Barack Obama döneminde 2015 yılında yapılan “Ortak Kapsamlı Eylem Planı” (JCPOA) anlaşmasının 2017 yılında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı seçilen Donald Trump tarafından defalarca eleştirilmiş olduğunu hatırlatmak gerekmektedir. Anlaşmanın İran’ın balistik füze programını kapsamadığını dile getirerek, tarihin en kötü anlaşması olarak değerlendiren Trump, diğer ülkelerin itirazlarına rağmen, 8 Mayıs 2018’de ABD’nin anlaşmadan ayrıldığını ve Kasım ayında petrol alımı yasağı da dâhil olmak üzere İran karşıtı yaptırımların geri getirildiğini açıklamıştır. ABD’nin kararı, anlaşmayı ABD katılımı olmadan sürdürmek için çaba göstereceklerini belirten İran ve diğer “P5+1” (ABD, Rusya Federasyonu, Birleşik Krallık, Fransa, Çin ve Almanya) üyeleri tarafından hayal kırıklığıyla karşılanmıştır.
Buna karşılık 2019’da yaptırımlar sıkılaştırıldığında İran, anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini aşamalı olarak azalttığını duyurarak, nükleer araştırma, santrifüj ve uranyum zenginleştirme seviyelerindeki kısıtlamaları kaldırarak, uranyum zenginleştirmeye ve anlaşmanın kısıtlamalarını ihlal etmeye başlamıştır. İran, “taraflardan birinin JCPOA şartlarını önemli bir şekilde yerine getirmemesi durumunda, taraflardan diğerinin anlaşma taahhütlerini tamamen veya kısmen yerine getirmeme hakkı olduğunu” hatırlatmıştır.
İran nükleer programı etrafındaki krizi çözmek için JCPOA’nın yürürlüğe girmesinden bu yana yaklaşık altı yıl geçmiştir. Anlaşma sonucunda, her iki taraf bir ortak noktada buluşarak, İran’a karşı yıllarca uygulanan yaptırımların kademeli olarak kaldırılması ve Tahran’ın nükleer silaha sahip olmaması adına İran’ın nükleer programı Batı’nın istediği gibi yavaşlatılarak, kontrol altına alınması sağlanmıştır. Bu bağlamda, İran barışçıl amaçlarla nükleer araştırma yapmak ve uranyum zenginleştirme sınırlarını en fazla %3,67 oranında tutmak için Arak’taki reaktörü yeniden yapılandırmak zorunda bırakılmıştır. Zira İran, belirlenen uranyum zenginleştirme kapasitesinin üzerine çıkarsa nükleer silah yapma şansı yakalayarak, bölgede ve uluslararası arenada potansiyel bir tehdit olarak algılanabilecektir.
Kasım 2020’de ABD Başkanı seçilen Joseph Biden, İran’la “nükleer anlaşmanın” sürdürülmesinden yana olup, ABD’nin anlaşmaya geri dönerek, anlaşma şartlarını sağlaması gerektiğine inanmaktadır. Başta Batı olmak üzere tüm dünya güvenlik gerekçesiyle İran’ın nükleer silaha sahip olmasını istemezken, İran’ın nükleer silaha sahip olma ihtimali de ilk önce güvenlik kaygılarından kaynaklanmaktadır. Çünkü konumu itibariyle çatışma bölgesinin merkezinde yer alan İran, diğer devletler gibi kendi ulusal çıkarlarını ve güvenliğini korumayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda da geliştirmekte olduğu nükleer programı caydırıcılık niteliği taşıyarak, uluslararası alandaki pozisyonunu güçlendirmekte ve pazarlık gücünü artırmaktadır.
Diğer taraftan, Haziran 2021’de İbrahim Reisi’nin İran Cumhurbaşkanı seçilmesiyle “ılımlı muhafazakâr” kimliğiyle bilinen ve 8 yıllık iktidar süresi boyunca Batı’ya karşı ılımlı politikalar izleyen Hasan Ruhani’nin dönemi resmen sona ermiştir. Böylece, Batı’ya mesafeli siyaseti ile bilinen muhafazakârlar, 8 yıl aradan sonra yeniden iktidara gelmiş oldular. Fakat aşırı muhafazakâr İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e yakınlığı ile bilinen Reisi’nin müzakereleri askıya alabileceği ve bu nedenle ABD ile İran’ın bir araya gelerek ortak noktada buluşabilmesi zor ve zaman alacak gibi görünmektedir. Batılı yetkililer, İran’ın ilerleyen nükleer faaliyetlerinin Biden yönetiminin en önemli dış politika hedefi olan 2015 nükleer anlaşmasını yeniden canlandırma umutlarını boşa çıkaracağından giderek daha fazla endişe duymaktadır.
JCPOA’yı kurtarmak ve İran’ı yeniden uyumlu hale getirmek için görüşmeler, Joe Biden’ın ABD başkanı olarak Trump’ın yerine geçmesinin ardından Mayıs 2021’de başlamıştır. Biden, İran’ın ihlallerini tersine çevirmesi durumunda ABD’nin anlaşmaya yeniden katılacağını ve yaptırımları kaldıracağını söylemişken, İranlı mevkidaşı İbrahim Reisi, ABD’nin ilk adımı atması gerektiğini açıklamıştır.
Buna ilaveten, Batılı diplomatlar, İran’ın taleplerini artırdığını, ABD’nin 2018’de anlaşmadan çekilmesinin ardından Trump yönetimi tarafından uygulanan yaptırımların kaldırılmasını istediğini ve İran’ın nükleer faaliyetlerini dizginlemek ve anlaşmaya uymaya geri dönmek için atmayı taahhüt ettiği adımlardan da uzaklaştığını ifade etmişlerdir. İran’ın nükleer anlaşmaya uymayarak hareket etmesine ABD ise İran üzerindeki ekonomik baskıyı artırmaya çalışarak yanıt vermektedir. Biden yönetimi, anlaşmayı eski haline getirmek ve ardından daha uzun ve daha güçlü bir anlaşmayı müzakere etmek için bir platform olarak kullanmak istediğini ifade ederken, Tahran, Biden yönetimini, anlaşmayı geri getirmeye çalışırken bile Trump dönemi yaptırımlarını uygulamaya devam etmekle eleştirmiştir. Nisan-Haziran ayları arasında süren ilk altı müzakere turunda ABD, enerji ihracatı, bankalarının çoğu ve denizcilik sektörü de dâhil olmak üzere İran ekonomisine yönelik yaptırımlarını kaldırmaya hazır olduğunu, ayrıca, denizaşırı banka hesaplarında sıkışıp kalan on milyarlarca dolarlık petrol gelirine erişimin önündeki engeli kaldıracağını ifade etmiştir. Mevcut durumda İran’ın, büyük olan nükleer yakıt stokunu ve nükleer yakıt üreten santrifüj sayısını azaltma yollarını görüşmesi ve aynı zamanda Fordo’daki yeraltı nükleer tesisinde zenginleştirilmiş uranyum üretimini durdurması gerekmektedir. Ancak İran’ın yeni hükümet altındaki tutumu sertleşerek, bu taahhütlerin bir kısmından geri adım attığı bilinmektedir. Kasım 2021’de İran, ABD ve diğer büyük güçler arasındaki nükleer müzakerelerin Viyana’da tekrar başladığını hatırlamakta fayda vardır.
İran ayrıca, JCPOA’dan muaf tutulan insan hakları ve balistik füze ile ilgili yaptırımların kaldırılması da dâhil olmak üzere yaptırımların tamamen kaldırılmasını talep etmektedir. Bunlara ilaveten, anlaşmanın ekonomik faydalarının elde edilmeye başladığını görmek için önce ABD’nin tüm yaptırımları kaldırmasını talep etmekte ve ayrıca Washington’un, ABD’nin gelecekte nükleer anlaşmadan tekrar çekilmeyeceğine dair bir garanti vermesi gerektiğinde ısrar etmektedir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) 17 Kasım 2021 tarihli raporuna göre, İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokunun izin verilenden çok daha fazla olduğu görülmektedir. Örneğin %20 zenginleştirilmiş U-235 stoku UAEA’nın 7 Eylül 2021’deki raporu ile karşılaştırıldığında 85 kilogramdan
114 kilograma
Raporlara göre
zenginleştirilmiş
kilogramdan 17,7 kilograma çıkarmış olup bu seviye bir nükleer bomba için gereken seviyenin hemen altındadır. Bu seviyelere kadar zenginleştirilmiş uranyum, silah derecesi seviyesine veya %90 U-235’e kadar daha hızlı bir şekilde zenginleştirilebildiğinden, daha önemli bir risk oluşturmaktadır. Bu nedenle, JCPOA nükleer anlaşma kapsamında İran’ın nükleer güç reaktörleri için uygun bir seviye olan %3,67’nin üzerinde uranyum zenginleştirmesi yasaklanmıştır. İran, JCPOA müzakerelerinden önce uranyumu %20’ye kadar zenginleştirmişken, Nisan 2021’de %60’a kadar zenginleştirmeye başlamıştır. Ayrıca Fordo’da zenginleştirme faaliyetlerine yeniden başlamış; izin verilenden daha fazla ve daha gelişmiş tipte santrifüj takılmış; ve nükleer silahlarda önemli bir malzeme olan zenginleştirilmiş uranyum metalinin üretimine yönelik adımlar atılmıştır.
İran ayrıca UAEA Koruma Önlemleri Anlaşmasının Ek Protokolü’nün uygulanmasını durdurarak uluslararası müfettişlerin erişimini önemli ölçüde azaltmıştır.
Günümüzde devam eden müzakereler başarısız olursa ve İran’ın anlaşmayı ihlal ettiği teyit edilirse, Birleşmiş Milletler’in tüm yaptırımları, beş yıllık bir uzatma olasılığıyla birlikte 10 yıl boyunca otomatik olarak geri gelecektir. Bu da Orta Doğu’da krizin tırmanmasına, yıllar sonra varılan nükleer anlaşmanın boşa çaba sarf edildiği anlamına gelmektedir. Bölgedeki krizin daha fazla artmaması ve uluslararası soruna ulaşmaması için Avrupa Birliği, Rusya ve Çin gibi aktörlerin JCPOA’yı tekrar muhafaza etmek ve ABD ile İran’ı bir noktada buluşturmak için çaba göstermeleri beklenmektedir.
Zhuldyz Kanapiyanova
Avrasya Araştırma Enstitüsü, Kazakistan