. Ayrıca burada İttihat ve Terakki’nin iktidarı ele almasıyla karşıtlarının bir muhalefet pratiği olarak bu tür olaylara tahrik edici pozisyonda katıldığı görülmektedir. Adana ve havalisindeki olayların, 1890 yılındaki genel Ermeni olaylarından yıllar sonra ortaya çıkmış olması onu geçmişteki olaylara dolaylı yoldan bağlamaktadır. Hem Türkler hem de Ermeniler arasında geçmişteki olayları her iki toplumun kolektif hafızasında belirginleşen duygusal bir ilişki olarak kurmamız gerektiriyor.
Geçmişteki olaylarla Adana olayları arasında bir bağ kurabilse dahi Adana ve havalisindeki olaylar diğerlerinden birçok yönüyle ayrılmaktadır Buradaki olayların daha çok bölgedeki demografik hareketlilik, İstanbul’daki olaylar, rejim değişikliği, tarım işçiliği ve ziraat alanlarıyla belirginleşen iş ve işgücünün de etkili olduğu bölgesel çıkar çatışmaları vb neticesinde çıktığı kabul görmektedir. Biz bunlara II. Meşrutiyet ile birlikte patlama yaşayan matbuat âleminin kamuoyunu yönlendirme konusundaki etkisini de katabiliriz. Adana Olayları başladığı dönemde nedenleri ne olursa olsun çatışma hikâyeleri üst bir anlatı olarak yeni çatışmaları besleyecek duygusal bir zemine taşınmıştır. Bu duygusal gerilim zemininden de beslenmiş olan Kırıkhan olayının ortaya çıkışı ve yapısıyla ilgili ilk göze çarpanlar Eski Belen Müftüsü Nuri Efendi ve Mursalzâde Mustafa Şevki Paşa’nın aktif ve nüfuzları doğrultusunda rol oynamalarıdır. Bu yerel düzeydeki Müslüman aktörlerin yanı sıra Ermeni ileri gelenlerinin olaylara müdahilliği iki düzeyde gerçekleşmiş olmalıdır; siyasal ve toplumsal gelişmelerin bireysel çıkarlarıyla ilişkisi ve bunun ötesinde nüfuz sahibi oldukları topluluğun olaylar karşısındaki pozisyonları. Bu şahısların bulundukları toplumsal statü onların aktörlüğünü belirlemiştir. Ayrıca bölge halkı arasında ise geçmişteki olaylara referansla o günkü olayların yerel ve ülke düzeyindeki gidişatını etkileyen kolektif hafızanın gücüne dikkat edilmelidir. Bunun haricinde belki de en önemlilerinden birisi olarak yeni değişmiş olan siyasal rejimin muhalefet ve iktidar yanlılarının tarafgirliğinin içerdiği şiddete dönüşme ihtimali yüksek gerilimi, kamusal alandan uzaklaştıramamış olması ve mevcut iktidarın politikalarından duyulan rahatsızlık, iki toplum arasındaki gerilimi yüksek tutmuştur. Her ne kadar aşağıda vereceğimiz belirli bir kayda bağlı kaldığımız örnekte Kırıkhan Ermenilerinin bu olaylarda aktif durumda olduğunu gösteren bir delil görünmese de bu olayların tek taraflı saldırganlık olduğuna dair yeterli bir kanıt olamaz.
Kırıkhan olaylarında Ermenilere karşı gösterilen saldırgan tutumun belirli gruplara has olduğu Müslüman halkın farklı kesimlerinden insanların kendi hayatlarının da tehlikeye girmesi ihtimaline rağmen Ermenileri korumaktan çekinmedikleri görülmektedir. Bizim ele aldığımız belgelere göre hikâye karakola sığınma ile başlamıştır. Mağdur ifadelerinden ve Kaymakamın vilayetle yazışmasından olaylar patlak vermeden önceki durum hakkında biraz bilgi sahibi olabiliyoruz. Belgenin esas konusunu olaylarla ilgisi olduğu iddia edilen bölgenin iki ileri geleni oluşturuyor. Kırıkhan’da bunun dışında vukua gelen diğer olaylarla ilgili ayrı bir yargılama daha vardır. Bu olayda da yargılamayı suçun ve suçlunun tespit edilmeye ve cezalandırılmaya çalışıldığı normal bir süreç olarak görebiliriz. Mesela bunlardan bir tanesi Begos oğlu Altıparmak’ın oğlu ile birlikte katledilmesi ve kızının kaçırılması sonucunda gelişen olaylarla ilgili yargılamadır. Altıparmak adlı şahıs Belen’de Humar kazasındandır. Kırıkhan’da oğlu İshak ile birlikte geçici olarak ikamet etmektedir. Birbiri ardına gelen olayların kurbanı olmuşlar, kendileri katledilmiş, malları yağmalanmış ve kızları Lusya’nın ırzına geçilmiş Darende’ye kaçırılmıştır. Yapılan tahkikat neticesinde Darende’nin Yenice köyünden beş kişinin Amik Ovasında çerçici olarak dolaştıkları sırada olaylara karıştıkları anlaşılmaktadır. Bunların arasından İmamoğlu Mustafa katlettikleri Begos oğlu Altıparmak’ın kızı Lusya’yı Müslümanlaştırdığı ve onunla evlendiği anlaşılmıştır. Her ne kadar kızın kendi isteğiyle Müslüman olduğuna ve evlendiğine dair beyanı olsa da kızın bulunduğu yerden ayrılıp bir Ermeni kadın nezaretinde hükümet binasında bir iki gün yalnız kalması istenmiştir. 23 Mayıs 1909 tarihinde başlayan yazışmalar neticesinde Haziran ayında Antakya’da Divan-ı Harb- Örfi kurulmuş ve yargılamalar başlamıştır. Yargılamalar sonucunda onlarca kişi mahkûm edilmiştir.
İDDİALAR VE İFADELER​
Bakkallık yapan Agop oğlu Bedros’un ifadesi olayların içinde kalmış mağdur durumundaki bireyin yaşadıklarını anlatması bakımından değerlendirilebilir. Bedros kırk yaşındadır. Kırıkhan’da başlayan olaylar neticesinde karakola götürülmelerini oradan da Ziyaret’e gitme sürecini sorulara cevaben anlatır. Dolayıysa Bedros’un anlattıkları sorgucunun sorularıyla yönlendirilir. Sorgucu ortaya çıkan suçun faillerini aramaktadır. Sorgu katl olayının aydınlatılması ve buna dâhil olanların tespiti ve suçlananlardan birisi olan Mustafa Paşa’nın rolünün ne olduğu üzerinedir. Mustafa Paşa’nın damat ve oğlunun olaya müdahil olduğunu görmüş, öldürülen kişilerin sayısını belirtmiştir. Kendisi bu saldırıdan kahveci Abdullah’a sığınarak kurtulmuştur. Üç saat kadar Abdullah tarafından muhafaza edilen Bedros, daha sonra paşanın adamlarının geldiğini ve “artık korkmayın bir şey kalmadı” dediklerini beyan etmiştir. Aynı şekilde Ziyaret’e gittiklerinde Mustafa Paşa’nın da kendilerine “korkmayın bundan sonra bir şey olmaz” diyerek onları temin ettiğini söyler.
Olayların bir diğer mağduru durumundaki Serkıs oğlu Mardiros, Kırıkhan’da manifaturacılık yapmaktaydı. Mardiros’un ifadesi Bedros’a göre biraz daha ayrıntılı olmuştur. Mardiros Kırıkhan’da olayların başlaması üzerine orada mevcut karakola sığındıklarını ve bir gece kaldıklarını bildiriyor. Ertesi gün karakol etrafındaki kalabalığın artması üzerine yüzbaşı rütbesindeki bir görevlinin onları Ziyaret’e götürmek için yola çıkardığını, bir çavuşun ise “Müslüman olun” deyip kendilerine sarık bağlattığını ifade etmiştir. Ziyaret yakınlarına gelindiğinde oradaki hanelerden beşi Yeniceli, dördü Antakya’lı neccar olan dokuz kişinin dışarı çıktığını ve kendilerine silah doğrulttuğunu, bunun üzerine Alaybeli Hacı Ağa’nın “bunlar İslam oldu”, Mustafa Paşa’nın yanına götürüyoruz dediğini, silahlıların buna cevap olarak “bunların İslamlığından ne olur” dediklerini belirtir. Bunun üzerine kendilerine saldırılacağını anlayınca Mardiros kaçmaya başlamıştır, Ziyaret yakınlarına vardığında bir ihtiyarın kendisine “ korkma gel” diye seslendiği duymuştur, fakat ona güvenememiştir. Ardından Bakkal Abdullah, ona Ziyaret”i gösterir. Daha önce kahveci olarak geçen Abdullah’ın bu ifadede bakkal olduğu söylenmektedir. Mustafa Paşa ziyaretin kapısının önündedir. Mardiros “ben İslamım diye bağırsa da paşa kapıyı kapattırır, onu dinlemez. Etrafında olan diğer hadiseleri de gördükçe ne yaptığın pek farkında olmadan can havliyle kendisini oradaki odaların penceresinden içeriye atan Mardiros’un orada kadınları görmesiyle geri kaçmaya başlaması bir olur. Paşanın oğulları ve orada bulunanların silah göstermesi üzerine daha önceden olup bitenleri gören Mardiros’un aklı başından gider ve bayılır düşer. Bu sırada kendisinin sürüklendiği aşağı atılacağını ama paşanın hizmetinde bulunan bir kadının “akrabamdır” diyerek kendisini kurtarmaya çalıştığını ifade eder. Kendisinin de Mustafa Paşa’nın ayaklarına kapanıp yalvardığını, bunun üzerine bir odaya atıldığını söyler. Alaybeyli Hacı Ağa ve orada bulunan bir şeyh “ Bunlar hak dini kabul ettikleri halde neden bu işlere izin verdin” diye Mustafa Paşa’ya sorarlar. O da “Madem hak dini kabul ettiler, neden Belen’e götürmediniz, buraya getirdiniz? Diye cevap verir.
İfadelerden biri de Kırıkhan’da tüccar olan Bedros oğlu Kirkor Melkişyan’a aittir. Olaylar başladığı zaman kaçabilenin kaçtığını, kaçamayanların merkezde toplandığını belirtmiştir. Jandarma karakolu etrafındaki toplanma ertesi gün Ökkeş Çavuş ve Yüzbaşı Cuma efendilerin karakolun çavuşuyla konuştuklarını, kendileri için bir kurtuluş göremeyince Ziyaret’e götürdüklerini söylemiştir. Diğerlerinin ifadesiyle benzerlik gösteren bu ifade de kurtarıcı farklı bir kişi kurtarıcı olarak rol oynar. Yeniceli dört kişi çıkmış onları öldürmek isteyince Alaybeyli Karyesi muhtarı Hacı Ağa, “Bunlar Müslüman oldu ilişmeyin” dediyse de dinleyen olmamış, silah ve bıçakla hücum etmişlerdir. Bunun üzerine Ziyaret’e doğru kaçtıklarını, orada kapının kapatıldığını ve kendilerine silah doğrulttuğunu beyan etmiştir. Kurtulmak için Alaybeyli köyüne kaç doğru kaçmış bu köyde kendisi Gök-Bayezid oğlu hanesinde korunmuştur. Daha sonra Mustafa Paşa’nın yanına gittiklerini söylemiştir. Antepli Serkıs oğlu Keyo’nun da ifadeleri bunlardan farklı değildir. Kendisi Kırıkhan’da ikamet etmektedir. Kurtulmasında paşanın kahvecisi Abdullah vesile olur. Abdullah onu saklayarak dükkânına götürmüştür.
Bu dört kişini sorgulaması kaymakamın vilayete yazdığı yazıyla örtüşmektedir. Muhbir ve müştekilerin ifadelerinin bütünü üzerinden vilayete yazan kaymakamın metni şu şekilde özetlenebilir: Kırıkhan’da olaylar çıktığında oradaki Ermeniler jandarma karakoluna sığınmışlar ve ilk geceyi güvenle geçirmişlerdir. Sabahleyin karakolun etrafında silahlı kişiler toplanmaya başlamış ve Ermeniler aleyhine gösteri yapmışlardır. O sırada Halep’ten gelen jandarma birliğinin komutanı yüzbaşıyı görünce Ermeniler rahatlamışlar, fakat gelen jandarma birliği de Ermenilerin muhafazasını tam olarak sağlamaya yetmeyecektir. Karakol etrafında toplanan kalabalığın huzursuzluğu ve “Ermeniler Müslüman olmadıkça kurtuluş yoktur” şeklindeki uyarılar, Ermenileri ihtidaya mecbur etmiştir. Bunun üzerine Mustafa Paşa’nın bulunduğu Ziyaret mahallinde dini telkinde bulunulması için yola çıkılmıştır. Yüzbaşı Cuma Efendi, karakol çavuşu Bekir Efendi komutasında beş jandarma erini bunların muhafazasından sorumlu tutmuştur. Konvoy jandarmalar, köy muhtarları ve diğer ahaliyle birlikte Ziyaret mevkiine geldiğinde ifadelerde geçtiği üzeri bazı evlerden çıkan Yeniceliler ve Antakyalı dört neccar bunlara saldırı düzenler. Kendilerini kurtarmak isteyen Ermeniler, Ziyaret’e koşarlar fakat kapıyı açan olmaz. Bu arada Mustafa Paşa’nın oğlu İskender Bey ile damadı Kamil Bey ve adamlarından Selman Ağa silahlı olarak “kâfirler nereye geliyorsunuz” diye bağırarak tehdit ve bir iki el silah atarlar. Ermenilerden birisi duvardan atlayarak içeri girer, Mustafa Paşa’nın ayaklarına kapanır. Diğerleri aşağı inmeye mecbur kalmışlardır. Bu durum üzerine silahlılar cüretlerini artırır, ahalinin de bunlara destek verdiği görülür. Ermenilerin bir kısmı orada öldürülür. Kalanlar etrafa dağılırlar; onları korumakla yükümlü jandarmalar da müdahalede bulunmadan geri çekilirler. Sadece orada bakkallık yapan Abdullah isimli bir şahsın, kırk elli kadar Ermeni’yi dükkânında saklayarak muhafaza etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Olaylardan iki saat kadar sonra Mustafa Paşa, Ziyaret’in kapılarını açmış ve etrafa dağılan Ermenileri içeri kabul etmiştir. Mustafa Paşa ile ilgili iddialar onun doğrudan Ermenilerin katliyle ilgili bir emir verdiğine dair bir bilgi vermese de kapıları kapamış olması adamlarının tehditkâr olmasının ölümleri artırdığı konusunda Ermenilerin ifadesi aynıdır.( Kaymakam Mustafa Şevket imzalı vilayete gönderilen belgeden özetlenmiştir- 20 Aralık 1909)
Olaylarla ilgili olarak suçlanılan ikinci kişi eski Belen Müftüsü Osman Nuri Efendi’dir. Osman Nuri Efendi’nin kendisinden olabilecek hadiseler karşısında bölgedeki nüfuzu dikkate alınarak yardım istenmesine rağmen “ben karışmam yeni müftünüze gidin. O bu işi def etsin ve benim azlime sebep olan ve içen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden Binbaşı Esad Bey gelsin onları muhafaza etsin” şeklinde bir cevap verdiği iddia edilmektedir. Diğer bir iddia da Osman Nuri Efendi’yle dükkânda konuşmakta iken bir kısım kişinin geldiğini ve ona Ermenilerin öldürülmesinin caiz olup olmadığını sorduklarını beyan etmiştir. Bu iddiaya göre Osman Nuri Efendi i “Ermeniler mademki “bedel-i askeri” vermiyorlar o zaman caizdir” diye cevap vermiştir. Diğer iki muhbir de müftünün Ermenileri tehdit ettiğini Hacı Beyazıd oğlu Mehmed Ağa’dan işittiklerini bildirirken ek olarak müftünün eski devirdeki zulümlerinden de şikâyetçi olmuşlardı. Onun istibdat döneminde fakirlere ve mazlumlara zulüm ettiği yetim ve dulların arazilerini haksız yere üzerine geçirdiği ve buna benzer birçok şey yaptığı ifade edilmiştir. Bu durumdan rahatsız olan kaza ahalisi Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte seslerini duyurabilmişlerdir. Müftü azledilmesiyle ahali biraz rahatlamış, fakat azledilmesinden dolayı husumet beslemeye başlamış Adana olaylarını fırsat bilerek nüfuz sahibi olduğu mahallerde ayaklanmayı teşvik etmiştir. Müftü bölgedeki faaliyetleri yüzünden Divan-ı Harb-i Örfi tarafından yargılanmıştır. Hakkında verilen ihbar metninde onun şeytanlıkta eşsiz olmasından dolayı mahkemede beraat ettiği yazılmıştır. Müftünün tekrar kazaya dönmüş olmasının sakıncalığı olduğu, vatanı ve vatandaşı ileride daha büyük felaketlere sürükleyeceğinin belirtilmiştir. Memleketin, Meşrutiyet’in ve hürriyetin geleceği için müftünün uzaklaştırılması talebi vatan namına arz olunmuştur.

İFADELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SONUÇ
​Makalenin ifadelerden önceki kısmında mümkün olduğunca Kırıkhan olaylarının Adana ve diğer Ermeni olaylarıyla ilişkisinin sınırları belirlenmeye çalışılmıştır. Olayların genel yapı ve dinamikleriyle itibarıyla birbiriyle benzerliklerine dikkat çekilmiştir. Mesele sadece yurtdışı yurt içi veya Ermeni örgütlerinin kışkırtması veya terörüne bağlamakla anlaşılmayacak kadar karmaşık bir yapı içinde görünüyor. Esasında ifadeler ve Kaymakam Mustafa Şevket Bey’in vilayete yazdığı evrakta her şey açıkça ortadadır. Çatışma ve çatışma neticesindeki durum, konunun esası olarak su yüzüne çıkmakta, olaylar çatışma üzerine tahkiye edilmektedir. Genel çerçeve çizildiğinde orada yerel aktörler arasında zikrettiğimiz ruhaniler ve örgütlerin yerel düzeydeki unsurlarının katkısından bahsedilmişti. Kırıkhan olaylarında ruhanilerin olayların yatışması ve şikâyetlerin takibi üzerinden hareket ettiği anlaşılmaktadır. Bu bölgede Hınçak örgütünün şubesi olduğu konusunda bilgi olmasına rağmen olaylardaki rolüyle ilgili belgeye ulaşılamadığı gibi, proveke edici girişimlerine dair resmi belgelere yansıyan bir bilgiye ulaşamadık. Meşrutiyet’in hemen akabinde başlayan basın yayın alanındaki patlama ve nisbî serbestliğin etkileri bir şekilde buralarda da görülürken olayların kamuoyundaki paylaşımı bakımından basın önemli rol oynamıştır. 31 Mart Vaka’sındaki aktörlerin merkezdeki görünümünün buraya da yansıdığı Meşrutiyet yanlısı ve karşıtlarının arasındaki gerilimin bu vakalarda etkili olduğu anlaşılmaktadır. Olaylarda özellikle silahlı faaliyet anlamından aktif rol alan Darende’ye bağlı Yenice’den gelenlerin bu bölgede çerçicilik yaptıkları ve geçici olarak bulunmalarına rağmen bu aktif tutumlarının kaynağının nedenleri konusunda belgelerde yeterli bilgi yoktur, fakat olaylara dâhil olma konusunda yerli ahali bilinçsiz bir güruh görüntüsü verirken, Yeniceliler’in aktifliği bilinçliliğe işaret etmesi bakımından dikkat çekmektedir. Kolluk kuvvetlerinin yetersizliği ve insiyatif kullanamaması, sadece bu olaya ait bir durum değil jandarmanın o dönemde içinde bulunduğu genel zafiyetle alakalıdır. Burada devletin doğrudan temsilcisi jandarmadır. Mevcut jandarma kuvvetine vilayet merkezinden destek gelmiştir, fakat jandarma halkın galeyanı karşısında elindeki gücün yeterli olmadığını anlamış olmalı ki alternatif çözüm aramış ve “ihtida” yı bir çözüm olarak ileri sürmüştür. Bu çözümün muhtemelen başka yerlerde de birçok örneği görülmüş olmalıdır. Buradan ihtidanın toplumsal çatışmalarda bir kurtuluş enstrümanı olarak kullanıldığı bunun her zaman için zorla din değiştirme anlamına gelmediğini söyleyebiliriz. Özellikle Ermeni iddialarında sıkça gündeme gelen bu meselenin sadece bu olaylarla ilgili değil tarihsel süreçte dünyanın birçok yerinde görülebilecek bir olgu olduğu bilinmektedir Nitekim ihtidanın bir kurtuluş aracı olduğu, Ermenilere karşı kötü niyet besleyenlerin bu türden din değiştirmeleri kabullenmek istemedikleri anlaşılmaktadır. Hatta sadece suizan besleyenler değil Alaybeyli Hacı Ağa’nın kendisine bunların Müslüman olmasına rağmen neden bu hallere düşmelerine izin verdiğini sorması üzerine ‘Madem hak dini kabul ettiler neden Belen’e götürmediniz” şeklinde imalı bir cevap veren Mustafa Paşa gibilerin de din değiştirmenin mahiyeti konusunda önyargıları olduğu anlaşılmaktadır. Burada ihtidanın “hile-i şeriyye” olduğu, Ermenileri korumak isteyenler, ihtida eden Ermeniler ve Ermenilere zarar vermek isteyenler tarafından bilinmektedir. İhtida, onları katletmeyi veya zarar vermeyi düşünenlerin argümanlarını zayıflatmayı ve galeyana gelmiş halkı ikna etmeyi hedeflemektedir. Ermenilere zarar vermek isteyenlerin başka bölgeden gelmesi onları korumak isteyenlerin ise yerli halktan olması da ayrıca manidardır. Mustafa Paşa’nın niyeti pek aşikâr değilse de Müftü Osman Nuri için siyasal alanda kaybettiği ve doğrudan nüfuzunu etkileyen pozisyonu geri alma arzusu ve intikam hırsının kendisine galebe çaldığı söylenebilir. Ayrıca olayların akışına baktığımızda belgelerde herhangi bir işaret görünmemiş olsa bile Meşrutiyet ile birlikte gelen yeni aktörlerin eski dönemin nüfuz sahibi müftüsünün itibarı ve gücünü azaltma yönünde gayretleri olabileceğini de bir ihtimal olarak düşünebiliriz.
​Son olarak ortaya çıkışı ve süreç itibarıyla birbirine benzer onlarca olayın belgelere dayalı olarak mikro düzeyde bilinmesiyle makro bir bakışa ulaşılabilir. Olaylar birbiriyle ilişki kurulmasına rağmen daha çok bölgesel olarak değerlendirilmiştir. Tarihsel bir olgunun ortaya konulmasından ziyade belirli hedeflere matuf tarih yazımı örneklerinin ürünü olarak görünmektedirler. Tarihsel bir olgunun bugünkü dostluk, düşmanlık ve diplomatik manevralara malzeme sunması anlamında işlevsel bir kullanıma sokulması beraberinde tahrifi veya yorumlamanın keyfiliğini de kaçınılmaz kılacaktır. Tehcirin yüzüncü yılına doğru ve yüzüncü yılında ortaya çıkan yayın patlaması yine de bilgi üretimi anlamında büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca sevindirici olan sadece mesele olarak değil kültürel gelişmelerle ilgili olarak da Ermeniler ve diğer Osmanlı unsurları arasındaki belirsiz sınırlar ve geçişenliklerin aranması konusunda bazı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

Prof.Dr.Ahmet Özcan

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir