KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. TARİHİN DEJAVUSU

TARİHİN DEJAVUSU

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 15 dk okuma süresi
432 0

Her millet ve kültür kendi benliğini yaşatacak ve yüceltecek insan karakterini yetiştirmeye çalışır. Türk milleti de geçmişinden bugüne tarih sahnesinde cesurluğu, korkusuzluğu ve kahramanlığı ile yaşayan ve yaşatan bir toplum olmuştur. Türk milleti hiçbir zaman düşmanına boyun eğmemiştir. Tarih boyunca kadını, çocuğu ve yaşlısı ile bağımsızlık için savaşan bir millet olarak dünyaya kendini göstermiştir. Fakat Dünya’da birçok millet ya sömürü altında ya da demokrasi olmadan monarşi ile yönetilmektedir. Kısacası Cumhuriyeti olmayan demokrasiler, demokrasisi olmayan Cumhuriyet’lerdir.
Bunun en iyi örneği 17 Aralık 2010’da Tunus’ta, işsizlik sebebiyle seyyar satıcılık yapan genç, yanına bir zabıta gelip ruhsatsız yapamayacağını, hakaret edip tokat atması ile bu durumu kaldıramayan genç bunun üzerine kendisini valiliğin önünde yaktı. Tunus halkı eylemlerde bulundu. Ve Arap dünyasında özgürlük arayışları bu şekilde başladı. Bu olayla başlayan protestolar, Tunus devlet başkanını korkuttu. Sokaklarda günlerce süren eylemler, diğer Arap ülkelerine de taşındı. Devlet başkanı Zeynel Abidin çözüm arayışları ile 300 bin kişiye iş imkânı ve 2014’te görevinden ayrılacağını açıkladı. Halk bunlara tatmin olmadı. Daha sonra sokağa çıkma yasağı getirildi. Halk daha çok tepki gösterdi. Polisler halka gaz bombaları ve ağır silahlarla müdahale etmesi sonucunda birçok gösterici hayatını kaybetmişti. Bu durum üzerine halk daha çok sinirlendi. Ve Zeynel Abidin görevden ayrılıp ülkeden kaçtı. Sosyal medya aracılığı ile halk birbirine kenetlenip zafer ilan etti. Tunus halkı bu olaya ‘Yasemin Devrimi’ adını verdi. Tunus halkının diktatörlüğe karşı başarısı diğer Arap ülkelerindeki halklara umut oldu. Tunus’ta sonra Mısır’da ayaklandı. Halk 25 Ocak 2011’de özgürlük için sloganlar atmaya başladı. Bugüne ise ‘Öfke Günü’ adı verildi. Tunus’ta ki sorunlar Mısır’da da vardı. Mısır’da ki halk bu defa sosyal medya aracılığı ile düşüncelerini yaymaya başladı. Hükümeti internet erişimini engelledi. Polis halka saldırırken, asker ise halkın yanında olacağını belirtti. Olaylar büyüdükçe Hüsnü Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Yapılan seçimler sonucunda demokratik yollarla seçilen bir cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi oldukça zor bir durumla karşı karşıyaydı. Çağdaş bir Mısır yaratmak için çabaladı. Fakat yapmak istediği yenilikler yargı tarafından engelleniyordu. Bu sırada Yüksek Askeri Konseyi tarafından, Mursi’nin emekli olması gerektiğini açıkladı. Tahrir meydanı, Mursi karşıtı protestocularla dolup taştı. 2013’te hükümette bulunan başkanlar, Mursi’nin görevden alındığını açıkladı. Askeri darbe ile hapis ve idam cezası verildi. Mursi, destekçilerine hiçbir suçu kabul etmediğini, yaptıklarının arkasında olduğunu söyledi. Mısır ordusu Mursi’yi bir süre gizli bir yerde sakladı. Mursi destekçileri büyük bir tepki verip, özgürlük için Rabia meydanında büyük bir direniş başlattılar. Eylemler, protestolar artarken, ordu silahla karşılık vererek 50’den fazla sivil insan hayatını kaybetti. İç savaş zemini hazırlandı. Protestocuların kullandıkları her alanı ateşe verdiler. Camiler, hastaneler, çadırlar… Kadın ve çocuklar esir alındı. Binlerce insan hayatını kaybetti. Mursi için idam kararı verildi. Ve Mısır’ın baharı kışa döndü. Mısır’dan sonra olaylar Yemen’e taşındı. 27 Ocak 2011’de Yemen’de halk ayaklanması ile başladı. 