KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Putin çözüm mü yoksa sorun mu?

Putin çözüm mü yoksa sorun mu?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
292 0

Yıllardan bu yana Münih Güvenlik Konferansı, uluslararası endişeyi ölçmek için bir fırsat oldu. Çatışmaları ve çatlakları kontrol etmek için ciddi ve etkili bir mekanizmanın yokluğuna dair kesin bir inancın ışığında platformlarında ve kulislerinde karşıt tutumlar, açık çatışmalar, bazı rollerin yükselmesi bazılarının da gerilmesinden duyulan açık ve gizli korkular buluştu.

Çalışmaları dün (16 Şubat) sona eren 56. Münih Güvenlik Konferansı’nın 1963 yılında ilk kez düzenlenmesinden bu yana en önemlisi olduğunu söylersek abartmış olmayız. Konferans kapsamında dile getirilen görüşler, yapılan tartışmalar ve görüşmeler birçok aktöre egemen olan endişenin boyutunu yansıttı. Bu noktada, yeni tür bir Soğuk Savaşın artık kötümser bir spekülasyondan ibaret olmadığına dair inanca işaret etmek yeterli. Dahası, Batı’nın yıldızının batmak üzere olduğu ya da rolünün gerilediğine dair konuşmalar artık kapalı kapılar ardında gizlenmiyor.

Bundan başka, konferansın topraklarında düzenlendiği kıtanın kendisi, denizcilerinin ortak bir tepki veremediği, ABD’nin ‘içe dönüklüğü’ ve Rusya’nın ‘saldırganlığı’ arasında korkuyla yol alan eski bir filoya benziyor.

Tabi ki İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkışı, Almanya Şansölyesi’nin emekliliğe ve kıtayı Almanya ve Avrupa’nın yavaşlığından sabrının tükenmekte olduğunu söylemekten kaçınmayan Elysee’nin efendisinin gözetimine bırakmaya hazırlandığı da unutulmamalı.

Avrupa rolü, istikrarı ve modeli için endişeleniyor. NATO’nun Avrupa kanadı, ciddi ve zor anlarda ABD şemsiyesi altına sığınabileceğinden artık tam olarak emin değil. Atlantik’in iki kıyısı arasındaki anlaşmazlık başkanların düşünce yapısından doğan bir anlaşmazlık olmaktan çıktı. Dünyayı okumada kullanılan sözlüğün kelimelerindeki farklılığa, çıkarlarda ve ittifakın yükünde ayrışmaya dönüştü. Donald Trump ABD’sinin uluslararası sistemin koruyucusu rolünün devamı olmadığı açık. Pompeo’nun Batı’nın gücü hakkındaki güvencelerine rağmen Avrupalılar Atlantik ruhunda çatlaklar oluşmadığı konusunda ikna olmamış görünüyorlardı.

Münih Konferansı ‘dünya yönetim kurulu’na endişe, kuşku, çoğunlukla vekillerle yürütülen çatışmalar aracılığıyla darbeler düzenleme ve ihlallerde bulunma takıntısı virüslerinin bulaştığını ortaya çıkardı. Azımsanmayacak sayıda Avrupalı birçok nedenden dolayı Rus liderinin büyükler liginde koşulların kötüleşmesinden sorumlu olanların başında geldiğine inanıyor. Zira Vladimir Putin’in Sovyetler Birliği’ne üstün gelen ve kendisini müzelik yapan Batı’dan intikam alma gibi büyük bir projeye sahip olduğu deneyimlerle sabit oldu. Dahası, Putin’in ülkesinde kendi kendisinin mirasçısı olan bir güçlü adam demokrasisi modeli tesis ettiği ortaya çıktı. Bunlara bir de Kırım’ı ilhak etmesi, Ukrayna’nın istikrarını sarsması, hangi Avrupa devletine sığınırsa sığınsın ihanet eden ajanı cezalandırma yöntemini yeniden canlandırması eklendi. Bütün bunlara ilaveten, renkli devrimleri kararlılıkla cezalandırdı, Suriye ardından Libya’daki askeri müdahaleleriyle Ortadoğu gibi bir bölgede güç gösterilerinde bulundu.

Avrupalı yöneticiler kendilerinden önceki yöneticilerin içinde bulunduğumuz yüzyılın başında Rusya ve uluslararası sahnede yerini alan Putin’in kişiliğini yanlış okuduklarını düşünüyorlar. Eski Avrupalı yöneticiler, Putin’in Rusya Federasyonu’nun kendisinin de karşı karşıya olduğu dağılma riskini önlemekle meşgul olacağını daha sonra da Avrupalı ülkelerin izini takip ederek modernleşme projesini başlatacağını sandılar. Vurucu darbeyi indirmek için uygun zamanı kollarken gerçek niyetlerini ustalıkla gizleyen, amacına ulaşana kadar rakip ve düşmanlarına kadifeden bir eldiven giymiş olduğu elini uzatan, onlara karşı son derece samimi ve içten görünebilen bu gizemli adamı yanlış değerlendirdiler. Çarlık ve tarihin yaraları ile ilişkisini koparmayan derin Rus ruhunu ve dünya ile ilişkisini belki de yanlış anladılar.

Putin Münih Konferansı’na katılmasa da oradaydı. Uzun bir süre eski Sovyet dışişleri bakanı Andrey Gromıko’nun gölgesinde yaşayan Rus Dışişleri Bakanlığı binasında yıllardır ikamet eden Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov tarafından temsil ediliyordu. Emmanuel Macron’un sözleri, gölgesinin konferansa egemen olduğunun en büyük kanıtıydı. Putin Rusyası’nın rakip olsa da ABD ve Avrupa’nın doğal bir ortağı olmasının umulduğu o yıllar geçip gitti. Putin ile diyaloğu destekleyen Macron, Rusya’nın saldırganlığından, istikrarı sarsan politikalar benimsemekte ısrar etmesinden, iletişim devrimini başkalarının topraklarında düzenlenen seçimlere müdahale için kullanmasından ve vekiller aracılığıyla hareket etmesinden bahseder oldu.

Münih’te hazır bulunan Putin’in gölgesi aynı zamanda Suriye’deki İdlib ve çevresinde ivme kazanan gelişmelere de egemendi.

Ankara ve Moskova arasındaki söz düellosu daha önce görülmemiş bir düzeye ulaştı ve Türkiye Suriye topraklarına askeri sevkiyat başlattı. Recep Tayyip Erdoğan Rusya’yı açıkça Soçi Mutabakatı ve Astana anlaşmaları kapsamında verdiği taahhütleri ihlal etmekle suçladı.

Moskova ise Türkiye Cumhurbaşkanı’nı taahhütlerini yerine getirmemek ve bir bölümü terör listesinde yer alan Nusra Cephesi’nin eline geçen silahları Suriye’ye sokmakla suçladı.

Bölge ilk kez Suriye ve Türkiye orduları arasında kanlı temaslara tanık oldu. Erdoğan yeniden Esed rejiminin hedef alınabileceğini ima etmeye başladı.

Rusya’nın Suriye’deki askeri müdahelesinden sonra birçok taraf rejimi kurtaran Putin’in kendisini siyasi süreci kabul etmeye zorlayacağına inanmıştı.

Sahadaki yeni güç dengesi nedeniyle Esed rejiminin devrilmesi taleplerinden geri adım atılmasından sonra, yeni anayasanın hazırlanmasına ılımlı muhalefetin de katılmasını sağlayacak bir siyasi süreci kabul etmeye rejimi ikna edebileceğini sanmıştı.

Putin’in bölge halklarını ve büyük devletleri Rusya Suriyesi’nin İran Suriyesi’nin alternatifi olduğuna inandırmak için İran’ın etkisini kademeli olarak azaltmaya çalışacağına inananlar vardı.

Ancak bir kez daha Putin’in politikası herkes için karmaşık ve gizemliydi. İran’ın etkisini azaltmak isteyip istemediği ya da buna gücünün yetip yetmediği belirsiz kaldı. Ancak yine de Putin, İsrail’i Suriye’deki İran askeri yapısına hava saldırıları düzenlemekten alıkoymaya çalışmadı.

Binyamin Netanyahu ile yoğun ve uzun süreli bir istişare ilişkisi kurdu. Öte yandan, Türkiye ile Batı arasındaki mesafeyi derinleştirmeye önem verdi.

Rus füzelerini NATO üyesi bu ülkenin envanterine soktu. Buna karşılık, Türkiye’nin Suriye topraklarında askeri müdahalede bulunmasına, Kürt şeridini çökertmesine yeşil ışık yaktı. Daha sonra Türkiye’nin bundan daha fazlasını istediği ve Rusya’nın dillendirdiğinden farklı gizli niyetlere sahip olduğu ortaya çıktı. Münih’te yaptığı “Rusya, Türkiye ve İran’ın Suriye’de ortak hedefleri yok” açıklaması ile Lavrov aslında bu konuyu iyi bir şekilde özetledi.

Putin’in gölgesi aynı zamanda Libya’ya da uzandı. Rus paralı askerleri ile Rusya’nın dostları olarak tasnif edilen Suriyeli paralı askerlerden bahsedildi. Bu askerler, Erdoğan’ın Suriyeli dostlarından paralı askerleri sevkettiği cepheye karşı cephede konuşlanıyor ve savaşıyorlar.

Münih’ten İdlib ve Libya’ya Putin’in gölgesi hep hazırdı. Ancak dün Putin’in çözümün kendisi olduğuna inananlardan bazıları bugün yerel, bölgesel ve küresel aktörleri şaşırtan hesapları nedeniyle sorunun kendisi olduğuna inanıyolar.
Gassan Şerbil
Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir