Şimdi yükleniyor

Mehmet Bozkuş: Türkiye İsrail Stratejik Rekabeti GKRY Yunanistan İsrail Ekseninin Türkiye Karşısındaki Konumu VE Jeopolitik Denge 8

Türkiye İsrail Stratejik Rekabeti
GKRY Yunanistan İsrail Ekseninin Türkiye Karşısındaki Konumu VE Jeopolitik Denge 8

Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da yaşanan güç mücadelesi, artık örtülü rekabetin ötesine geçmiş; ittifaklar üzerinden yürütülen açık jeopolitik kuşatma girişimlerine evrilmiştir.

Türkiye ve İsrail bu denklemin iki merkez aktörüdür. Ancak İsrail’in, GKRY ve Yunanistan ile kurduğu üçlü yapı, dengeleyici değil, dışlayıcı ve Türkiye’yi çevrelemeyi amaçlayan bir stratejik akıl üretmektedir.

Türkiye ve İsrail Devlet Aklı ve Güç Üretme Biçimleri

Türkiye Coğrafyadan Meşruiyet Üreten Merkez Güç

Türkiye, sadece bir bölge ülkesi değil; Avrasya, Orta Doğu ve Akdeniz’i aynı anda etkileyebilen merkez ülke konumundadır. Gücü; coğrafya, tarih, nüfus, ordu ve çok katmanlı diplomatik kapasitenin birleşiminden doğar. Türkiye’nin stratejik yaklaşımı alan hâkimiyeti, süreklilik ve meşruiyet eksenindedir.

İsrail Teknolojiye Dayalı Güvenlik Devleti

İsrail ise sınırlı coğrafyasını, yüksek teknoloji, istihbarat ve Batı merkezli ittifaklarla telafi eden bir devlettir. Güç üretimi önleyici saldırı, caydırıcılık ve kriz yönetimi üzerine kuruludur. Bu yapı İsrail’i etkili kılmakla birlikte, sürekli dış desteğe bağımlı ve kırılgan hale getirir.

Temel farkları Türkiye güç inşa eder, İsrail gücü yoğunlaştırma politikalarıyla yol alırken işgal ve yayılmacı politikalarını uluslararası hukuku yok sayarak teolojik yapısını sahaya yansıtmaktadır.

GKRY,Yunanistan,İsrail Üçlü İşbirliği Stratejik Gerçeklik

Üçlü Yapının Ortaya Çıkışı

GKRY, Yunanista ,İsrail işbirliği;

Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının paylaşımı,

Deniz yetki alanlarının Türkiye aleyhine yeniden çizilmesi,

Türkiye’nin denizlere erişiminin sınırlandırılması amacıyla kurgulanmıştır.

Bu yapı hukuki değil, siyasidir; kapsayıcı değil, dışlayıcıdır.

GKRY, Taşeron Jeopolitiğin Küçük Ama Riskli Aktörü

GKRY,kendi kapasitesinin çok ötesinde bir jeopolitik rol üstlenmiştir. Ada üzerindeki K.K.T.C haklarını yok sayarak adanın tamamında kendini temsilci olarak görmekte ve egemenlik ihtilafını uluslararasılaştıracak, Türkiye’ye karşı kaldıraç haline getirme çabası, bölgesel istikrarsızlığı derinleştirmektedir.

Yunanistan Tarihsel Kompleks, Stratejik Aşırılık

Yunanistan, deniz yetki alanları ve adaların silahlandırılması üzerinden maksimalist ve hukuka aykırı taleplerle hareket etmektedir.

Tarihsel ve Hukuki Temel

Adaların Silahsızlandırmanın Dört Uluslararası Anlaşması
Adaların silahsızlandırılması, Balkan Savaşları’ndan II. Dünya Savaşı sonrasına uzanan bir süreçte, dört ana uluslararası metinle pekiştirilmiştir. Bu anlaşmalar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak Kuzey Ege, Orta Ege ve On İki Adalar’ı (Dodecanese) kısım kısım ele almış, egemenlik devrini silahsızlandırma şartına bağlamıştır.

1-1914 Altı Büyük Devlet Kararı:
Londra Büyükelçiler Konferansı’nda Balkan Savaşları sonrası toplanmış ve alınan bu karar, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya ve Avusturya-Macaristan tarafından 13-14 Şubat 1914’te tebliğ edilmiştir.

Gökçeada, Bozcaada ve Meis hariç, Doğu Ege Adaları’nın (Midilli, Sakız, Sisam, Limni, Semadirek vb.) Yunanistan’a devrini şartlı kılmıştır:

Adalar tahkim edilemez, askeri veya deniz üssü olarak kullanılamaz ve tamamen silahsız bırakılmalıdır.

Bu, Osmanlı dönemindeki temel dayanak olup, sonraki anlaşmaların öncüsüdür.

2-1923 Lozan Barış Antlaşması ve Boğazlar Rejimi

Lozan’ın Madde 12’si 1914 kararını teyit ederken, Madde 13 silahsızlandırma hükümlerini detaylandırır.
Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında deniz üssü veya istihkâm yapılamaz; yalnızca nüfusa oranlı asayiş kuvveti bulundurulabilir.

Ek Boğazlar Sözleşmesi ise Boğazlar bölgesini (Limni ve Semadirek dahil) silahsızlandırmış, bu adaların statüsünü doğrudan etkilemiştir. Yunanistan’ın sıkça atıf yaptığı argüman, Boğazlar’ın silahsız olduğu dönemde bu adaların dengeli olduğu; ancak değişen koşullar nedeniyle artık silahlandırılabileceği yönündedir.

