Türkiye’nin en önemli sorunu kendi sorunlarını anlayamamaktır
Türkiye bugün kendi içinde yaşadığı ve “sorun” olduğu reddedilen Kürt konusunu çözememenin yarattığı çıkmazdan muzdarip.
Türkiye’nin gündemi bu hafta oldukça yoğun geçiyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun İngiltere, İsviçre ve Almanya’yı kapsayan seyahatinin öncelikli hedefinin yabancı yatırımcıları Türkiye’nin ekonomik başarıları hakkında ikna etmek ve doğrudan yatırımları teşvik etmek olduğu açıklanmıştı.
Türkiye için 2016 yılının ekonomik görünümünün pek parlak olmadığı bilinen bir gerçek. Bu koşullar altında elbette “yabancı yatırımları cezbetme” seyahatine ihtiyaç vardı. Ancak yabancı yatırımcıları Türkiye’nin ekonomik durumundan çok içindeki ve etrafındaki siyasi istikrarsızlık ilgilendiriyor. Hiç bir yatırımcı siyasi istikrarsızlığın olduğunu düşündüğü bir ülkeye gözü kapalı yatırım yönlendirmez. Son istatistikler de zaten Türkiye’ye gelen dış kaynaklı sermayenin 2015 yılında bir önceki yıla oranla yarı yarıya düştüğünü gösteriyor.
Bu hafta sonu ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın da Türkiye’yi ziyareti bekleniyor. Biden Türkiye’ye yabancı yatırımlarla ilgili bir durum tespiti yapmaya gelmiyor. Daha çok Türkiye’nin içindeki ve etrafındaki siyasi istikrarsızlık hakkında tespitlerde bulunmak ve ABD’nin bu konudaki görüşlerini dile getirmek için geliyor.
Biden ile yapılacak görüşmelerde acaba önümüzde hangi dosyalar olacak? Öncelikle Başika konusunda Irak ile Türkiye arasında beliren gerginlik hatıra geliyor. Her ne kadar Türkiye bu konuda daha önce Irak hükümeti ile bir mutabakata varıldığını ve Başika’da IŞİD’e karşı mücadele vermek üzere Irak askeri unsurlarına eğitim verileceğini belirttiyse de, Bağdat Türkiye’nin Başika’ya kalabalık bir askeri varlık göndermesine itiraz etti. Konu Irak tarafından Birleşmiş Milletler’e götürülünce de ABD Türkiye’ye Başika’daki konumunu yeniden değerlendirmesini “telkin” etti.
Öte yandan, gelecek hafta Cenevre’de Şam rejimi ile Suriye muhalefeti arasında görüşmelere başlanacak. Bu görüşmeler taraflar arasında bir ateşkes sağlanması ve ardından Suriye’nin geleceğini hazırlamak üzere başlatılacak olan “geçiş süreci”nin ayrıntılarının konuşulması için planlandı. Bir yandan bu görüşmeler yapılırken, bir yandan da IŞİD’e karşı verilen mücadelenin dozunun artırılması planlanıyor. İran’ın da uluslararası toplumla ilişkilerinin düzelmeye başladığı bir dönemde IŞİD’e karşı oluşan geniş ittifakın önemi ortada. Bu ittifakta ABD, Rusya, İran, Şam rejimi ve Suriye’nin kuzey bölgesinde konuşlanmış olan Kürt unsurlar bir arada hareket ediyorlar. Görünürde Türkiye de IŞİD’e karşı mücadelede yer alıyor.
Ancak burada bir sorun var. IŞİD ile mücadeleye katkı vermek isteyen Türkiye bu katkısını Suriye’de gerçekleştiremiyor. 24 Kasım 2015 günü bir Rus uçağının düşürülmesi Türkiye’nin Suriye’deki operasyonlara havadan ve karadan katılmasının önünü kapattı. Dolayısıyla Türkiye IŞİD ile mücadeleyi bir yandan Irak’ta sınırlı da olsa Irak güvenlik güçlerine eğitim sağlayarak bir yandan da uzaktan topçu atışıyla Suriye’deki IŞİD hedeflerini vurarak sürdürüyor. Sultanahmet meydanındaki canlı bomba eyleminden sonra yapılan topçu ateşinin etkili olduğu ve 200 IŞİD militanının “etkisiz hale getirildiği” resmi açıklamalarla duyuruldu. Bununla birlikte, IŞİD’e karşı mücadelenin önümüzdeki dönemde daha da güçlendirilmesi gerekiyor. Bunun da sadece topçu ateşiyle sağlanması mümkün görünmüyor. Başika’daki katkımız da Bağdat tarafından sınırlandığına göre, Türkiye IŞİD ile mücadeleyi önümüzdeki dönemde nasıl etkin şekilde sürdürecek?
İkinci sorun Cenevre’deki müzakerelerle ilgili. Türkiye bu görüşmelere Suriye muhalefetinin tüm kesimlerinin katılmasını sağlamaya yardımcı olacak konumda bir ülke. Ancak Türkiye’nin “Suriye muhalefeti” tanımı diğer aktörlerin bakış açılarına nazaran farklılıklar oluşturuyor. Türkiye Suriye Kürtleri’ni muhalefet saflarında görmüyor. Görüşmelere Kürtlerin muhalefetle birlikte katılmalarını isteyen Rusya’ya karşı Türkiye bunun aksini savunarak Kürtlerin rejim yanlısı olduklarını ileri sürüyor. Bu görüş farklılıkları nedeniyle de 25 Ocak’ta başlaması öngörülen Cenevre görüşmelerinin tehlikeye girdiğinden söz ediliyor.
2011 yılında Suriye’deki halk ayaklanmasının daha çok başlarındayken Türkiye Esad ile görüşmelerde Suriye’de demokratikleşme için bazı adımlar atılması gerektiğini savunuyor, bu adımların atılmasının ülkenin karışıklığa sürüklenmesinin önüne geçebileceğini ileri sürüyor, hatta Suriye’de yaşayan Kürtlere vatandaşlık verilmemesinin Şam rejiminin anti-demokratik olarak algılanmasını kuvvetlendirdiğini dile getiriyordu. Esad’la görüşmelerde de demokratikleşmenin ilk adımının Kürtlerin vatansızlık statüsünün giderilmesiyle başlayabileceğini savunuyordu. Bugün ise Türkiye Esad’ın vatandaşlık dahi vermediği Kürtleri Şam rejiminin müttefiki olarak algılıyor. Garip…
Biden ziyareti muhtemelen bu ve diğer gariplikler ile ilgili çözüm arayışları maksadıyla yapılacak. Türkiye’nin Suriye’nin geleceği, Esad rejiminin bu gelecekteki konumu, IŞİD ile mücadelenin nasıl sürdürüleceği, bu mücadelede yer alan unsurların hangileriyle işbirliği yapılabileceği, Suriye muhalefetinin kimlerden oluştuğu, Cenevre görüşmelerinde masada kimlerin rejim kimlerin muhalefet adına yer alacakları, Rusya’nın Suriye’ye neden ilgi gösterdiği, ABD’nin neden Suriye Kürtlerine destek verdiği gibi Biden’ı meşgul edecek bir dizi soruları ve sorunları var. Özünde, Biden’ın en önemli arayışının Türkiye ile Rusya arasında Suriye bağlamında yaşanan gerginliğin ve görüş farklılıklarının nasıl giderilebileceği üzerinde yoğunlaşmasının kaçınılmaz olduğu görülüyor.
Türkiye bugün kendi içinde yaşadığı ve “sorun” olduğu reddedilen Kürt konusunu çözememenin yarattığı çıkmazdan muzdarip. Kürt konusu (sorun olduğu reddedildiği için konu demek gerekiyor) sadece PKK terörizmi olarak algılanınca, ister istemez her yerde yaşayan Kürtler de sorun olmayan bir konunun terörizm halindeki tezahürü olarak görülüyor. Hal böyle olunca, Suriye Kürtleri de terörist oluyor. ABD, Rusya ve uluslararası toplum bunu anlamakta güçlük çekiyor zira Türkiye’nin terörist olarak algıladığı bu unsurlar dünyanın terörist olarak görüp yok etmeye çalıştığı IŞİD’e karşı en etkin mücadeleyi veriyor. Terörün terörle mücadelesi yani…
Biden acaba Türkiye’yi ziyareti sırasında Türkiye’nin PKK ile mücadelesinin meşru olduğunu, bununla beraber Suriye ve Irak’ta IŞİD ile mücadele veren tüm unsurların da aynı şekilde meşru olduklarını, Cenevre görüşmelerinde ise sadece iki taraf bulunduğunu, bir tarafta yıllardır halkının tüm unsurlarına zulmeden Esad rejiminin olduğunu, diğer tarafta da bu zulümden etkilenen Suriye halkının tüm unsurlarının bulunduğunu anlatabilecek mi? Daha da önemlisi, IŞİD ile mücadelede Türkiye’nin de etkin bir katkı sağlayabilmesi için Türkiye ile Rusya arasındaki görüş farklılıklarının giderilmesinin ve Suriye bağlamında bir ortak anlayış zemini bulunmasının gerekli olduğuna Ankara’yı ikna edebilecek mi? En önemlisi, Türkiye’nin kendi içindeki sorunlarının çözümünün Türkiye’nin sınırlarının dışındaki meselelerle ilgilenmesinden ve uluslararası toplumun her çabasının önünde yeni bir engel oluşturmasından çok daha önemli olduğunu dile getirebilecek mi? Peki, bütün bunları anlayabilmek için Türkiye’nin Biden’ı dinlemeye ihtiyacı var mı?
Ünal Çeviköz/radikal