33 yıldır görev yapan Salih, halk ayaklanması ile yerini yardımcısı Hadi’ye bıraktı. Tek aday olarak girdiği seçimde ülkenin yeni cumhurbaşkanı seçildi. Arabistan’ın Yemen’e askeri müdahalesi ile ülkedeki iç savaşın kırılma noktası oldu. Ülkede gıda yetersizliği başlayınca, açlıktan ölenlerin sayısı arttı. Temiz su bulunamaması, atıkların toplanmaması çok sayıda Yemenlilerin hayatına mal oldu. Hastalıktan dolayı 3 milyondan fazla insan hayatı tehdit altındaydı. Bu durum uluslararası toplum tarafından, ‘Dünya’nın en büyük insani felaketi’ olarak adlandırıldı. Yemen’de de başarısız olan Arap Baharı 14 Şubat 2011’de Bahreyn’de başladı. Bahreyn krallık ile yönetilmekteydi. Yönetime karşı ayaklanmalar, hükümetin askeri müdahalesiyle karşılaştı. Arabistan’ın başını çektiği askeri müdahalede, gösteriler bastırılırken İran’ın tepkisine neden oldu. Bahreyn Kralı, Mayıs 2012’de aldığı kararlarla ülke anayasasında değişiklikler yaparak talepleri karşılamaya çalıştı. Yönetim, ülkedeki muhalif gruplara karşı baskısını devam ettirdi. Burada da başarısız olan Arap Baharı, Libya’ya geçti. Libya’da 42 yıl boyunca iktidarını koruyan Kaddafi’ye karşı başlatılan gösterilere, yönetimin halka cevabı sert oldu. Kaddafi, koltuğundan vazgeçmeyeceğini verdiği tepkilerle ne kadar net olduğunu belirtti. 17 Şubat 2011’de silahlı mücadeleye ve sonrasında iç savaşa sürüklenmiştir. Bu olaylar üstüne Fransa, yaşanan olaylara seyirci kalmayacağını söyleyerek NATO ile birlikte müdahale edildi. Olaylar gittikçe büyüdü. Kaddafi, memleketi olan Sirte’ye kaçtı. Ulusal Geçiş Konseyi ve NATO güçleri, Kaddafi’yi drenaj borusunun içinde saklanırken buldular. Kaddafi’nin yaptığı tüm eziyet ve acımasızlıkların karşısında, halk onu linç ederek öldürdü. Yönetim, Ulusal Geçiş Konseyi’ne devredildi. Ve en son 15 Mart 2011’de Suriye’de özgürlük mücadelesi boy gösterdi. Halk protestolara başladı. Esad’ın bu protestolara karşı cevabı ise çok acımasız oldu. Halk kendi arasında sivil ordular kurmaya başladı. Suriye’de başlayan iç savaş (2011) hala bitmedi. Yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Birçok Suriye vatandaşı kendi ülkesinden kaçarak başka ülkelere çoğunluğu ise sınır komşusu Türkiye’ye sığındı. Türkiye’de 4 milyondan fazla sığınmacı bulunmaktadır. Avrupa’ya geçmeye çalışan Suriyeliler ise Avrupa’da en büyük ‘göçmen krizine’ sebebiyet verdiler. Bir çok Avrupa ülkesi aldıkları karar ile belirli sayıda mülteci kabul ederken diğer yandan bazı ülkeler ise ülkelerine mülteci almadı. Aldıkları birçok sığınmacı ise meslek sahibi ülkeye faydası olabilecek kişilerdi. 2014’te ise El- Kaide’den ayrılan İŞİD’in Suriye ve Irak’tan örgütlenmesi, Suriye’deki Arap Bahar’ını bambaşka bir boyuta taşıdı. Amerika hem Esad hem de İŞİD tehdidine karşı Özgür Suriye ordusuna destek verdi. Rusya’da İŞİD’i bitirmeye yönelik zararlar verdi. Fakat Esad rejiminin devam etmesini sağladı. Batılı ülkelerin Esad’a karşı olan politikasında değiştirmeyi sağladı. Ülke üzerinde Esad rejimi, Rusya ve İran’ın yardımıyla büyük çoğunluğuna hakimdi. Rejim karşıtı silahlı muhalifler ise %10’luk kısmına, Amerika destekli YPG/PKK ise %28’inde işgalini sürdürürken, DAEŞ ise %2’lik kısmındadır. Bu sırada milyonlarca Suriyeliye kucak açan Türkiye, komşusunun toprak bütünlüğünü destekledi. Türkiye, Suriye’nin ülkeyi bölecek ve istikrarsızlaştıracak bir terör kuşağı oluşumuna hep karşı çıktı. Buna engel olunmak için 2016’da Fırat Kalkanı ve 2018’de Zeytindalı harekatını düzenleyen Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde terör örgütü DAEŞ varlığına son verirken, YPG/PKK’nın terör koridoru kurmasını engelledi. Türkiye, bu anlamda uluslararası girişimlere de öncülük etti. Ocak 2017’den bu yana devam eden Astana süreci çerçevesinde Rusya ve İran ilk yapılan toplantıların en büyük ortak vurgusu, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü oldu. Nisan 2017’de kimyasal silahlarla sivilleri öldürdü. Ocak 2018’de Türkiye’nin Zeytindalı harekatında 100 kilometreden fazla alan terörden arındırıldı. Şubat 2019’da YPG/PKK ve ABD, Fırat’ın doğusunda kalan son DAEŞ bölgesini ele geçirdi. Böylece DAEŞ varlığı yalnızca rejim kuşatmasındaki bölgede kaldı. Eylül 2019’da, Türkiye- Rusya- İran üçlü zirvesinde Suriye’nin yeni anayasasını yazacak komitenin listesinde uzlaşı sağlandı. Ekim 2019’da Erdoğan, Twitter hesabından yaptığı paylaşımla TSK, SMO ile birlikte PKK/YPG ve DAEŞ terör örgütlerine karşı Barış Pınar Harekatının başladığını bildirdi. ABD ordusu bu sırada üs ve askeri noktasını boşaltırken, ülkedeki petrol sahalarında varlığını yoğunlaştırdı. Putin ve Erdoğan bir araya gelerek, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturma konusunda anlaşmaya vardı. Aralık 2019’da, Esad rejimi İdlib’e yoğun kara saldırıları başlattı. Saldırılar sonucu Türkiye sınırı yakınına göç edenlerin sayısı 1 milyonu aştı. Ve Türkiye Astana antlaşması ile burada çatışmayacağını temin etti ve gözetleme için 12 gözlem noktası kurmuştur. Eğer İdlib’i, Esed rejimi ve Rusya ele geçirirse, Türkiye sınırlarına yeni bir göç akımı başlayacak, bölgedeki çeşitli silahlı gruplar da Türkiye’ye yönelecek. Bu yüzden Türkiye kendi güvenliğini ön planda tutmak üzere başta İdlib olmak üzere, TSK ve SMO ile bölgeye girerek ‘Bahar Harekatını’ başlattılar. Türkiye burada yeni bir sığınmacı akımını istemiyor ve İdlib’teki silahlı gruplardan doğacak güvenlik riskini engellemek istiyor. Ancak Esed rejimi, Rusya ve İran’ın da desteğiyle saldırılarını sürdürüyor ve sivilleri katlediliyor. Türkiye her ne kadar Rusya ile antlaşmış olsa da Rusya, Türk askerlerinin sığındığı bölgeyi vurmuştur ve açıklama olarak da “Türklerin o bölgede yer almaması gerekiyordu” ifadelerini kullandı. Türkiye, Rusya’yı durması için uyarmasına rağmen yardıma giden Türk ambulanslarını da vurmuştur. TSK’nın karşısında görünürde Esed rejimi de olsa, Rusya’nın kontrolündedir. Yani Türkiye, aslında İdlib’de Rusya ile mücadele etmektedir. Türkiye, girdiği harekatla da sığınmacılarda da güvenlik konusunda da hep tek başınadır. Türkiye, NATO ülkesi olduğu için NATO’nun 4. ve 5. maddesinde uygulanması gerekir. NATO, Türkiye’nin çağrısı üzerine 29 NATO müttefiki toplandı. NATO genel sekreteri açıklamada bulunarak, NATO’nun Türkiye’nin yanında olduğunu belirtti. Müttefikler Suriye rejimi ve Rusya’nın hava saldırısını kınadı. NATO, hava sahasında koruma sağlayacağını ve güneydoğu sınırını koruyacağını da belirtti. ABD, AB ve BM’de Türkiye şehitleri için üzgün olduklarını, Rusya’yı kınadıklarını dile getirdi. NATO’da Türkiye’ye destek verilmesi konusunda Yunanistan bu duruma karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Türkiye sığınmacılara Avrupa kapılarını karadan ve denizden sığınmacılara açtı. Mülteciler hızlı bir şekilde Yunanistan’a doğru ilerlerken Yunanistan, NATO’da karşı çıktığı kararını bu durum üzerine geri çekti. NATO’nun Türkiye’ye hava desteği için engel kalmadı. Rusya ve Türkiye birçok çıkar çatışmasına rağmen masaya oturduğunda anlaşabilen iki ülkedir. Daha sonra Rusya ile Türkiye aralarındaki ilişkiyi diğer anlaşma ve uzlaşmaları üzerinden devam ettirdiler.
Türkler, tarih boyunca kendisinden yardım isteyen hiçbir milleti yalnız bırakmamıştır. Türkiye, Suriye’de ki iç savaşın ilk gününden itibaren ülkemize sığınmak isteyenlere kapılarını açmıştır. Biz Türkler; zaferler alan ecdadımızın tarihi, kahramanlıkları ve merhametleri ile biliniriz. Sultan Beyazıt’ın da dediği gibi, ’Tarih benden yardım dileyeni geri çevirdiğimi yazmayacak. Hayır asla, Tarih kardeşlerimi yalnız bıraktığımı yazmayacak’.
KAFKASSAM UZMANI
ŞERİFE BARAZİ

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir