KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. TÜRKİYE’NİN ÇEÇENİSTAN SORUNUNA İLİŞKİN POLİTİKASI

TÜRKİYE’NİN ÇEÇENİSTAN SORUNUNA İLİŞKİN POLİTİKASI

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 32 dk okuma süresi
424 0

Soğuk savaşın son dönemine tekabül eden Gorbaçov’un Glasnost(şeffaflık) ve Perestroyka(yeniden yapılanma) politikalarının getirdiği dönüşüm, W.Churchill’in deyimiyle ‘demir perde’ yönetiminin tarih sahnesinden çekilmesiyle neticelendi. Bu minval üzere SSCB’nin yıkılışının akabinde ‘15 ayrı devlet’ Sovyetlerden ayrılarak, Bağımsız Devletler Topluluğuna evirilmek suretiyle Amerikan hegemonyasının kurulacağı ‘tek kutuplu’ bir dünya düzeninin temayüz etmesine neden oldu. Bu dönemde tarihsel mahiyette Kuzey Kafkas halkları üzerine Sovyetler Birliği’nin Stalin döneminden beri süregelen geleneksel bölgeyi kendine ‘bağımlı kılma’ politikasının tezahürü olan göçler ve politik manevralar bölgenin genetiğini ciddi manada değiştirmişti. Bu sürecin neticesinde bağımsız olmayı bekleyen ve köklü bir kültürel örüntüsü bulunan Çeçenler, Rus hava kuvvetlerinde Generallik yapan ‘Cahar Musayeviç Dudayev’ önderliğinde 2 Kasım 1991’de Çeçenistan’ın bağımsızlığını ilan ettiler. Çeçenistan’daki bu hareket; bölgeyi tarihi olarak stratejik önemi haiz ‘tampon bölge’ olarak gören Rusya tarafından diğer ülkelerdeki bağımsız süreçlerinden daha farklı ve çok daha şedit bir tepkiyle karşılandı. Çeçenistan’ı Kuzey Kafkasya’da Rusya’nın adeta mütemmim cüzü olarak gören Rus yönetimi bölge üzerindeki tahakkümünün yitirilmesine ve bağımsız Çeçenistan devletine asla müsaade etmemekte kararlı olduğunu açıkladı. Bu itibarla da bölgedeki bu hareketi ‘ayrılıkçı bir terör hareketi’ ilan ederek baskıyla çözmek yoluna gitti. Bu gerilimli ilişkiler sırasında bizim makalemizin esas yapısını teşkil eden Türkiye’nin bölge üzerine ortaya koyduğu politikalar ve Çeçenistan sorununa ilişkin bakış açısı I. ve II. Çeçen Savaşında yaşanan gelişmeleri ve sonrasında yaşanan süreci kapsamaktadır.
ÇEÇENİSTAN SORUNUNUN TARİHİ PERSPEKTİFİ
Şeyh Şamil’den başlayarak bugüne kadar süregelen Kafkas halklarının Rus tahakkümüne karşı reaksiyoner başkaldırı hareketleri Osmanlı devletinden günümüze değin değişik parametrelerle dönemin ve konjontür’ün etkisiyle ama en fazla da ‘dinsel’ argümanların etkisiyle bölge politikasına Türklerin İslamcı/ümmetçi bir motifle baktığını görmekteyiz. Nitekim farklı dönemlerde yaşanan göç dalgalarına Osmanlı Devletini bilhassa’da Türkiye Cumhuriyetinin sergilediği yardımsever tutum bu yaklaşımın tezahürü olarak nitelenebilir. Bu yaklaşımdan hareketle, Çarlık Rusya’sı döneminden Sovyetler Birliği dönemine ve hatta Rusya Federasyonuna kadar geçen dönüşüm süreci Türk ve Rus ilişkileri arasında inişli-çıkışlı bir seyir izlemiştir. Bu noktada Ruslar tarafından ‘terra incognita’ bilinmeyen topraklar olarak izafe edilen bölgeler ‘uygarlaştırma misyonu’ düşüncesiyle ve bu motivasyonla Zemlihan Yandarbiyev’in ortaya attığı tabirle hem “fiziksel” hem de “kültürel” soykırıma uğratılmak suretiyle bölge’nin tam anlamıyla Rus hâkimiyetinde ve Rus yönetimine ideolojik bağlılıkla tahkim edilen bir bölge olması için stratejik politikalar icra edilmiştir.
Özellikle Kafkas halklarının genelinde ve Dağıstan- Çeçenistan halklarının özelinde direniş hareketlerinin XX. yy’daki seyrinin iki dönemde olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki, Çeçen-İnguş halklarının 1944-1957 sürgünü olduğunu ifade eden Erkilet’e göre ikincisi ise, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadar geçen uzunca dönemdir.(Erkilet 2015: 69) Bu bağlamda tarihi perspektiften Çeçenistan problemini ele almak suretiyle esas sorunsalımızı oluşturan Türkiye’nin rolünü şu şekilde senkronize edebilir; II. Dünya savaşı devam ederken Kasım 1943 Karaçay halkı Orta Asya ve Sibirya bölgelerine sürülüyor. Bu minval üzere Şubat 1944’te Çeçen ve İnguşlar göç ettiriliyor. Yine Mart 1944’te de ‘Balkarlar’ aynı akıbete uğramışlardır. Çeçen ve İnguşların birçoğu Kazakistan ve Kırgızistan’a yerleştirilmişlerdir, bir kısmı da Sibirya ve Özbekistan’a sürgün edilmiştir. Bu dağılım bölge halkının zorunlu şekilde tehcir edilmesi şeklinde tren vagonlarına bindirilmek suretiyle gerçekleştirildi. Bu süreçte Çeçenler ve İnguşların yarısı yolda giderken hayatını kaybetmişlerdi.
Yaşanan bu trajik olayların nedeni esas itibariyle daha sonradan ortaya çıkan raporlara göre sürgünlerin 42’den beri sürdüğü ve korkunun nedeninin bölgeye gönderilen ajanların raporuna göre, Sovyet rejiminin temel hedefi bölgede hâkim olan ‘Sufi tarikatı’ olduğu ve İslamcı direniş hareketlerinden korkulduğu gerçeğidir. SSCB rejimi için en büyük tehdit ‘sufi tarikatı’ özelinde ‘İslami direniş’ olgusu olarak değerlendirilebilir ancak 1990’lardan sonra ortaya çıkan Cahar Dudayev direniş hareketi ilk çıkış noktası itibariyle tematik olarak dinsel motiflere çok fazla yaslanmadığı görülmektedir. Bu bağlamda tekrardan sürgün olgusuna geri dönerek, dönemin Türkiyesi’nin bakış açısını tarihi bağlamda senkronize etmeye çalışalım. Bu dönemde savaş hali olması dolayısıyla pek fazla dünya kamuoyunun haberi olmadı. Bu itibarla yapılan sürgünler Sovyetlerin kendi iç işleri ile ilgili düzenlemeler olarak görüldü. Bu dönemde Türkiye İsmet İnönü önderliğinde savaşa girmeme ve tarafsız bir politika uyguladı. Nitekim Türkiye bu dönem için hem Sovyetleri karşına alma gibi bir durum içerisine girmek istemezdi, hem de olan bitenle ilgilenecek ne imkânı ne de bölge halkına herhangi yardımda bulunacak (dönemin vahameti itibariyle) kanalı ebetteki mevcut değildi. Dinsel bir temayla ortaya çıkan gelişmeler ışığında o dönemde seküler bir devlet inşa etme sürecinde bulunan Türkiye’nin vasat ve şartlar oluşsa dahi o bölge içerisinde temayüz eden ‘sufi’ hareketlere çok fazlada destek olamayacağı bu bağlamda bize böyle bir kurguyu ortaya atmaktaki mülahazalarımızı destekler mahiyettedir.
Stalin’in ölümü üzerine iktidara geçen Nikita Kuruşçev dönemi ile yeni bir kırılma noktası yaşanmıştı. 1956 sonrası başlayan destalinasyon süreciyle beraber Kuruşçev tarafında yapılan meşhur XX. Kongrede Stalin eleştirisinin sürgünleri sorgulaması ve Çeçenlerin haklılığına dair vurgulamaları yeni bir başlangıcı da müjdeliyordu. Geri dönüş ve ulusun yeniden inşasının başlaması bu dönüşümle beraber başlamıştı. Sürgünden tekrar anavatana dönüş süreciyle beraber bölgede 59-79 arasında Çeçen nüfusu iki katına çıkmıştır. 79-89 arası Rus nüfusunda yaşanan %12’lik azalma bölgenin demografik yapısının değiştiği ve bu bağlamda yeni bir iskan süreciyle Çeçenistan yaşanan sosyo-kültürel ve yapısal sorunlara rağmen tahkim edilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Yaşanan hızlı dönüşüm ve Sovyetlerin çözülmeye başlaması siyasi olayları yükselişini de beraberinde getirmiştir. İktidara gelen ‘Doku Zavgayev’ bağımsız gazete ve dergilerin basımına izin vermişti, basın üzerindeki sansürün ortadan kalkması beraberinde yeni siyasi süreçlerinde yükselişine katkı sağladı. ‘Vaynah Demokratik Partisi’ Dudayev’in fikir babası olarak telakki edilen daha sonra Çeçenya’nın ikinci Cumhurbaşkanı olacak ‘Zelimhan Yandarbayev’ önderliğinde kuruldu. Buna mukabil Kasım 1990’da kurulan Çeçen Ulusal Kongresi (ÇUK). İslami milliyetçi başka küçük oluşumları da kendisine eklemek suretiyle genişledi.
Ulusal Kongreyi 23-25 Kasım 1990’da toplayan Çeçenistan birlikleri Rus Hava Kuvvetleri’nde general olarak görev yapan Cahar Dudayev’i kongre başkanı olarak seçti. Bundan sonraki süreçte Grozni’de Ulusal hareketin başına geçen Dudayev Yaragi Mamodayev, Beslan Kantemirov ve Yusup Soslanbekov’u da saflarına katmak suretiyle Çeçen bağımsızlık hareketini başlatmış oldu. 2 Kasım 1991’de, Çeçenistan Cumhuriyeti adıyla bağımsız ilan edildi. Burada dikkat çeken ayrıntı İnguşların adlarının geçmiyor olmasıydı. Çeçenlerle İnguşlar aralarında yaşanan bu süreci barışçıl yollarla çözdü ve 4 Haziran 1992’de ayrı bir İnguş Cumhuriyeti ilan edildi. Bu dönem sonrasında halkın gözünde liderlik karizmasını ve popülaritesini arttıran Cahar Musayeviç Dudayev, 9 Kasım 1989’da Boris Yeltsin’in Çeçenistan’a saldırı emri vermesiyle beraber esas itibariyle bizim mercek altına alacağımız iki Çeçen Savaşından birincisini başlatmış oldu.
I.ÇEÇEN SAVAŞINDA TÜRKİYE’NİN ROLÜ(1994-1996)
Rusya Federasyonunda sorun daha SSCB döneminde 2 kasım 1991’de Çeçenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesiyle başladı. 1994 yazında Dudayev yanlıları başkent Grozniyi ele geçirdiler.(Oran 2012:545) Savaş tam olarak, 11 Aralık 1994 -31 Ağustos 1996 arası dönemde gerçekleşmiştir. Rus Savunma Bakanı Graçov, Çeçenistan işgalinin çok kısa sürede tamamlanacağını ve “Grozni’nin iki saatte, bütün Çeçenistan’ın ise iki günde düşeceğini iddia ediyordu. Ama savaş iki yıl sürdü ve Çeçenler Grozni’yi uzun süre boyunca savundular.( Erkilet 2015: 110) 21 Nisan 1996’da Dudayev’in bir füze saldırısı sonucu ölmesinin ardından barışa giden yol açıldı ve Rusya Federasyonu birliklerinin çekilmesiyle 12 Mayıs 1997’de imzalanan anlaşma sonucu sorun 31 Aralık 2001’e değin ertelendi.
Rusya Federasyonu Çeçenya’ya boru hattı geçiş parası ödemeyi kabul etti ve ekonomik yardım vaadinde bulundu. İlk savaş Rusya Federasyonuna 6 milyar dolara mal olmuş ve başarısızlıkla sonuçlanmıştı.(Oran 2012:545) Yani Ruslar istediklerini elde edememişti Çeçen mukavemeti karşında Ruslar 31 Ağustos 1996’da askerleri geri çekmek zorunda kaldı. Akabinde devletlerarası bir anlaşma için gerekli hazırlıkların yapılmasına dair Hasavyurt Antlaşması imzalandı. Bu sürecin Türkiye’ye yansıması ise şu şekilde gerçekleşti; Birinci Çeçenya savaşı döneminin Genelkurmay başkanı olan ve daha sonra iki dönem Doğru Yol Partisinde Milletvekilliği yapan Doğan Güreş’in Çeçen asıllı olması bölgeye Türkiye’nin hem söylemsel hem de eylemsel müdahil olmasına neden olan bir diğer önemli faktördür. Bu bağlamda el altından askeri mühimmat ve askeri eğitim için gizli timlerin gönderildiği üstü örtülü bir şekilde konuşulur olmuştu.
Türkiye’de bulunan Kuzey Kafkasya diasporası’nın yoğun faaliyetleri ve özellikle İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen protesto gösterileri karşında Türkiye sessiz kalamadı. Nitekim William Hale’nin ifade ettiği üzere Türkiye’de bulunan bu diaspora ve sivil toplum kuruluşlarının etkisini ve Türkiye’deki istatistiki verileri şu şekilde açıklamaktadır. “Rusya’nın 1994-1996 ve 1999 yıllarında Çeçenistan’a yaptığı saldırılar, Müslüman Çeçenlere sempati duyan Türkiye ile Rusya arasında olası bir sürtüşmeyi haber veriyordu. Çeçen kökenli 25.000 Türk vatandaşı olduğu ve Türkiye’de yaşayan yaklaşık 5.000.000 vatandaşın Kafkas bölgesinden geldiği (Çeçenler, Çerkezler, Abhazlar, Azeriler ve diğerleri) ileri sürülmektedir.” (Hale 2003: 285)
Bu bağlamda Türkiye protesto gösterileri yoğunlaşarak artmaya devam etti. Hatta bu motivasyonla Çeçenistan sorununu ‘İslami Cihadı’ olarak gören kişiler 50’li 60’lı kişilik gruplar halinde Ruslara karşı savaşmak üzere Çeçenya’da bulunan kamplara gittiler. Bu bağlamda Çeçenistan’da savaşan çok sayıda Türk vatandaşı ve Kuzey Kafkasya kökenli Türk vatandaşlarının da savaştığı kulaktan kulağa aktarılır olmuştu. “Bozkurtlar” diye bilinen siyasi oluşumlar, Türkiye’nin Çeçenistan’ı siyasi olarak tanıması için lobicilik faaliyetlerinde bulunuyorlar. Bu grup lobi faaliyetlerinin yanı sıra, Cahar Dudayev’e silah tedarik ediyorlardı. Bu ekibin yaptığı faaliyetlerin etkinliği Türkiye’de özellikle milliyetçi kesimleri mobilize ediyor. Bu bağlamda da Çeçenistan’da yaşanan sürece hem maddi hem de manevi anlamda katkı sağlıyordu. Bozkurtlar denilen yapı bu bağlamda pek çok girişimde bulunuyor. Çeçenistan’daki mücadele için kitleleri mobilize etmeye çalışıyor, yine yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, kimi söylentilere göre şehir efsanelerine dönüşen milliyetçi/eski ülkü ocaklı gençleri Çeçenistan’da savaşmaya götürecek bağlantı ve yolları tesis ediyordu.
Rusya Federasyonu Türkiye’yi Çeçenlere topraklarını kullandırmakla, ayrıca Türk vatandaşlarının Çeçenya’da Rusya Federasyonu birliklerine karşı savaşmasını ve bölgeye gönderilen para yardımını önlememekle suçlamayarak Türkiye’ye karşı isnatlarda bulunuyordu. Bu süreçte yaşanan Ocak 1996’da Trabzon’da Çeçen asıllı Türk vatandaşları mücadelelerine dikkat çekebilmek adına Avrasya feribotunun kaçırılması çok büyük sorun yarattı. “Kafkas halkının özgürlüğü” için feribotu kaçıran Çeçenler ve Türkiyeli yandaşları gemi kaçırmaktan veya alıkoymaktan değil, “geminin rotasını değiştirmekten” yargılanmaya ve aklanmaya çalışıldı. Daha sonra hüküm giyen korsanların cezaevinden kaçmalarına göz yumuldu.(Oran 2012: 545) Doğal olarak, bu durum Rusya tarafında büyük bir rahatsızlıkla karşılanmıştır. Çeçen hükümetinin bu dönem içerisinde 24 saat faal “liyazon” ofisleri vardı. Bu itibarla İstanbul’da’ resmi olmayan’ ancak adeta tam teşekküllü bir ‘büyükelçilik’ gibi faaliyet gösteren lokasyon merkezi bulunduğu söylenir ve hatta bu merkezin de ‘Milliyetçi Hareket Partisi’ tarafından o dönem için finanse edildiği söylentisi vardır. Bu merkezler kanalıyla Türkiye’de gerekli bağlantılar kuruluyor ve Çeçenya’daki mücadeleye her türlü yardımın sağlanması adına faaliyetler yürütülüyordu. Yine Rusya kendi içerisinde Türkiye hükümetini Çeçenlere yardım etmekle suçluyordu. Hatta Rusya, Türkiye’yi resmi makamlarının kısmi bilgisi dâhilinde silah transferi yapıldığını isnadında bulunmuştu. Aynı zamanda bu süreç Türkiye’nin kendi ayrılıkçı/bölücü terör sorunlarını dikkate alması gereği hâsıl oldu, zira Rusya Federasyonu’nun terör örgütüne yardım ettiği söylentisi dolaşıyordu. Bu bağlamda Rus lideri Boris Yeltsin o zaman için tarihe geçecek olan, “Kendi evi camdan olan kişinin komşunun camına taş atması hiç mantıklı değildir.” sözü bu durumu gayet net bir şekilde açıklamaktadır. Bu itibarla esas itibariyle Şubat 1995’te ülkeler bir niyet göstergesi olarak, Kürt ve Çeçen meselelerine müdahale etmekten kaçınacaklarını belirttikleri, terörizm ve organize suçlara karşı işbirliğini öngören bir güvenlik protokolü imzalamışlardı. (Hale 2003: 286)
Ancak problem bununla sınırlı kalmadı, Türkiye’nin izlediği politikalara mukabil Rusya PKK sorununa yaklaşımı ile Türkiye’nin Çeçenya’ya yaklaşımı arasında bir paralellik ve hatta benzerlik kurulabilecek adımlar attı. Bu bağlamda birici Çeçen savaşı sırasında Rusya ve Türkiye arasında Hükümet düzeyinde karşılıklı yaklaşımlar bir birine karşı ciddi mahiyette tedbirli ve temkinliydi. Türkiye’nin Çeçenistana yaptığı yardıma karşılık o dönemde Türkiye’yi yaptırımlar ve cezalandırma psikolojisiyle yaptırım gücü olmayan Rusya Meclisi ‘Duma’ daha tepkisel davrandı. Duma’nın girişimleri sonucunda önce 22 Şubat 1994’te Moskova’da “Kürdistan Tarihi” konulu bir konferans düzenlendi. Ardından, 25 Ocak 1995’te Moskova’ya 300 km uzaklıktaki Yaroslav’da Kürt Evi açıldı. .(Oran 2012: 546)
Şubat 1995’te Ankara’ya gelen Rusya Federasyonu yetkilileri Türkiye’nin Çeçenistan’a verdiği desteği tamamen çekmesini, silah ve gönüllü gidişini engellemesini ve Kafkas Çeçen dayanışma derneklerinin kapatılmasını istediler. (Oran 2012: 546) Yaşanan gelişmelere karşı Rusya’dan gelen temsilcilerin yaptığı açıklama, Rusya’da yaşayan 500.000 dolaylarındaki Kürt kökenli vatandaşların bulunduğu ve yukarda da bahsettiğimiz, “kendi evi camdan olan kişinin komşunun camına taş atması hiç mantıklı değildir”, fikrine müstenit olarak Türkiye’ye uyarı ve telkinlerde bulundular. Buna mukabil Baskın Oran’ın kitabında da belirtildiği üzere Türkiye bu istekleri yerine getirmekte gönülsüz davrandı. Bunun üzerine Rusya Dumasının izniyle 30 Ekim- 1 Kasım 1995’te Sürgündeki Kürt Parlamentosunun 3. Toplantısını Moskova’da yapmasına müsaade etti ve destekledi. Buna karşılık Türkiye ise bu gelişmeleri ve yapılmasına müsaade edilen toplantıyı resmi kanallarla protesto etti. Ayrıca Duma bununla da kalmayarak 1997’de iki Kürt konferansının Moskova’da toplanmasında ön ayak oldu. Hatta daha da ileri giderek 26 Eylül 1997’de yaptığı bir açıklamayla Türkiye’yi Kürtlere karşı soykırım yapmakla suçladı.(Oran 2012: 546)
Bu dönem içerisinde esas itibariyle karşılıklı gerginlik ve sinir harbiyle geçen Rus-Türk ilişkileri mütekabiliyet esasına göre iki tarafında birbirine karşı hamle yapmaları sürecine sahne oldu. Ruslar Türkiye’nin Çeçenlere yaptığı yardımlara karşılık, Türkiye’ye karşı PKK’yı koz olarak kullandı. Bu dönemle ilgi Türk kamuoyunda Rus istihbarat örgütlerinin PKK’ya eğitim ve istihbarat desteği verdiği algısı hâkim oldu. Nitekim Rusya kendi politik stratejisi ekseninde Türkiye’yi hem batı bloğunda ve NATO üyesi bulunması hasebiyle, hem de Türkiye’nin Çeçenistan’a verdiği destek dolayısıyla çok da dost ülke nazarıyla bakamadığı bu bağlamda da kimilerine göre PKK’ya destek olduğu gerçeği aşikâr olarak görünmektedir. Nitekim PKK’nın eylemlerinde kullandıkları kaleşnikof marka silahların Rus menşeli olması ve seri numaralarla üretilen bu silahların PKK’nın eline yasal olmayan yollardan geçirilmesi tezimizi destekler mahiyette bir argümandır.
PKK’nın ikili ilişkilerde yarattığı sorunun en çok yükselişe geçtiği dönem esas itibariyle örgütün lideri Abdullah Öcalan’ın 17 Ekim 1998’de Suriye’yi terk etmesinin ardından Rusya’ya gelmesi ve kendisine sığınma hakkının tanınması için dönemin Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin’e bir çağrıda bulunmasıyla ayyuka çıktığı dönem olmuştu. Ancak Türkiye’nin duyarlı tutumu nedeniyle 12 Kasımda Abdullah Öcalan’ın Rusya’dan ayrılmak suretiyle İtalya’ya geçmesi ve burada açık biçimde kabul edilmesi, sürecin bitinde Kenya’da yakalanarak teslim edilmesi Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin daha fazla yıpranmasına mani oldu. Bu bakımdan, bunalımın akabinde yaşanan gelişmeler sayesinde, ilişkiler teröre ve bölücülüğe yaklaşım açısından ciddi bir sınav verdi.(Oran 2012:546)
Bu dönem için analistlerin Türkiye’ye getirilen eleştiri ise Karabağ sorunu ve sonra Kosova sorununda olduğu gibi bir kere daha ikilem içinde kaldı, bağımsız bir politika yürütemek konusunda nakıs kalması olmuştur. Bu bağlamda Rusya’da yaşanan sürece dair Türkiye’nin ne tam örtük ne de tam açık olmayan stratejik hamleleri Rusya tarafında aynı doz ve oranda PKK kozuyla karşılık bulmuştur. Nitekim bu eleştirilere karşı ABD’nin de konuya insan hakları ihlalleri olarak bakması ve hatta Amerikalı yöneticilerin Warren Christopher, Rusya’nın Çeçen savaşını ABD’nin iç savaşına benzetmesi olaylara bu yönden bakıldığını işaret etmektedir.

II. ÇEÇENİSTAN SAVAŞINDA TÜRKİYE’NİN ROLÜ (Eylül 1999)
Eylül 1999’da Basayev ve el Hattab 1000 kadar askerle Dağıstan’da Botlik bölgesinde bazı köyleri işgal etti. Buralarda Avarlar yaşıyordu. İşgalin amacı Çeçenistan ve Dağıstan’dan oluşan birleşik bir İslami devlet kurmaktı 1999 yazına gelindiğinde, bu kez Basayev ve Hattab önderliğindeki kökten dinciler Dağıstan topraklarında bağımsız birimler oluşturmaya başladılar. Moskova bu girişimlerden Çeçen yönetimini sorumlu tuttu. Eylülde Dağıstan’da başlattığı operasyon Çeçenya’nın imhasına neden olurken, Putin’e de başkanlık yolunu açtı.(Oran 2012:545) Bu işgal, Moskova’daki apartman saldırılarıyla aynı zamana denk geldi, dolayısıyla Çeçenler hemen suçlandı ancak hiçbir kanıt yoktu. Bu saldırıları Çeçenlerin yaptığına dair hala net kanıt yoktur. Bu saldırıları hiçbir Çeçen grup üstlenmedi. Sonuç itibarıyla bu saldırılar Putin’in elini kuvvetlendirdi, Rus halkındaki kızgınlığı gördüğü için yeniden Rus ordusunu 1999’da Çeçenistan’a gönderdi. 2000’de Çeçenistan Putin tarafından kontrol altına alındı. Rusya güdümlü bir lider başa getirildi: Ramzan Kadirov. Bugün hala Ramzan Kadirov liderliğindeki Çeçen yönetimi devam ediyor. Çeçenistan’ın bugünkü yapısı eskisinden daha farklı bir yapı ihtiva etmektedir.
Bu süreçte Türkiye’nin rolü ise şu şekilde gelişti 1999 yazında başlayan ikinci Çeçenistan savaşı sırasında Türkiye daha çekingen ve dikkatli bir tavır takındı. Yukarıda bahsettiğimiz Birinci Çeçenistan savaşı sırasında düzenlenen kitlesel gösterilerin sayısı ilk savaşa göre ciddi oranda azaldı.(Oran 2012:545) Burada tabiî ki esas dönüm noktası o dönem ki Türk politikasının anlamamız adına operasyon sürerken başbakan Ecevit’in 4-6 Kasım 1999’da Rusya Federasyonu gezisini gerçekleştirmesi sürecidir. Ecevit’in Rusya Federasyonu seyahati sırasında Kasım 1999’da Ruslar Çeçenistan’a ikinci kez saldırdıkları sırada Moskova’ya yaptığı resmi ziyarette Türk kamuoyu Çeçenler sempati duyduğunun bilindiği aşikardı. Ancak Ecevit, savaşın “ciddi insanlık kaygıları” yarattığını söylediği halde, bu savaşın “Rusya’nın iç meselesi” olduğu görüşüne sadık kaldığını da görmekteyiz.(Hale 2003: 286) Bu süreçte MHP’li Devlet Bakanı Abdulhaluk Çay Şubat 2000’de “Grozni’nin düşmesiyle savaş yeni başlıyor. Hürriyet aşığı bir milleti hürriyetten yoksun bırakmak mümkün olmayacaktır.”(Oran 2012:545) diyerek verdiği beyanat Ruslar tarafından Türkiye’den gelen Bakanlık düzeyinde bu konuşma üzerine Türkiye’ye nota vermişlerdi. Ancak Türkiye’nin ilk savaşta olduğu gibi etkin silah mühimmatı ve maddi destek sağlamadığı bu süreçte daha temkinli bir siyaset izlediğini görmekteyiz. Bu dönem için Türkiye’nin birinci savaşa nazaran daha reaktif davrandığı ve gelişmeleri izlemekle iktifa ettiğini görmekteyiz. Ancak bu dönemde yaşanan dönüşüm süreci Çeçenistan’da cihadçıların dağda mücadeleye devam ettikleri, Kadirov’un Rus yanlısı ve Putin’in sadık bir kuklası gibi dolaşması Türkiye’nin muhalif grupları desteklerken kendi şahsi menfeati uğruna ulusal davasını Rusların eline bırakan bir lider konumuna düşmüştür. Bu bağlamda Türkiye’de bazı kaynaklar halen daha hâlihazırda cihatçılarla ilişkilerini sürdürmektedir.
