KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. İran, Lübnan, Irak ve başarısızlık üçgeni

İran, Lübnan, Irak ve başarısızlık üçgeni

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
280 0

İran’ın birçok şehrinde patlak veren “benzin ayaklanması”ndan birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ülkesinin şu anda yaşamakta olduğu dönemi “Devrimin başlangıcından bu yana en zor dönem” olarak tanımlamıştı.

Petrol satışlarında yaşanan sert düşüş gerçeğine ve hazinenin gelirlerinin üçte ikisini kaybetmesine neden olan vergi kaçakçılığına değindikten sonra ülkede döviz rezervlerinin yetersiz olduğunu vurgulamıştı.

Döviz olmadan devlet ya da özel sektörün petrol, yedek parça, temel gıda maddeleri ve ilaçlar gibi çeşitli mal ve hizmetleri sağlayamayacağını, yurtdışında çalışan devlet memurlarının maaşlarının ödenemeyeceğini, İran bankalarının dış işlemlerini ve faaliyetlerinin duracağını belirtmişti.

Ruhani’nin çizdiği bu kara tablo karşısında İran halkının ayaklanması şaşırtıcı değil. Ancak devlet başkanının bu başarısızlık itirafı, protestocuların Ali Hamaney tarafından “yıkım” ve “komplo” ile suçlanmalarını ya da “işbirlikçiler” ve “düşmanlar” olarak tanımlanmalarını engellemedi.

Bu hazır suçlamaları İranlılar ve dünya daha önce 2017 yılının sonu ile 2018 yılının başında patlak veren benzer protesto gösterileri sırasında da duymuşlardı.

Bu protestoların arkasındaki etmenler de ekonomi politikaları, yüksek fiyatlar, işsizlik, kamu hizmetlerinin gerilemesi etrafında dönüyordu.

İranlılar ve dünya, buna benzer suçlamaları yine 2009 yılında patlak veren Yeşil Hareket sırasında da duymuşlardı.

Bu protestoların patlak vermesinin nedeni ise cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hile yapılması ve rejimin “Rehber”i Hamaney’in, başarılı aday Mir Hüseyin Musavi’ye karşı eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın lehine olacak şekilde sonuçlara müdahale etmesiydi.

Bu anlamda son 10 yılda İranlılar, devrimci rejim düzeyinde 2 korkunç başarısızlığın sonuçları ile yüzleşmek zorunda kaldılar.

2009 yılındaki siyasi başarısızlık ve en kötü sonuçları 2017’den bugüne devam eden ekonomi başarısızlık.

Her ikisinde de İranlıların başvurdukları çözüm, sokaklara dökülmek oldu. Ancak her yeni protesto dalgasında protestocuların kullandıkları sloganların daha da radikalleştiğine, Hamaney ve siyasi çevresinin sembol isimlerinin posterlerini yakmak gibi eylemlerinin daha cesur olduğuna dikkat çekmeliyiz.

İran’daki son ayaklanmada yeni olan ise Irak ve Lübnan’daki benzer ayaklanmalarla aynı zamana denk gelmesidir. Gerek başarısızlığa neden olan İran poltikalarının açık rolünün eşlik ettiği ekonomik etmenler gerekse protestoların İran rejimi ve müdahalelerine karşı düşmanca bir tutum içermesi bakımında birbiri ile özdeş olmasıdır. Aslında bu özdeşlik, Lübnan’daki siyasi sınıfın genişliği ve içindeki güç merkezlerinin çokluğu nedeniyle Lübnan’dan çok Irak ve İran’ın kendisinde daha aşikardır.

Bağdat’ta Iraklı protestocular, İran’ın Irak’ın içişlerine karşı açıktan müdahalesinin bir sonucu olarak kapılmış oldukları ulusal aşağılanma duygusu ile Hamaney ve Süleymani’nin posterlerini yakarken aynı şeyi Tahran ve diğer şehirlerdeki İranlı protestocular da yapıyorlar. Çünkü onlar da ülkelerinin zenginliklerinin, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve Filistin’de İranlı devrimci politikalara hizmet etmesi için yurtdışına ihraç edilmesinin etkilerini yaşıyorlar.

Doğrusu Hasan Nasrallah’ın Hizbullah’ın bütçesinin, maaşlarının ve silahlarının İran tarafından karşılandığına yönelik sözleri, Lübnan bunun açık bir kanıtı haline getiriyor. Birkaç hafta önce Lübnan ekonomi döngüsüne ilişkin açıklamasında, abartılı bir biçimde olası bir ekonomik çöküntünün bile Hizbullah’ın maaş ve ödeneklerini ödemeye devam etmesini engellemeyeceğini deklare etmesi Lübnan’ın bunun kanıtı olmasını sağlıyor.

Irak ve İran gibi Lübnan da İran’ın başarısız politikalarının, İran’ın güvenlik gücünün yetersizliğinin ve bölgede yürüttüğü vekalet savaşlarının hiçbir şekilde istikrar veya gelişmeye katkıda bulunmama yeteneğinin açık bir kurbanıdır.

Daha da önemlisi, İran devriminin en başarılı ürününün vatanı olarak Lübnan’ın, son birkaç hafta içinde İran ve uzantılarının usta olmakla övündükleri ekonomik veya stratejik düşüncelerinin sığlığına ışık tutmuş olmasıdır.

Hiçbir şey bu sığlığı, Hizbullah’ın Genel Sekreteri’nin açıklamaları ile içeride ve dışarıda İran projesini tehdit eden gerçek tehditler karşısındaki demagojisinden daha iyi açıklayamaz.

Son konuşmasında Hasan Nasrallah, Ruhani’nin 53 milyar varil petrol içeren bir petrol kuyusu keşfedildiği açıklamasına dikkati çekti. Dükkan sahiplerinin kazançlarını hesaplamaları gibi bu keşfin dolar ile değerini hesaplamak için bir dizi toplama, çıkarma ve çarpma işlemi yaptı. Anca keşfedilen kuyunun değerinin 100 milyar doları aşkın olduğu sonucuna ulaştığında kuyunun aslında 22 milyar varili geçmediği ortaya çıktı. Çıkarılabilecek olan petrol oranının %10 olduğunun meydana çıkması ile de bu oran 2,2 milyar varile geriledi.

Bundan önceki konuşmasında da Nasrallah, ABD hegemonyasıyla mücadele mekanizmalarından biri olarak doğuya Çin’e dönme teorisi üzerinde yoğunlaşmıştı. Çin’in Lübnan’da yatırım hazırlığında olduğundan güvenle bahsetmişti. Ancak 53 milyar varillik İran petrolü gibi çok geçmeden doğuya dönüş teorisi de çöktü. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde Arap gazetecilerin Çin’e düzenledikleri ziyaretlere katılan el-Nahar gazetesinden Monalisa Feriha’nın naklettiği Çinli bir yetkilinin açıklamaları ile yıkıldı.

Bu yetkili, Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış İlişkiler Bölümü’ndeki Batı Asya ve Kuzey Afrika İdaresi Genel Müdürü Qin Jian Wei’di ve şöyle demişti: “Çin’in Lübnan’da ABD’nin alternatifi olmaya niyeti yok. Buna gücü de yetmez. ABD’nin boşluğunu doldurmaya çalışmayacağız”.

Nasrallah’ın iddialarının bu kadar kötü bir biçimde yıkılışı, Filistin’i kurtarmak, terörü yenmek, ABD emperyalizmine karşı koymak, Suriye’de zafere ulaşmak gibi diğer iddiaları için de ölçü olarak kullanılabilir.

Bu konudaki bilgi eksikliği, ekonomik, sosyal veya politik diğer meseleleri ele alma biçimiyle karşılaştırılabilir.

Yine İran’ın mezhepçi ve etnik tuzaklar ile içine sızmakta usta olduğu çoğulcu toplumlarda birlikte yaşama çerçevesine ilişkin meseleleri anlama biçimini ölçmekte de kullanılabilir.

Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir