Geçen yılın son saatleri yaşanıp yeni yılın şafağı doğarken bölgenin göğünde beliren soru işareti, Washington ile Tahran arasındaki savaş ve çatışma fırsatlarıyla bağlantılıydı. Zira her ne kadar genelde olduğu gibi kulislere ve arka kapı diplomasisine pay bırakılsa da bütünüyle savaşın kesinlikle yaklaştığını gösteren birçok ön delil ve uyarı bulunuyor. İran, bölgedeki adamı General Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin birinci yıldönümünde intikam almakta kararlı görünüyor. Dini Lider Ali Hamaney başta olmak üzere İran tarafından gelen çeşitli beyanlar bunu pekiştiriyor. Hamaney, General Süleymani’yi öldürme emrini verenin ve uygulayanın bedelini ödemesi gerektiğini, intikamın kaçınılmaz olduğunu ve her fırsatın değerlendireceğini belirtti.
Bu açıklamanın Hamaney’in mevcut çatışma vizyonuyla tutarlı olduğu düşünülebilir. Ancak Mollaların muazzam iç baskılar altına girdiklerini, telaş içinde olduklarını ve doğru düşünemez hale geldiklerini ele veren, bazılarının bir dönem güvercinlerin temsilcisi kabul ettikleri Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin açıklaması oldu. Halbuki tarihi gerçekler bizlere, İran’da ne güvercinler ne de şahinler olduğunu, her şeyin Dini Lider tarafından önceden kararlaştırılmış ve belirlenmiş çerçeve içerisinde rollerin ve konumların değiştirilmesinden ibaret olduğunu bildiriyor.
Ruhani birkaç gün önce, ülkesinin Süleymani’nin elini kesmesi karşılığında ABD’nin bölgeden ayağını keseceğini, Tahran’ın, hakkı olan intikamdan geri adım atmayacağını vurguladı. Söyledikleri arasında Irak parlamentosunun ABD kuvvetlerinin ülkeden çıkarılması kararının büyük bir eylem olduğu da vardı. Bunlar İran sokağının yerine getirilmesini beklediği ve gerçekleşmemesi durumunda İran liderliğinin vatandaşlarının gözünde güvenirliğini kaybedeceği açık vaatler mi? Eğer öyleyse, bu sahne İran’ın bu saatlerde ve Süleymani suikastının birinci yıldönümünde intikam alma planlarında ilerlediği anlamına mı geliyor?
Bu durumda akla hemen birçok soru geliyor. Bilhassa ABD istihbarat raporları, İran’dan Irak’a eşi görülmemiş bir silah akışına işaret ediyor ve askeri liderlerin de ABD misillemelerinin hedefi olmak korkusuyla Tahran’a kaçtıklarını kesin bir şekilde bildiriyor. İran’ın savaş kapılarını mı çalması yoksa barış pencerelerinden mi girmesi gerektiği konusunda kafası karışık. Bunun ana nedeni, Tahran’daki kararsızlık olabilir. Mollalar birbirinden acı iki seçenek, her biri diğerinden kötü iki çözüm ile karşı karşıya bulunuyorlar. Süleymani’nin intikamını alıp ABD’nin misilleme cehennemine katlanmak veya yeni ABD başkanının daha esnek ve anlayışlı olacağı, onun döneminde İran’ın Donald Trump’ın zorlu 4 yılındaki kayıplarını telafi edebileceği ümidiyle sessiz kalmak.
Fakat öte yandan, İran’ın yüksek perdeden açıklamalarının gerçekleşmemesi halinde, İranlı liderlerin vatandaşları ve bölgedeki takipçileri nezdinde güvenilirlikleri açısından kötü sonuçları olabilir. Aslında İran’ın hem bugün hem de gelecekte seçenekleri arasında olduğunu düşündüğü üçüncü bir senaryo daha var; intikam oklarını, İran’ın yumuşak karın olarak gördüğü bölgedeki komşularına yöneltmek. Geçtiğimiz birkaç gün içinde ABD’den yapılan açıklamalar da bunu ima ediyordu. Her halükârda, ABD’nin askeri aktivizmi ve ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı General Frank McKenzie’nin açıklamaları, Washington’un gerekirse elini ateşe sokmaya hazır olduğunu gösteriyor. Abraham Lincoln uçak gemisinin bölgedeki hareketleri, büyük stratejik olanlardan küçük taktiksel olanlara kadar çeşitli formlarda nükleer bombalar taşıyan “B-52” bombardıman uçaklarının uçuşu, nükleer denizaltıların Basra Körfezi’nin yakınlarından geçişi… Bütün bunlar eğer biraz da olsa anlama kabiliyetleri kalmışsa İran’daki askeri liderlerin başlarına neler gelebileceğini anlamaları için işaretlerdir.
İran, bölgeye barışın egemen olmasıyla hiçbir şekilde ilgilenmiyor gibi görünüyor. Çarşamba günü Yemen’de yaşananlar, bu söylediğimizin en somut delilidir. Zira havaalanını hedef alan, ölü ve yaralılara neden olan füzeler, İran üretimi uzun menzilli füzelerdi ve kullananlar da onun tarafından eğitilmişlerdi. İlk ve nihai amacı, Yemen ulusal toprağının geri kalanını özgürleştirmek umuduyla uzlaşan Yemen hükümetinin çalışmalarını engellemekti.
İran, Basra Körfezi ve Ortadoğu’nun tamamına yeten hatta taşarak dünyanın geri kalanına da yayılan stratejik bir kötülük deposudur. Nihai gerçeğe sahip olma fikrine inanan, uzlaşma veya paylaşma felsefesini kabul etmeyen teolojik bir zihniyettir. Tamamen sahip olmak ve saf hakimiyetten başka bir şey bilmeyen bir zihniyet. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu son açıklamasını yapmaya iten de bu olabilir; “İran rejimi bölgede istikrarsızlık ve terör saçtıktan, ABD ve bölgedeki müttefikleri için tehdit haline geldikten sonra, İran’ın şantajlarının tutsağı olmayacağız.” Temel ve nihai soru ise şu: Şu anda İran’da sonucu ABD ile karşı karşıya gelmek olacak feci bir savaşın fitilini ateşleyebilecek biri var mı?
Cevap üzerinde spekülasyonlar yapmayacağız ama en azından şunu söylemek istiyoruz; İran’da aklı başında bir kişi varsa, Irak, Körfez bölgesi veya dünyanın herhangi bir bölgesinde bir Amerikan vatandaşının kanının bir damlasını dahi akıtmanın, 18 Nisan 1988’de düzenlenen Praying Mantis (Peygamber Devesi) Operasyonunun bugün olabileceklere kıyasla bir piknik gibi kalacağının farkına varırdı. Söz konusu operasyonda ABD savaş uçakları, İran limanlarına düzenlediği hava saldırıları ile İran donanmasının yarısını batırmış ve bunun sonucunda Humeyni’nin, ülkesini kurtarmak için kendi deyimiyle zehir içerek ateşkesi kabul ettiğini deklare etmesiyle İran-Irak savaşı sona ermişti.
Şu andan 20 Ocak’a kadar Tahran, Beyaz Saray’da yaralı bir aslan, prestijinin bir kısmını mümkün olan herhangi bir şekilde geri kazanmak isteyen bir başkanla karşı karşıya bulunuyor, dolayısıyla İran’ın herhangi bir misilleme eylemi onun için bir rahatlama fırsatı olabilir. İran’ın sonu hesaplanmamış öfkesi, Biden’ın masasındaki diplomasi kartlarını bir kenara itip savaşın kapılarını açarken, barış pencerelerini kapatacaktır.
İmil Emin
Mısırlı yazar şarkulavsat