3-1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi:
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni ikame eden Montrö, Türkiye’ye Boğazlar’ı silahlandırma hakkı verirken,Yunan adaları için bir hüküm içermez.Yunanistan, Montrö’nün Lozan’daki silahsızlandırma yükümlülüklerini (özellikle Limni için) kaldırdığını savunur; zira eskiden Boğazlar silahsızken denge sağlanıyordu. Ancak bu ifade tartışmalıdır: Montrö yalnızca Boğazlar rejimini düzenler ve Lozan’ın ana metnindeki (Madde 12-13) adalar statüsünü etkilemez.

4-1947 Paris Barış Antlaşması (İtalya ile)
II. Dünya Savaşı sonrası imzalanan bu antlaşmanın Madde 14’ü, On İki Adalar’ı (Rodos, İstanköy, Meis, Leros vb.) İtalya’dan alınarak Türkiye’nin sırtından Yunanistan’a adeta bir savaş tazminatı olarak devreder ve “these islands shall be and shall remain demilitarized[1]” hükmüyle silahsızlandırmayı şart koşar.

Türkiye bu antlaşmaya taraf değildir, ancak Yunanistan’ın yükümlülüğü bağlayıcıdır; devir, bu şartla gerçekleşmiştir.

Bu dört anlaşma, adaların silahsız statüsünü kolektif bir hukuki çerçeve olarak kurmuş olup, 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne göre asli hükümler (essential conditions) niteliğindedir[2]. Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, uluslararası antlaşmalar hukukuna ilişkin temel uluslararası bir belgedir.

YUNANİSTAN,İsrail ve GKRY ile kurduğu ittifak, Yunanistan’a stratejik derinlik kazandırmamakta; aksine Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelme riskini artırmaktadır.

İsrail Enerji ve Güvenlik Üzerinden Türkiye’yi Dengeleme Arayışı

İsrail, Doğu Akdeniz doğalgazını sadece ekonomik değil, jeopolitik bir araç olarak kullanmakta; Türkiye’yi dışlayan enerji koridorlarıyla Ankara’nın bölgesel etkisini sınırlamayı hedeflemektedir. Ancak bu yaklaşım coğrafi gerçeklerle uyumsuzdur.

Türkiye olmadan Doğu Akdeniz’de sürdürülebilir enerji ve güvenlik mimarisi kurulamaz.

Doğu Akdeniz ve Mavi Vatan Çatışmanın Ana Sahası

Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini, uluslararası hukuka dayalı, kıta sahanlığı ve adaların statüsünü esas alan bir vizyondur. Buna karşılık üçlü yapı, sözde maksimum harita minimum hukuk anlayışıyla hareket etmektedir.

Bu durum:

Denizlerde fiili gerginlik riskini artırmakta,

NATO içi çatlakları derinleştirmekte,

Doğu Akdeniz’i kalıcı bir kriz alanına dönüştürmektedir.

Türkiye bu sahada askerî caydırıcılığını açıkça ortaya koymuş, geri adım atmayacağını net biçimde ilan etmiştir.

Filistin Meselesi Stratejik ve Ahlaki Ayrışma

Filistin meselesi, Türkiye–İsrail ilişkilerinin en sert kırılma hattıdır. Türkiye, Filistin’i uluslararası hukuk, insan hakları ve bölgesel istikrar çerçevesinde ele alır. İsrail ise Filistin’i güvenlik sorunu ve kontrol alanı olarak görmekte olup işgalci konumu ile uluslararası hukuku yok saymaktadır.

Bu ayrışma, İsrail’in GKRY ve Yunanistan’la kurduğu işbirliğinin sadece enerji değil, siyasi meşruiyet arayışı olduğunu da göstermektedir.

Güç Mücadelesinin Niteliği Açık Çatışma Değil, Sert Rekabet

Türkiye–İsrail ve üçlü eksen arasındaki mücadele doğrudan savaş değil,diplomasi, enerji, savunma sanayi, deniz gücü ve algı yönetimi üzerinden yürüyen çok boyutlu bir stratejik rekabettir.
Türkiye’nin farkı, bu rekabeti askerî güçle desteklenen diplomasi üzerinden yürütmesidir.

Stratejik Uyarı ve Net Mesaj

Türkiye, Doğu Akdeniz’de dışlanacak değil, denklemi belirleyecek aktördür.

GKRY,Yunanistan,İsrail üçlüsü, kısa vadeli kazanımlar uğruna bölgesel gerilimi kalıcılaştırma riski taşımaktadır.

İsrail açısından Türkiye’yi karşısına alan her strateji, enerji güvenliği ve bölgesel istikrar açısından maliyetlidir.

Türkiye’siz kurulan her Doğu Akdeniz denklemi eksik, kırılgan ve sürdürülemezdir.

Güç, haritalarla değil; coğrafya, hukuk ve sahadaki iradeyle belirlenir.
Türkiye, bu iradeye sahiptir

Mehmet BOZKUŞ
Stratejist-Siyaset Bilimci

Kaynakça

YUNANİSTAN ADALARI SİLAHLANDIRMAYA HAZIRLANIYOR: TARİHSEL BAĞLAM, GÜNCEL İHLÂLLER VE YOL AÇABİLECEĞİ SONUÇLAR Analiz No : 2025 / 54 Yazar : Hazel ÇAĞAN ELBİR18.12.2025 avim.org.tr/tr/Analiz/YUNA….

Yorum gönder