KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. “Fırat Kalkanı”ndan “Dicle Kalkanı”na Başika Krizi

“Fırat Kalkanı”ndan “Dicle Kalkanı”na Başika Krizi

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
324 0

Irak bağlamında yeni krizin adı Musul. Türkiye açısından ise bu krizin adı 2014’ten bu yana her geçen gün dozajı artan, doğrudan-dolaylı baskı yöntemleri ile ön plana çıkan ve önümüzdeki günlerde muhtemelen yeni bir kalkan harekâtının merkezini oluşturacak olan “Başika Meselesi”.
Başika, her ne kadar küçük bir yer gibi görünse de, Irak-Ortadoğu jeopolitiğinde kalpgâh konuma sahip olan Musul’daki stratejik pozisyonu ve üzerinden geliştirilen yeni ağlar-oyun itibarıyla farklı bir ehemmiyete sahip. Dolayısıyla, eş zamanlı ve eş güdümlü olarak başlatılan tepkilerin altında da bu gerçeklik yatıyor.
Nitekim şu an bölgede vekil güçler üzerinden yürütülen son oyunda “istenmeyen aktör” ilan edilen Türkiye, göründüğü kadarıyla, çok ilginç (!) bir şekilde, bir kaçı hariç, neredeyse bölge ve bölge dışı aktörlerin üzerinde ittifak ettiği bir ülke görüntüsü sunuyor. Kurulmaya çalışılan denge-ittifak sistemi içerisinde farklı dengelerin oluştuğu bir süreç yaşanıyor.
Aslında bu hususu çok da garipsememek lazım! “Güç” ve “çıkar” üzerine inşa edilen bir uluslararası ilişkiler sisteminde her an yeni “işbirlikleri” ve “çatışmalar” zaten bu işin doğasında yer alıyor.
Bu krizde de tarafların kendilerine göre bir takım hesapları görünüyor. Örneğin, ABD Türkiye’yi Rakka’ya ikna etmek, ikili ilişkilerde 27 Haziran öncesi statüye dönmek, Türkiye-Rusya-İran arasındaki yeni süreci sabote etmek ve böylece BOP projesini rahatlıkla gerçekleştirebilmek için Başika kartını kullanıyor. Bu noktada, Türkiye karşıtlığını arttırabilecek her türlü duruş ve söyleme destek veriyor.
Durum böyle iken, İran’ın tutumunu-duruşunu anlamak açıkçası zor! Bir taraftan işbirliği, diğer taraftan üstü örtülü rekabet, açıkçası gelecek adına pek güven sunmuyor. Görüldüğü kadarıyla İran, Türkiye’nin Musul’da elde edeceği başarı sonrası bölgedeki nüfuz alanının tehdit edileceği ve Suriye noktasında büyük ölçüde bir güç kaybına uğrayacağı endişesini taşıyor. Bunu açıkça ilan etmese de, dolaylı yollardan bunu söyletiyor.
“Kasr-ı Şirin Statükosu” ve Başika…
Dolayısıyla, işin içinde olan ve gündemi biraz olsun yakından takip eden herkes, İran ve diğer aktörlerin oynadığı oyunun ve burada kullandığı araçlar ile yöntemin farkında. O yüzden
kimse birbirini kandırmaya çalışmasın, özellikle de böylesi hassas ve kırılgan bir geçiş sürecinde.
Irak’ta kendisini hissettiren kriz aynen Suriye örneğinde olduğu gibi bir takım son dakika gelişmeleri ya da kontrol dışı müdahaleler ile birlikte bir anda farklı bir mahiyet alabilir. Örneğin, Suriye krizi ile birlikte “Direnç Cephesi”nin büyük bir darbe aldığını unutmamak lazım.
Bu bağlamda Başika, toparlanmakta olan “Direnç Cephesi”ne darbenin yeni adresi olabilir. Dolayısıyla tarafların fazlasıyla dikkatli olması gereken bir süreç ile karşı karşıyayız. En azından “Direnç Cephesi”nin
üyelerinin birbirlerine karşı dolaylı saldırılardan/baskılardan vazgeçmesi gerekir.
Aksi takdirde, hepsinin kaybedeceği, tamiri daha zor bir süreç ile karşı karşıya kalınabilir.
“Sadabat Ruhu” Hatırlanmalı!
Bunun için tarafların tarihsel okumaları iyi yapması ve anlaşmalara her ne pahasına olursa olsun riayet etmesi gerekir. Bu bağlamda, öncelikle ve önemle Kasr-ı Şirin statükosunun korunması oldukça önemli. 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması sonrası Misak-ı Milli hedeflerinden Irak bağlamında bir süreliğine vazgeçmek zorunda kalan Türkiye’nin, değişen şartlar-konjonktür çerçevesinde yeniden bu hedefine yöneldiği bir ortamda bu statükoya daha fazla dikkat etmek gerekiyor.
Aksi takdirde, İran’ın bölgede edindiği nüfuz alanını kaybetmeme, hatta daha da genişletme politikası ile Türkiye’nin bölgede kaybettiği nüfuz alanını tekrardan kazanmaya yönelik hamleleri karşı karşıya gelebilir ve Ankara-Tahran hattında “ucu açık” yeni krizlere yol açabilir.
Böylesi bir olasılık, hiç kuşkusuz bölgede her iki devletin bekasını büyük ölçüde tehdit edecek BOP haritasının uygulanmasıyla eşdeğer olacaktır. Önce bölgede bir “Kürdistan” ve “Sünni Arap Devleti” (“Sünni İslam”ı ve Suudi Arabistan menşeli Selefi anlayışı da kendi içinde bölen ve rekabet-çatışma boyutuna taşıma potansiyeli olan “Radikal Selefi Devlet”) inşası, akabinde de her iki devletin bütünlüğünü hedef alan “iç savaşlar” ve “bölünme” durumu söz konusu olabilir. Bunun için BOP haritasına bakmak fazlasıyla yeterli olacaktır.
O yüzden, İslam dünyasında misyon ruhuyla hareket eden ve kendilerinden büyük bir beklenti içerisinde olunan Türkiye ve İran’ın bu gerçeklik çerçevesinde tarihi referanslara başvurması kaçınılmaz. Aynen 1920’lerde yaşandığı gibi…
Türkiye ve İran yaklaşık olarak nasıl yüz yıl önce Musul merkezli “Ağrı Dağı” ve “Şeyh Sait” isyanları/krizinde savaşmanın eşiğinden bölgesel entegrasyona giden bir süreci başlatabilmiş ise, aynı şekilde yeni bir Sadabat inşa edebilir. Hatta eskisini harekete geçirebilir.
Neden olmasın
Mehmet Seyfettin Erol

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir