6 Mayıs 2021 tarihinde İskoçya’da gerçekleştirilen seçimleri tahmin edildigi üzere İskoç Milliyetçi Partisi SNP kazandı. SNP 129 sandalyeli Parlamento’da 64 sandalyeye sahip olurken, seçimden ikinci çıkan Muhafazakarlar 31, üçüncü çıkan İşçi Partisi ise 22 sandalyeye sahip oldu. Sonuçlar bir önceki seçim sonuçlarından çok farklı bir sandalye dağılımı çıkarmayınca, İskoç siyasetini yakından takip eden herhangi bir uzman gibi, varacağım sonuç, -daha önceki üç seçimin sonuçlarını da dikkate alırsam- seçmenin seçim tercihlerinde istikrarın korunduğu olacaktır. Bu da bizlere İskoçya’da gelecekte, en azından kısa ve orta vadede, (koşullarda köklü bir değişim olmazsa) yapılacak seçim sonuçlarında da sürpriz beklemenin isabetli olmayacağını gösteriyor. Bir başka ifadeyle İskoçya’da yönetim kısa ve orta vadede Britanya siyasetinde dominant olan ne Muhafazakarların ne de İşçi Partisi’nin eline geçecek gibi; İskoçya yönetimi milliyetçilerin elinde kalmayı sürdürecek.
Peki bunun anlamı nedir? Birleşik Krallık’ın birlik ve bütünlüğünden yana bir Britanyalı açısından bakarsam, en iyi ihtimalle İskoçya’nın bağımsızlığı meselesinin gündemden bir türlü düşmeyecek olması; en kötü ihtimalle de İskoçya’nın bağımsız olması demektir. Zira milliyetçi SNP, 2014 yılında gerçekleştirilen bağımsızlık referandumunda çıkan bağımsızlığa hayır kararına rağmen, ikinci bir bağımsızlık referandumunun gerçekleştirilmesinde ve bağımsız İskoçya hedefinde kararlıdır. Bu kararlılık ikinci bir referanduma karşı olan Londra üzerinde ciddi baskı yapmaktadır; SNP’nin yine birinci çıktığı son seçim sonuçları ışığında bu baskı daha da artacaktır.
Üstelik Birleşik Krallık, SNP’nin tekrar eden seçim başarılarının gölgesinde, kısa vadede ikinci bağımsızlık referandumuna dair hukuki meşruiyet- demokratik meşruiyet tartışmasına sürüklenecektir.
Neden mi?
İskoçya’da ikinci bağımsızlık referandumu için Londra’nın izin vermesi gerekmektedir. Zira 1998 tarihli Scotland Act uyarınca İskoç Parlamentosu bağımsızlık referandumu kararı alma yetkisini haiz değildir. Londra’da Boris Johnson hükümetinin ise referanduma izin verme niyeti olmadığı açıktır. Dolayısıyla Londra’nın izninin olmadığı bir referandum hukuken meşru olmayacaktır. Parantez açarak belirteyim, İskoçya’da Londra’nın izni olmaksızın kesinlikle referandum gerçekleşemez diyemeyiz; (de facto) gerçekleştirilebilir elbet ama hukuken bağlayıcı sonuç üretemez.
Ancak hukuken sonucu bağlayıcı referandumun Londra’ya rağmen gerçekleştirilemeyeceğini bilen SNP, Londra izin vermemekte diretse bile, referandumu demokratik meşruiyet adına gerçekleştirme sinyali vermektedir. Yani SNP hukuken mesruiyet sorununu demokratik meşruiyet üzerinden giderme yoluna girecektir. Demokratik meşruiyet kavramının dayandırıldığı söylem İskoçların kendi geleceklerine kendilerinin karar vermesi gerekliliğidir; bu söylem ayrıca Boris Johnson hükümetinin de İskoçların demokratik haklarına saygı duymamakla eleştirilmesine sebep olmaktadır. Üstelik Brexit kararı İskoçlara rağmen alınmış bir karar olduğundan, İskoçların kendi iradelerinin aksine AB dışında kalmaları demokratik meşruiyet söylemine ekstra zemin kazandırmaktadır.
Britanya’da hukuki meşruiyet ile demokratik meşruiyet kavramlarının karşı karşıya getirilecegi ciddi bir beyin firtınası kaçınılmaz artık; zira şimdiden İskoçya’nın bağımsızlığına karşı olan Muhafazakar kesimden bile demokratik meşruiyete öncelik veren söylemler gelmeye başlamıştır.
Kisaca İskoçya’daki seçim sonuçlarının kısa ve orta vadede etkisi hukuki meşruiyet tarafinda Londra ve demokratik meşruiyet tarafında Edinburg arasındaki yüksek tansiyonun artma hızının daha da artması olacaktır.
Uzun vadede Birlesik Krallık’ı bekleyen risk ise, demokratik meşruiyet söylemiyle İskoçya’da bağımsızlık referandumu gerçekleştirilir ve nihayetinde İskoçya bağımsız olursa, İskoçya örneğini Kuzey İrlanda ve Galler’in izlemesi, dolayısıyla Krallık’ın parçalanması riskidir. Böylesine bir riskin gerçekleşme ihtimalinin büyük olduğunu söyleyemem; ancak Cambridge ve Oxford’lu tarihçi Jeremy Black’ın şu sözünü de hatırlatmadan edemeyeceğim.”İngiliz ( Britanya) tarihinin büyük kısmına damgasını vurmuş olan bölgecilik olgusu görmezden gelinmemelidir” Mesela Galler kelimesinin ( İngilizce Wales) İngilizler tarafından “öteki” anlaminda kullanılması bu realitenin tarihsel ve net bir kanıtı değil midir?
İkinci İskoç bagımsızlık referandumuna karşı olan Londra’nın, İskoç milliyetçilerinin demokratik meşruiyet söylemiyle mücadele stratejisi sadece hukuki meşruiyet argümanına sarılmak olmamalıdır; ilk bakışta okuyucuya tuhaf gelebilir ama Londra’nın da demokratik meşruiyet kavramına başvurması gerektiğini düşünüyorum.
Londra bunu nasıl yapabilir?
Birincisi; Londra, 2014’de gerçekleşen bağımsızlık referandumunun sadece hukuki değil demokratik meşruiyete de dayandığını, demokrasi gereği bu referandumdan çıkan karara saygı duyulması gerektiğini, demokratik meşruiyetin kısa aralarla aynı konuda defalarca referandum yapılmasına imkan tanıyan bir argüman olamayacağını vurgulamalıdır.
İkincisi; Londra İskoçya’nın olası bağımsızlığının sadece İskoçya’yı değil tüm Birleşik Krallık’ı etkileyeceği gerekçesiyle İskoç bağımsızlık referandumu için sandık başına sadece İskoçya’daki seçmenin değil tüm Birleşik Krallık seçmeninin gitmesi gerektiği argümanını ileri sürmeli, demokratik meşruiyetinin bunu gerektireceğini savunmalıdır. Londra’nın sergileyeceği bu tavır, 2014 İskoç referandumunu demokratik meşruiyet açısından değerlendirmek gibi geçmişe dönük değil, ilerisi için bir argüman sunmak gibi geleceğe yönelik olduğundan İskoç milliyetçiler üzerinde daha fazla baskı yaratacaktır; zira İskoç bağımsızlığı referandumunda sandık başına İngilizlerin, Gallerlerin ve Kuzey İrlandalı’ların da gitmesinin yaratacağı sonuç, İskoç milliyetçilerinin arzuladığı sonuç olabilir mi?
Böylelikle Londra İskoç milliyetçilerinin demokratik meşruiyet söylemini bizzat İskoç milliyetçilere karşı kullanmış olacaktır.
Doç Dr Dilek Yiğit