Bölge devletleri, onlara coğrafyalar tarafından verilmiş avantajlarından yararlanarak tam ekonomik tekelleşmeler geçmeleri önemlidir ve Amerikan emperyalizmini engellemek için yeni güç merkezinin oluşmasına iştirak etmeye mahkumdurlar.
Tesnim Haber Ajansı – Son yıllarda, değişen dünyamızda özellikle ABD’nin tek merkezli dünya politikasını yaşama geçirme çabası karşısında yeni jeopolitik güç merkezleri oluşmaktadır. 8 Ağustos 2016’da Bakü’de Azerbaycan, İran ve Rusya Cumhurbaşkanlarının görüşmesi de bu bağlamdadır. Özellikle 2008’de Münih’te, Rusya Devlet Başkanı Vilademir Putin’in tek merkezli dünya politikasına karşı itirazı, alternatif jeopolitik merkezlerin oluşmasına start vermiştir. Dünyanın tek merkezden yönetilmesine sadece Rusya değil; Çin, Hindistan, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika Cumhuriyeti, İran ve zaman zaman Türkiye ve Fransa gibi birçok devlet itiraz etmiştir. Bu güç dengeleri ve itiraz sesleri bu ülkeleri birbirine yakınlaşmaya mecbur etmiştir.
SSCB dağıldıktan sonra, ABD dış politikasında post Sovyet ülkelerin içişlerine karışma çabası ciddi şekilde kendini göstermeye başladı. Bu etki mekanizmalarının temel araçlarından birini “İNSAN HAKLARI” adı altında hayata geçirilmeye başladı. Toplumlarda “Demokratik Ortam” oluşturulma görüntüsü altında Amerikanperest siyasi güçler yaratılmaya başladı. Toplumlarda milli değerler sisteminin dışında amorf bilinç sistemi tebliğ edilmeye başlandı.
Bu yeni yabancı gelenekler yalnız bir amaca hizmet ediyordu. O da Amerikanperest değerler sisteminin bu ülkelerde kendine yer bulmasıdır. Aslında istenilen İLERİCİ YENİLİK devletin ve toplumun kalkınması için yapılıp bundan istifade edilmesidir. Ama nedense ABD tarafından 3 dünya devletlerine getirilen değerler sistemi bu devletlerin; tarihine, milli genetiğine ve onun bilinç sistemine zarar verecek şekilde hayata geçirildi.
Biz bunun bariz örneğini ABD’NİN Ortadoğu’da uyguladığı politikada görüyoruz. Hâlihazırda iç savaşlardan zayıflamış bu halklar “ABD’nin demokratik” fesatlarının yaralarını iyileştirmenin yollarını arıyorlar. Biz ister Irak’ta, ister Suriye’de veya Libya’da bunun bariz örneğini görüyoruz ve son yıllarda Washington stratejistlerinin geçmiş post Sovyet mekanlarında hayata geçirdikleri Renkli devrimler de bu düşünce tarzının mahsulleri idi.
Renkli inkılapların sonucu olarak aynen Ortadoğu’da olduğu gibi iç savaşlar ile sonuçlandı. ABD politikası karşıtları bu tarz entrikalarla dolu ve saldırgan politikaya cevap vermek için hem manevi hem ekonomik hem de siyasi açıdan kendi güçlerini bu ikiyüzlü siyaseti engellemek amacıyla dikkatlerini topladılar. Bu, 21. yüzyılda Yeni Avrasyacılık hareketi adını aldı.
Temeli henüz 19. yüzyılda atılmış gerek Rus düşünürlerin, gerekse Türkçe-Farsça abidlerin düşünceleri esasında yeni bir ideolojik jeopolitik konstrüksiyon şekillenmeye başladı. Özellikle bu doğrultuda Rus düşünürlerinin bilimsel üreticiliğine ağırlık verildi. Bunlardan özellikle Konstantin Leontev, Nikolay Turbetskoy, Lev Qmulyova, Savitski, Tatar düşünür İsmail Gaspralı, Ahmet Bey Ağaoğlu (Azerbaycanlı), İran düşünürlerinden olan M.Sencavi, İranlı meşhur siyaset adamı Ebulkasım Kaşani (1885-1960). Tüm bu adamların ve fikir sahiplerinin manevi mirasının taşıyıcıları Yeni Avrasyacılığın taraftarları olarak açıklama yapmaya başladılar. Bu taraftarlardan ve hem fikir olanlardan biriside benim. Şu an Napolyon’un bir sözü tarihin süzgecinden geçerek gözümün önünde kendini tasdik ediyor. “Halkların kaderini onların yerleştiği coğrafyalar çözüyor.”
Avrasya coğrafyasında yerleşmiş halkların kendi tarihsel geçmişlerinde ortak noktaları çok fazladır. Bu halklar; çok fazla hatalar yapmışlardır. Bu toplumları birbirine yakınlaştıran; kültürel, sosyal ve ahlaki alanalar da birbirine benzeyen yönler uzaklaştıran yönlerden daha fazladır. O nedenle bu halkların yabancı unsurlara karşı birleşmesi tarihi hatıraların bir siparişidir. Bu nedenle son yıllarda Avrasya tekelleşmesi yönünde birkaç hatlar gerçekleştiriliyor. Bunlardan birincisi Avrasya İttifak hattı; ikincisi, Şangay İşbirliği Örgütü; üçüncüsü yeni şekillenen Rusya-İran-Azerbaycan eksenidir. Gelecekte bu birliğe Türkiye’nin de katılması gözlenecektir. Son yaşanan olaylar Avrasya coğrafyası devlet ve milletlerin Neokon Washington politikacılarının elinde oyuncak olmak istemediklerini göstermektedir. Türkiye’deki 15 TEMMUZ 2016 olayları bir daha şunu gösterdi ki, bu güçler amaçlarına ulaşmak için her türlü girişimde bulunabilirler. Silahsız halkı kurşun yağmuruna tutmaya bile hazırdırlar. Türkiye halkı insan kanına susamış bu kuvvetlere karşı siper oldu ve ülkelerinde milli değerlerinin korunması çevresinde birleştiler.
Azerbaycan – İran yaklaşmasını konuşurken burada birkaç konuyu gözden geçirmekte gerekiyor. İran ve Azerbaycan halkları kardeş halklardır. Bizi bir birimize bağlayan tarihi geçmişimiz siyasi geleneklerimiz dinin yakınlığımız bulunmaktadır. Zaten bu halklar birbirinin içine girmiş ve bu coğrafyadaki devletlerin oluşmasına birlikte katılmış ve Avrasyacılık mefkuresini günümüze kadar yaşatmışlardır. BİZ AYNI HALKIZ! Bu gerçek tarih boyunca kendi teyidini yapmıştır. Bunun açık kanıtı gibi tarihi geçmişimizi çevirirsek yeter.
Bu konuda İran İslam Cumhuriyeti lideri çok saygıdeğer Seyyit Ali Hamenei’nin, Hüner Kitabı’nda geniş bir şekilde bahsedilmiştir. Tabi burada şunu da söylememiz gerekiyor ki iki devlet arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmamış bazı dönemler Ermenistan meselesi nedeniyle anlaşmazlıklarda yaşanmıştır.
Azerbaycan-Ermenistan sorununun çözümünde İran tarafı kendi nüfuzunu kullanarak bu sorunun barışçıl yolla çözüme kavuşturulmasında etkin katılım göstermelidir. Bu bağlamda Azerbaycan-Rusya -İran liderlerinin Bakü toplantısı çok önemli tarihi bir değer taşıyor, zira Rusya-Azerbaycan’ın bölgedeki başlıca müttefiki ve stratejik ortağıdır. Azerbaycan-Rusya ilişkileri yükselen çizgide gelişiyor ve bu daha da derinleşecektir. En önemli etkenlerden biri ise Rusya’nın Avrasya birliği yönünde jeopolitik merkez oluşturmaya çalışmasıdır.
Biz istesek te istemesek te; Azerbaycan’da, Türkiye’de, İran’da, Ermenistan’da, Rusya gibi Avrasya coğrafyasının bir parçasıdır. Biz bu coğrafyanın evlatlarıyız ve bu coğrafyadan çıkıp hiçbir yere gidecek değiliz. Biz bu coğrafyanın haklarıyız, bu coğrafyanın ister siyasi ister kültür taşıyıcılarıyız.
Biz Avrasyalıyız ve Bundan da Gurur Duymalıyız
Yeni şekillenen jeopolitik yapılanmanın esasında hem Slav-Türk halklarının birliği, hem de Slav-Türk – Ar halklarının birliği ve ittifakı hedefe tutulur. Bu birlik gelecekte; hem ekonomik, hem siyasi, hem de askerileşmiş birliğe dönüşme potansiyelini kendisinde taşıyor.
Jeopolitik merkezin oluşması bakımından işbirliği bağlamında İran’ın Kafkasya politikası bu temeller üzerinden gerçekleşebilir. Aksi halde bölgenin önde gelen devletleri tarafından İran’ın politikası anlamlı olmayacaktır. Herhalde İran stratejistleri bu gerçeği iyi bir şekilde anlarlar ve Yeni Avrasya politikası gerçekleşir. İran’ı önemli kılan durumlardan biride İran’ın Hazar ülkesi olmasıdır. İran, Orta Asya devletlerine, Kafkasya ülkelerine bir çıkış ve Türkiye ile bir coğrafyayı bölüşmesidir. İran çok milletli bir devlettir ve İran’ı oluşturan halkların büyük çoğunluğu yukarıda belirttiğim gibi coğrafyanın halkları ile kaynayıp karışmış ve onlarla akrabalık ilişkileri vardır. İran İslam Cumhuriyeti aynı zamanda da İslami fıkıh ile yönetilen devlettir. Avrasya coğrafyasının nüfusunun büyük kısmı da ayrıca İslam dinine inanan büyük bir topluluktur. Bu da İran İslam Cumhuriyeti’ni bu coğrafyaya önemli kılmaktadır.
İran bu coğrafyada veya diğer coğrafyalarda entegrasyon girişimlerinde bulunmuştur. Post Sovyet ülkelerini birleştiren ECO ile kuzey-güney hattında kurumsal şekilde ortaklık etmiş fakat bu İran’ın istediği şekilde sonuçlanmamıştır. Bunun öznel ve nesnel nedenleri vardır.
ABD ve müttefikleri uzun yıllar İran’a ekonomik ambargo uygulamaktadırlar. Yeni bağımsızlığını kazanmış Orta Asya ve Kafkas devletleri bu küresel gücün karşısında dayanamadılar ve zaman zaman da kendi ulusal çıkarları için küresel gücün etkileri karşısında İran’ın ileri sürdüğü ortaklıklara katılmadılar. Bazı durumda ise seçim yapmak zorunda kaldılar. Mesela 1992-93 yıllarında Azerbaycan’ın Hazardaki petrolü Hazar petrol boru hattı aracılığı ile Bender Abbas Limanından ihraç edilecekti. Ama ABD siyasi yetkilileri bu duruma karşı çıktılar ve o dönem Azerbaycan’ın siyasi yetkilileri buna karşı çıkamadılar. Hazar petrolünün Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı üzerinden ihraç edilmesi kararı verildi. Yani bölgeye sokulmuş ulus şirketlerinin ve onların himayecilerinin iradesi zafer kazandı.
Özellikle son dönemde ABD politikalarının İran’la ilgili gerçekleştirdiği referanslar hiç de iyimser niyet veya amaçlardan haber vermiyor. Bildiğiniz gibi ABD, SSCB’NİN Ortadoğu’da yayılmasını engellemek için SENTO bloğunu teşkil etmişti ve bu bloğa üye olmuş ülkeler geçmişte İngilizlerin düzenlediği SADABAT PAKTINA üye olan devletler idi. Washington stratejistlerine göre Şanghay işbirliği Örgütünün bölgede yayılmasının karşısını almak için yeni bir “SENTO” veya benzer bloğu oluşturmaya çalışacaklar.
Türkiye’deki son darbe girişimi, ABD ve onun istihbarat elamanları aracılığı ile silahlandırılmış Amerikanperest siyasi iktidarın olması için gerçekleştirilmişti. Gerek Mısır’dan, gerek diğer bölge devletlerden farklı olarak Türkiye’nin devlet geleneklerin ve milli şuur bu planların hayata geçirilmesine engel oluyordu. Ama bu demek değil ki Türkiye’ye karşı olabilecek endişe tamamen bitmiştir. İstenilen yöntemlerle, istenilen askeri ve siyasi akımlarla Türkiye’yi Avrasya yolundan çevirmeye çalışacaklar. O nedenle de İran’a karşı ambargoların kaldırılması hiç de rastlantısal değil. Bu ABD dış politikasının somut amaçlı bir gidişidir. Bu yolla İran’ın Avrasya birliği yönünde ki niyetlerinin engellenmesi amaçlanmaktadır. Elbette Washington stratejistleri güzel anlıyor, İran İslam devletidir ve onun özgün yönetim mekanizmaları vardır. Ülkenin iç siyasetine müdahale etmek imkânları oldukça mahdududur. O nedenle mevcut İran rejiminin değiştirilmesi yönünde birkaç senaryo üzerinde düşünülüyor.
1. Ambargonun kaldırılmasından sonra İran’ın nüfuzlu iş adamları ile ortak projelere katılarak dolaylı yolla bu mali vasıtalar ile ülke iç siyasi gelişmelerini ve politikacılarını tesir altında bırakmak
2. Aynı zamanda da merkezi yönetimde gizli etnik bölücülere destek vermek
3. İran’ın yabancı ülkelerle vize rejiminin kolaylaştırılmasından sonra özellikle Avrupa’da ve ABD’ye giderek yerleşen İran tabili diaspora temsilcilerinden ve onların İran’da ki akrabalık ilişkilerinden yararlanmak
4. İran’a karşı Şii şeridinin karşısın almak için Fars Körfez ülkeleri ile ilişkileri gerginleştirmek.
5. Azerbaycan – İran, Rusya – İran ve Türkmenistan – İran ilişkileri gerginleştirerek bölgeye “uzlaşmacı misyon” ile gelmek.
Bu bakımdan İran kendi Kafkasya politikasına daha ihtiyatlı ve yukarıda belirttiğim gerçeklikleri dikkate alarak hayata geçirilmelidir.
Düşünüyorum son günlerde yeni vizyonla ortaya çıkan Türkiye iktidarı İran’la yakınlaşmak yönünde ciddi adımlar atacaktır, çünkü aslında hem Kafkasya politikasında, hem Suriye politikasında Türkiye’nin ABD ile çıkarları uzlaşmıyor. Özellikle biz bunu Türki Cumhuriyetlerde ve Kafkasya’da yayılmış Türk okullarının Türkiye’nin değil, ABD elamanı olan Fethullah Gülenin olduğunu gördük. Yani dikkate alırsak, burada eğitim almış birçok insan hiç de ulusal çıkarlara değil satılmış bir “imamın emirlerini yerine getiren bir aletlere çevrildiler. Yani evlatlarına burada eğitim veren birçok insan bilmiyordu. ABD, Türkiye’nin bu alandaki tarihi ilişkilerini kullanarak “Türk okulları” adı alıntında kendi amaçları için zonbileşmiş yeni bir genç nesil yaratmıştı. Bütün bu yukarıda belirttiğim bir daha şunu gösteriyor ki, bölge devletleri onlara coğrafyalar tarafından verilmiş avantajlarından yararlanarak tam ekonomik tekelleşmeler geçmeleri önemlidir ve Amerikan emperyalizmini engellemek için yeni güç merkezinin oluşmasına iştirak etmeye mahkumdurlar.
Adıgözel Mammedov