Patrik Kalustyan’ın Ölümü
1990 yılının Mart ayıydı. Moskova’da büyükelçiydim. Her sabah baktığım TASS Ajansı haberlerinden Türk Ermenilerinin Patriği Kalustyan’ın ziyaret için bulunduğu Ermenistan’ın ruhani başkenti sayılan ve büyük Katedrali olan Eçmiyazin’de beyin kanamasından vefat ettiğini öğrendim. Hemen Ermenistan’ın Moskova’daki temsilcisini aradım. Üzüntülerimi ifade ettim. Eçmiyazin yetkilileri ile nasıl irtibata geçebileceğimi sordum. Verdiği telefon numarasından şimdi adını hatırlamadığım bir yetkili ile görüştüm. Patrik Kalustyan’ın Türk vatandaşı olduğunu, cenazesinin Türkiye’ye nakli görevinin bize düştüğünü, her türlü yardımı yapmaya hazır olduğumuzu, ayrıca kendisi için bir tören yapılacaksa buna da memnuniyetle katılacağımı bildirdim. İki gün sonra beni Eçmiyazin’de görüştüğüm yetkili aradı. Patrik hazretleri için Moskova’daki bir Ermeni kilisesinde tören yapacaklarını bildirdi. Eşimle birlikte Ermeni Kilisesine gittik. Cemaatin şaşkın, oldukça kuşkulu bakışları arasında yerimizi aldık. Çok sayıda kameranın üstümüze çevrildiği tören dualar içinde sona erdi. Tam kiliseden ayrılacakken ikisi Papaz olduğu anlaşılan bir grup yanımıza geldi. Eşime ve bana teşekkür etti. Daha sonra kendi adetlerine göre bir lokantada yemek yeneceğini, benim de bu yemeğe katılmamdan memnun olacaklarını söylediler. Eşimi eve bıraktıktan sonra verdikleri adrese gittim.
Lokantada 10-12 kişilik bir grup vardı. Ben gelince ayağa kalkıp selamladılar. Hangi dilde konuşacağımızı sordum. Rusca’yı sökmeye başlamıştım ama yeterli değildi. Ermenice’yi ise hiç bilmiyordum. Onlar arasında da İngilizce bilen sadece iki kişi vardı. Bana” siz Türkçe konuşun biz anlarız. Hem de kulağımızın pası gider” dediler. Böylece Türkçe ağırlıklı bir sohbete başladık.
Patrik Kalustyan’ın vefatı nedeniyle gönderdiğim mesajdan ve kilisedeki törene eşimle birlikte katılmamdan duydukları memnuniyeti, şükran duyguları ile ifade ettiler. Beni Ermenistan’ da görmekten büyük mutluluk duyacaklarını söylediler. Bu tavrımın Ermenistan’da halk arasında adeta bir şok etkisi yarattığını ve çok olumlu bir iz bıraktığını vurguladılar.
Ermenistan Ziyareti
Daha sonraki günlerde büyükelçilikte meslektaşlarımız arasında bir değerlendirme yaptık. Ermenistan’ı ziyaret arzumu belirttim. Bazı arkadaşlarımız önce Bakanlıktan izin almamızda fayda olacağını söyledi. Ben ön izin almak yerine bilgi vermemizin yeterli olacağı görüşümü dile getirdim. Sovyetler Birliği nezdindeki Türkiye Büyükelçisi olarak şimdiye kadar hiçbir ön izin almadan çok sayıda Cumhuriyeti ziyaret ettiğimi, Ermenistan’ı da bu kapsamda değerlendirdiğimi söyledim. Bu arada arşivlerimize baktım. Benden önce Ermenistan’ı resmen ziyaret etmiş bir Büyükelçimizin izine rastlamadım.
Artık ahbap olmaya başladığımız Ermenistan’ın Moskova’daki temsilcisine ziyaret arzumu belirttim ve bana uygun bir tarih vermelerini rica ettim. Aradan 24 saat bile geçmeden Ermenistan temsilcisi, Cumhurbaşkanları Ter Petrosyan’ın beni en kısa zamanda kabul etmeye hazır olduğunu bildirdi.
Bunun üzerine o dönem Moskova Büyükelçiliğimizde Başkatip (Şimdi Karakas Büyükelçimiz) Şevki Mütevellioğlu ile birlikte uçakla Erivan’a hareket ettik. Uçak dedimse yanlış anlaşılmasın; çoğunun koltuğu kırık, bir yerlerden hava alan, tavuk ve horozların da yolcu niyetine bindirildiği vasıtalardı. Erivan’a varışımız akşama yakındı. İnmek için uçağın merdivenine çıktığımızda, meydanın dört bir yanını silahlı askerlerin kuşattığı, pek çok aracın yan yana dizildiği bir manzara ile karşılaştık. Şevki ile birbirimize bakarak “Acaba doğru bir iş mi yaptık?” diye düşünmeye başladık. Cumhurbaşkanlığı protokolünden olduklarını belirten üç kişinin bizi güler yüzle ve sıcak biçimde karşılamaları ile endişemiz bir nebze kayboldu.
Önümüzde ve arkamızda kamyonlar içinde silahlı askerler, uzun bir konvoy halinde yola koyulduk. Protokol görevlileri, bizim için Devlet Misafirhanesini tahsis ettiklerini, akşam da Ermenistan hükümetinin bazı Bakanları ile bir hoş geldin yemeği düzenlediklerini söylediler. Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’ın bizi sabah kabul edeceğini, öncesinde Dışişleri Bakanı ile de görüşmem için bir randevu koyduklarını ifade ettiler. Önerdikleri programı uygun bulduğumu, ancak Eçmiyazin’i de ziyaret etmek istediğimi söyleyince, bunu da programa aldılar.
Misafirhaneye vardık. Güzel ama eski bir binaydı. Uzun süredir bakım görmediği belliydi. Binanın çevresinde makineli tüfekli askerler ve keskin nişancılar nöbet tutuyordu.
Akşam yemeği için hazırlanan salona geçtiğimizde yanılmıyorsam 8 kişilik bir masa etrafında Ermeni ev sahipleri bizi karşıladı. Hepsi Bakan sıfatı taşıyorlardı. Hatırladıklarım arasında Tarım, Enerji, Sanayi ve Ticaret Bakanları vardı. Yemekte Şevki’nin Rusça’sına güvenerek arzu ederlerse Rusça konuşabileceğimizi söyledim. Hemen itiraz ettiler. Biri “Ben Van’lıyım”, diğeri “Ben Bursalı’yım” diyerek Türkçe de sohbet edebileceğimizi ifade ettiler. Böylece yarı Türkçe, yarı Rusça bir sohbete koyulduk. Hepsi ziyaretimizi tarihi bir olay olarak gördüklerini, çok mutlu olduklarını, Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında bir dostluk ve iş birliği döneminin açılmasını arzuladıklarını söyledi. Ancak, Ermenistan içinde buna karşı çıkacak çevrelerin de olduğunu inkâr etmeyeceklerini, nitekim Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’ın bu politikada kararlı olduğunu belirttiler. Ben de iki ülke arasında dostluk ve iş birliğinden yana olduğumuzu, bunun iki ülke halkının da yararına olacağına inandığımı söyledim. Geç saatlere kadar uzanan samimi bir yemek ve sohbet oldu.
Esnaf ile Tanışma
Ertesi sabah randevular için yola koyulduk. Tam giderken, kapalı bir semt pazarının önünden geçerken arabayı durdurdum. Bize refakat edenlerin şaşkınlığı içinde dükkanların içine girmeye başladık. Karşılaştığımız herkes bizi hemen tanıdı. Meğer akşam televizyon haberlerinde Erivan’a gelişimiz uzun uzun gösterilmiş. Bazıları uzattığım eli hararetle sıktı, bazıları bizleri kucakladı. “Hoş geldin”, ”Sefa getirdin” sesleri arasında tekrar arabaya bindiğimizde bize mihmandarlık yapan kişinin rahat bir nefes aldığını gördüm. Doğrusu pazar yerinde gördüğümüz bu yakınlık ve sevgiyi hiç beklemiyordum. Mutlak bir çatlak ses çıkar diye de düşünmüştüm. Ama tam tersi, hiçbir senaryoda yazılı olmayan samimi bir kaynaşma oldu.
Dışişleri Bakanı Hovannisian ile İlk Görüşme
Pazar yerinde gördüğümüz yakın ilgi ve sıcaklığın olumlu izlenimi ile Dışişleri Bakanının odasına vardık. Özel kalemi, bizi biraz bekleteceğini, Bakanın bir görüşme halinde olduğunu söyledi. Ben kendime en fazla 10 dakika bekleme süresi koyarken, birkaç dakika sonra Bakan’ın odasına alındık. Bacakları masanın üzerindeydi, bizi görünce bacaklarını indirdi ve bizi masanın karşısındaki iki koltuğa davet etti. Kısa bir zaman önce Amerika Birleşik Devletleri’nden Ermenistan’a gelen ve ilk Dışişleri Bakanı olarak atanan Raffi Hovannisian, tanıştığım diğer Ermenilere hiç benzemiyordu. ABD vatandaşlığını koruyordu. Kaliforniya’da doğmuş ve büyümüştü. Babası Richard Hovannisian, “soykırım uzmanı” olarak tanınmıştı. Kendisi de hem önemli bir avukatlık şirketinde avukat olarak görev yapıyor, hem de Tufts Üniversitesi’nde Ermeni Tarihi dersleri veren bir öğretim görevlisi olarak çalışıyordu. Ermenistan Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında ailesi ile birlikte gönüllü olarak Ermenistan’a hizmet etmek için gelmişti. Daha konuşmamızın başında, soğuk tavrı dikkatimden kaçmamıştı. Amerikan İngilizcesi ile Ermenistan’ı niçin ziyaret ettiğimi sorgular bir haldeydi. İki ülke arasındaki ilişkilere kuşkulu baktığını ve ardında kötü niyet aradığını hissetmemek zor değildi. Bu durum üzerine görüşmeyi kısa kestim ve muhtemelen sert geçecek bir tartışmaya girmeden kendisine veda ettim.
Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan
Bu görüşmenin verdiği olumsuz izlenimin hemen sonrasında Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan tarafından kabul edildik. Bizi gayet iyi ve dostane şekilde karşıladı. Benimle gayet açık bir biçimde konuşacağını söyledi. Ermenistan yönetimini zor bir zamanda ve çok zor şartlar altında üstlendiğini söyledi. Toplumun kendisine duyduğu güveni sarsmadan, ülkenin ekonomik yaralarını sarmak istediğini ifade etti. “Ben geçmişin acılarını deşmek yerine, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini düşünmenin doğru bir siyaset tarzı olduğuna inanıyorum” dedi.
Ter Petrosyan’ın bu açılımı bana umut verdi. Sovyetler Birliği’nin içinde bulunduğu bu çöküş döneminde Türkiye ile Ermenistan’ın birbirlerine verecekleri desteğin pek çok sorunun çözümüne katkı sağlayacağını, her iki ülke halkının da böyle bir işbirliğinden yarar sağlayacağını ifade ettim.
Bunun üzerine Ter Petrosyan, masasından kalkarak Balkona doğru baktı ve bana “Lütfen bakar mısın, 25-30 kilometre ötedeki Alican sınır kapısı var. Bu kapı yüzümüze kapalı. Halbuki açılırsa iki ülke arasında doğrudan ticaret yapılır, ekonomi canlanır” dedi. Sonra odasındaki elektrik düğmesini göstererek, her gün 5-6 saat elektrik kesintisi yapmak durumundayız. Sizden elektrik alabilirsek hayatımız ve sanayiimiz rahat eder şeklinde konuştu.
Ben de bütün bu hususları Ankara’ya bildireceğimi ve sorunların çözümü için samimi bir gayret içinde bulunacağımı söyledim.
Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan, benim üzerimde çok olumlu bir izlenim bıraktı. Kendi tarihi gerçeklerini inkâr etmiyor, ancak yaşanmış acıları deşmek yerine, geleceğe bakmak isteyen sorumlu bir siyasetçi kimliği taşıyordu. Bu arada bizden acil yardım beklentisi içindeydi.
Sınır Kapısı
Bu görüşmeden sonra kendi gözümle görmek için Alican sınır kapısını ziyaret etmek istedim. Gerçekten Erivan’a çok yakındı. Beraberimizde bazı Ermeni yetkililer de vardı. Aras nehri üzerindeki köprünün başına geldik. Köprünün ortasına doğru yürümeye başladık. Karşıdan bir Türk subayı geliyordu. Teğmen olduğunu gördüğüm bu subayımızı selamladıktan sonra kendimi tanıttım. Teğmenimiz nazik bir şekilde sınır kapısının kapalı olduğunu ve geçişlere izin verilmediğini söyledi. Ben de buradan sınırı geçmek gibi bir arzum olmadığını, sadece durumu yerinde görmek için geldiğimi söyledim. Selamlaşarak ayrıldık ve Erivan’a geri döndük.
Eçmiyazin
Ermenistan’daki son ziyaretimizi Eçmiyazin’e yaptık. Burası, aslında Vatikan benzeri bir Katedral şehirdi. Ermenistan’ın en eski kilisesi olarak Ermeni mimarisinin özelliklerini taşıyordu. Erivan’ın biraz uzağında, bizim sınırımıza da çok yakındı. Görüştüğümüz yetkililer bize çok itibar ettiler. Patrik Kalustyan’ın vefatı vesilesi ile gösterdiğimiz inceliğe teşekkür ettiler. Bu arada sırf katılmamı kolaylaştırmak için Moskova’da ayrı bir dini tören düzenlediklerini de öğrenmiş oldum.
Sovyetler Birliği’nin Dağılması ve Yeni Cumhuriyetler
Ermenistan ziyaretimden dönüşte, Ankara’ya tüm görüşmelerim ve izlenimlerle ilgili kapsamlı bir rapor sundum. Bu raporda, siyasi ve ekonomik ilişkiler kadar, Ermenistan Cumhuriyeti ile yakınlaşmanın diaspora Ermenileri üzerinde yaratabileceği algı değişimleri bakımından önemine de değindim.
1991 yılında Sovyetler Birliği fiilen dağıldı. Bu dağılış, Cumhuriyetlerin bağımsızlık mücadeleleri veya ulusal kurtuluş hareketleri sonucunda değil, merkezin artık çevreyi yönetebilecek gücü ve imkanları yitirmesi nedeniyle gerçekleşti.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan yeni Cumhuriyetler ve Rusya ile ilişkilerimizi değerlendirmek üzere Ankara’da Dışişleri Bakanlığı bünyesinde yapılan bir çalışmaya Moskova Büyükelçisi olarak davet edildim. Toplantıda, yeni ortaya çıkan tüm Cumhuriyetlerin bağımsızlıklarını tanımamız gerektiğinin Bakanlık görüşü olarak benimsenmesi kararlaştırıldı. Ancak, yeni Cumhuriyetlerle diplomatik ilişkiler kurulması konusunda Ermenistan meselesi tartışma çıkardı. Ben, ayrımcılık yapılmadan Ermenistan dahil tüm Cumhuriyetler ile diplomatik ilişkiler kurulması ve temsilcilikler açılması görüşünü savundum. Bu görüşüme gerekçe olarak da, böyle bir adımın sadece iki ülke arasındaki ilişkiler açısından değil, tarihi sorunların aşılarak, Ter Petrosyan’ın bana ifade ettiği ve Bakanlığa da bildirdiğim gibi geleceğe bakış açısından yeni bir algı yaratabileceğini anlattım. Ancak bazı meslektaşlarım hamasi ve ateşli ifadelerle, Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebinde bulunduğunu, Ağrı Dağı’nı kendi sembolleri olarak kullandıklarını ve bağımsızlık bildirilerinde tarihi gerçeklere uymayan ifadeler yer aldığını vurguladılar ve bu ülke ile diplomatik ilişki kurmamızın sakıncalı olacağı değerlendirmesinde bulundular.
Bu tartışma bir noktada alevlendi. Son söz olarak “Hamasetle siyaset ve hele hele diplomasi yapılamayacağını” söylemek durumunda kaldım. Hatırlamak gerekir ki bu zaman diliminde, henüz Karabağ’da Azeri halkına yönelik bir saldırı olmadığı gibi, Karabağ Ermenilerinin ülke içindeki özellikle ekonomik sıkıntıları gerekçe göstererek merkezi yönetimi ele geçirme girişimi de başlamamıştı.
Neticede beni tezim kabul edilmemiş oldu ve Türkiye tüm yeni Cumhuriyetlerin bağımsızlığını tanırken, Ermenistan hariç hepsi ile de diplomatik ilişkiler kuruldu. Moskova Büyükelçisi olarak bundan önce ve sonra pek çok görüş ve önerimi benimsemiş olan Dışişleri Bakanlığımızla ilk kez bir konuda ters düşmüştüm.
Yeni Cumhuriyetleri Ziyaret
Sovyetler Birliği’nin ardından ortaya çıkan özellikle Türkçe konuşan Cumhuriyetler ülkemizde büyük heyecan yarattı. Ben bu heyecanın makul ve kontrollü bir şekilde yönetilmesi, ekonomik ve siyasi ilişkilerimizin merkezinde olan Rusya’nın rahatsızlığına yol açabilecek etkinliklerden kaçınılması yolundaki görüşlerimi Ankara’ya en açık şekilde bildirdim. Doğrusu, Dışişleri Bakanlığımız da bu hususta çok dikkatli davrandı. Zaman zaman ortaya çıkan taşkınlıkları da hükümet desteği olmayan bireysel davranışlar olarak izah edebildik.
Ciddi bir hazırlıktan ve diplomatik ilişki kurulan Cumhuriyetlere süratle büyükelçi atamaları yapıldıktan sonra, Dışişleri Bakanımız Hikmet Çetin ile bilhassa tüm Orta Asya Cumhuriyetlerini içeren çok yoğun bir gezi dizisine katılarak Moskova Büyükelçisi olarak yerimi bu Cumhuriyetlere atanan Büyükelçi meslektaşlarıma bıraktım. Her gidilen merkezde yeni atanan büyükelçimiz hem takdim ediliyor hem de ilişkilerin geliştirilmesi yolunda atılacak adımlar görüşülüyordu. Cumhuriyetlerin yeni başkanlarından çoğu tanıdığım ve daha önce kendilerini Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak ziyaret etmiş olduğum kişilerdi.
Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’den sonra Başbakan Süleyman Demirel de Orta Asya Cumhuriyetlerini kapsayan büyük bir geziye çıktı. Bu ziyaretin hazırlıklarında ve uygulanmasında Moskova Büyükelçiliği olarak ciddi bir emek verdik.
Zamanın Ruhunu Kavramak
Şuna bir kere daha inandım ki, zamanın ruhu diye bir şey vardır. Tarihin akışı içinde yüzen sularda iki kez yıkanmak mümkün değildir. Değişen şartlar değişen gelişmelere yol açar. O dönemde Moskova Büyükelçisi sıfatıyla yaptığım değerlendirme ve önerilerim kabul görse ve Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında yepyeni bir iş birliği dönemi başlatılsaydı, başta Karabağ olmak üzere sonraki tatsız gelişmeler önlenebilir ve diasporanın Türkiye karşıtı katı tutumu biraz çözülür müydü? Bunun cevabı elbette spekülasyon olur. Fakat benim, bugün de koruduğum samimi görüşüm, ansızın önümüze açılan bir fırsat penceresini şekil şartları ve kalıplaşmış düşünce yapıları yüzünden heba ettiğimiz yönündedir. Dilerim yeni fırsatlar ortaya çıkar ve Türk diplomasisi ve siyaseti bu fırsatları daha iyi değerlendirecek bir olgunluğa kavuşur.
Volkan Vural Emekli büyükelçi