Karlofça, 26 Ocak 1699 tarihinde Osmanlı Devletinin Avusturya – Venedik ve Lehistan ile yaptığı tarihin en önemli antlaşmalarından biri olarak bilinmektedir.
Sıradan bir köy veya Osmanlı kayıtlarındaki ifadesiyle “varoş” olan Karlofça, bu tarihten itibaren bir dönemin sonu veya başlangıcını ifade eden antlaşmanın imzalandığı yer olarak yani tarihî yönüyle önem arz etmeye başlamıştır.
***
20 -23 Kasım 2016 tarihlerinde Belgrad Üniversitesi, Western Washington Üniversitesi, Universitey of Texas-Rio Grande Valley ve Yüzüncüyıl Üniversitesi işbirliğiyle düzenlenen ve farklı ülkelerden gelen bilim adamlarının katıldığı Uluslararası Multidisipliner Çalışmalar Sempozyumu (ISMER) için Belgrad’daydım.
Tarih, Edebiyat, Coğrafya ve farklı bilim dallarından kalabalık bir katılımın olduğu sempozyuma Türkiye’nin Belgrad Büyükelçisi Mehmet Kemal Bozay, Yunus Emre Enstitüsü Müdür Selim Arslantaş ve kalabalık bir davetli topluluğu iştirak etti.
Organizasyonun bir ayağı da Sırbistan’da tarihî ve kültürel yerleri gezmeye ayrılmıştı. Bu vesileyle Belgrad ve Karlofça’nın da içinde olduğu bazı yerleri gezme fırsatı bulduk.
***
Karlofça, Voyvodina Özerk Bölgesi içinde yer almaktadır. Küçük ve şirin bir kasaba olarak dokuz bin civarında nüfusa sahiptir.
Sırbistan bölgesinin 1521’de fethedilmesiyle Karlofça da bu şekilde Osmanlı devleti yönetimine girmiştir.
16. asrın yarılarında 1500 civarında nüfusuyla ahalisi çömlekçilik, terzilik, kuyumculuk, fırıncılık, değirmencilik, balıkçılık ve kalafatçılık gibi mesleklerle uğraşmaktaydı.
Kasabanın etraf köylerinde günümüzde tek bir Müslüman haneye bile rastlanmazken, 16. asır yarılarında üzüm yetiştiren çevre köylerinin çoğunluğu Türklerden oluşuyordu.
Günümüzde de üzüm yetiştiriciliği halen devam etmektedir. Bu nedenle evlerin önlerinde şarap ve yağ satışları yapılmaktadır.
Osmanlılar, Tuna Nehrini taşımacılık ve ticarette etkin olarak değerlendirdiğinden Karlofça’da da gemi bakımı yapılmaktaydılar.
Kasaba, Osmanlıların elinden çıkmadan önce hatırı sayılır ölçüde Türk nüfusa sahipti. Evliya Çelebi, Müslüman ahalinin çoğunun Boşnaklardan oluştuğunu söylerken kasabada cami, medrese, mektep, hamam gibi binaların çokluğundan bahseder.
***
Karlofça Antlaşması, 1683 yılında Viyana kuşatmasıyla başlayan bir hezimetle 16 yıl devam eden bir savaşın sonunda imzalanmış ve Osmanlı Devleti ilk defa büyük bir toprak parçasını kaybetmiştir.
Mağlup devlet olarak Osmanlı Devleti Karlofça’da kurulan çadırda yine ilk defa Avusturya, Venedik ve Lehli diplomatlarla aynı masada karşı karşıya gelerek müzakere masasına oturmuştur.
Antlaşma masasında Osmanlı Devleti adına Reis-ül Küttab Rami Mehmed Paşa katılırken, diğer devletleri tecrübeli devlet adamları temsil etmişlerdir.
Osmanlı Devleti için bir yıkımın başlangıcı olan bu antlaşmayla Macaristan, Osmanlı Devletinin elinden çıkmıştır. Tuna’nın kuzeyinde geniş bir alan kaybedilerek Balkanlar tehdit altına düşmüştür.
Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti ve batılı devletler için bir dönüm noktası olmuştur.
Osmanlılar bu tarihten sonra sürekli olarak çevreden merkeze doğru çekilmeye zorlanmıştır.
Bu çekilme, 219 yıl kadar sürmüş ve 1918 Mondros Mütarekesiyle son bulmuştur. Yani Misak-ı Milli ile kararlaştırılan bugünkü sınırlar içindeki yerler zor şartlar altında Türklere kalmıştır.
Antlaşma görüşmelerinde çadırların kurulduğu yere 1817 yılında bir kilise yapılmıştır. Burası, Sırbistan’a gelenlerin, özellikle de Türklerin mutlaka ziyaret etmeye çalıştıkları bir yerdir.
***
Karlofça, 178 yıl Osmanlı Devletinin idaresi altında kalmıştır. Burada hayat süren hatırı sayılı Müslüman nüfustan bugün eser yoktur.
Kasaba ve köylerdeki yüzlerce cami, mektep ve hamam gibi Osmanlı eserlerinden iz bile kalmamıştır.
420 sene Osmanlı idaresinde kalan Belgrad’da da ayakta olan yüzlerce Osmanlı mimarisinden geriye kalanlar, parmakla gösterilecek kadardır.
Bir zamanlar Belgrad’dan Salankamen’e, Karlofça ve Novi Sad gibi şehirlere giderken duyulan ezan seslerinden, uğrak yeri olan camilerden, hamamlardan, hanlardan ve su içilen çeşmelerden eser kalmamıştır.
Osmanlının kaybettiği yerlerde Türk izleri her fırsatta ortadan kaldırılmıştır. Asırlarca hükmedilen bölgelerde bir kalıntı dahi bulamamak bunu göstermektedir.
***
Osmanlılar, Tuna Nehrinin kuzeyinde kalan Macaristan, Eflak ve Buğdan’ı (Romanya) Balkanların güvenliğini sağlamak için elde tutmaya çalışmıştır.
Karlofça barışıyla bu bölgeyi elden çıkarınca, Tuna Nehri ve Balkanlar tehdit altına düşmüştür.
Bu antlaşmadan sonra zoraki olarak ancak 178 yıl kadar Balkanlara tutunabilmiş ve 1878 yılında burayı da kaybetmiştir. Bu şekilde İstanbul tehdit altına düşmüştür.
Birinci Dünya Savaşında bu da denenmiş; fakat Türkleri İstanbul’dan atmanın bıçağın kemiğe dayandığı son nokta olduğu görülmüştür.
Osmanlılar Balkanları denetim altına almadan İstanbul’u güvende görmedikleri gibi, Suriye ve Mısır’a ulaşmadan da Anadolu’yu güvende bulmamışlardır.
Osmanlıların Viyana’dan Edirne’ye ve Yemen’den Hataya zorla çekilme hikâyesine bakıldığında, bir asır sonra Emperyalist güçlerin Ortadoğu’yu ateş ve kan deryasına çevirme gerekçeleri daha iyi anlaşılır.
Bosna savaşının, Srebrenitsa katliamının, Kosova’da ve Balkanlarda ortaya çıkarılan huzursuzlukların nihai gayesinin ne olduğu iyi bilinir.
Suriye iç savaşının, Libya iç savaşının, Yemen iç savaşının, Irak’ın içine düştüğü durumun, Cezayir ve Tunus’taki huzursuzlukların velhasıl doğu dünyasında olan bitenlerin asıl hedefinin ne olduğu iyi anlaşılır.
Bu gün Türkiye’nin Suriye’de, Irak’ta ve Balkanlarda ne işi var diyenler Karlofça’dan sonraki tarihi iyi okumaları gerekir.
Prof. Dr. Osman Köse-Polis Akademisi /