SONUÇ
Tarihsel perspektiften günümüze kadar mercek altına almaya çalıştığımız Kuzey Kafkas halkları özelinde Çeçenistan sorununa Türkiye’nin bakışaçısı iki savaş döneminde de farklı bir seyir izlemiştir. Türkiye ilk savaşta her ne kadar üstü örtülü ama ciddi bir destek verse de, ikinci Çeçenistan savaşında bu desteği veremedi. Bu durumu anakronizme kaçmadan esasen iki nedene bağlı olarak açıklayabiliriz. İlki Türkiye’nin Bülent Ecevit döneminde yaşanan Ağustos 1999 depremi ve sonrasındaki ‘büyük ekonomik’ bunalıma kısmen de olsa bağlayabiliriz. Nitekim Ecevit o dönemde Rusya’ya gittiğinde ekonomik ilişkileri geliştirmek adına bir takım görüşmelerde de bulunmuştu. İkinci nedense yukarıda ayrıntılı olarak incelediğimiz Rusya’nın PKK kartını Türkiye’ye karşı oynaması durumudur. Bu Saiklerle kanımca yaşanan dönüşüm Türkiye’nin Rusya Federasyonuyla ilişkilerini yeniden yapılandırma sürecinin başlangıcı teşkil eder. Türkiye’nin Çeçenistan davasını sahiplendiği dönemlerde İstanbul’da bulunan bir parka “Dudayev Parkı” yine benzer şekilde Bursa Gürsu’da Dudayev parkı isimlerinin verilmesi, Ankara’da bulunan Beşevler Meydanına “Cahar Dudayev Meydanı” adlarının verilmesi Türkiye’nin Dudayev’i Çeçenistan’ın milli kahramanı, kurucu ve hatta ilk Cumhurbaşkanı olması hasebiyle Çeçen savaşıyla özdeşleştirmiştir Yine bu minval üzere Cahar Dudayev Ankara’da Başbakan düzeyinde iki kez kabul edilmesi de bu durumun başka bir kanıtıdır. (Oran 2012:545) Sonuç olarak; yaşanan gelişmeler perspektifinde 8 Kasım 2000 tarihinde Putin tarafından Çeçenistan’ın başına getirilen Kadirov Rusya Federasyonun güdümünde ve iş birliği ile Grozni ve Moskova hattında senkronize bir tavır sergilemktedir.
Bu bağlamda Türkiye Kadirov sonrası dönemde Çeçenistan’la olan ilişkileri zayıflamıştır. En son yaşanan uçak krizden sonra Kadirov’un yaptığı açıklamalar bunun en açık göstergesidir. Ancak bölgede bulunan İslami cihatçı gruplara Türkiye’den bazı kesimlerin hâlihazırda destek verdiği iddiası ortaya konulmaktadır. Kanaatimce yaşanan bu dönüşüm Rusya’da güçlü Putin’in iktidarın sürdüğü müddetçe devam edeceği ancak sorunun sadece şimdilik Kadirov yönetimiyle ileriye ertelendiği yönündedir. Ancak Rusya geleneksel olarak Kuzey Kafkasya atfettiği önem dolayısıyla bölge üzerindeki sert gücünü ve tahakkümünü korumak konusunda daimi suretle yeni politikalar geliştirmek suretiyle mütehakkim konumunu devam ettirecektir. Netice itibariyle bölge şuan için Rusya adına uyuyan üstü örtülmüş ve ertelenmiş bir problem olarak telakki edebiliriz. Bu bağlamda bölge’nin geleceğini Çeçen halkının uzun vadede ortaya koyacağı irade tarafından belirleneceği kanaatini taşımaktayım.

Osman ACAR
***********************************
KAYNAKÇA
CORNELL, Svante; Small Nations and Great Powers: A Study of Ethnopolitical Conflict in the Caucasus, London and New York: Routledge Curson Press, 2001
ERKİLET, Alev; Ele Geçirilemeyen Toprak Kuzey Kafkasya, İstanbul, Büyüyenay Yayınları, 2015.

HALE, William; Türk Dış Politikası 1774-2000, Ankara, Mozaik Yayınları, 2003.

KARADERELİ, Cem ve DEMİRAĞ, Yelda (eds); Geçmişten Günümüze Dönüşen Orta Asya ve Kafkasya, Ankara, Palme Yayınevi, 2006

ORAL, Baskın; Türk Dış Politikası-“Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II: 1980-2001, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir