KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Altan Çetin: Devleti dini yahut bilgemiz Aliya zaviyesinden medeniyetçi devlet ahlakı

Altan Çetin: Devleti dini yahut bilgemiz Aliya zaviyesinden medeniyetçi devlet ahlakı

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
117 0

Siyaset, bir hayat nizamı olarak medeniyet kurucu kavramlarımızdan olan devlet anlayışına bağlı olarak gelişen bir olgudur. Siyaset beynelmilel ilkeleri yanında milli içeriklerle de tarihte tezahür eder. Mesela, açı doyur, çıplağı giydir diyen bir ahlak felsefesi bir toplumun temel töresinin yansımasıdır. İşte bir toplumun töresi ve fikri böylece bir ahlaki ilkeye dönüşerek toplum hayatında gelenekleşirken, devlet hayatında ise kanunlar ile siyaseti tarif ve tayin eden bir esasa dönüşür. Hülasa şehir üzerinde kurulan fiziki düzende toplum ve devlet hayatı töre, gelenek ve kanun üzerinden medeniyet yapıcı unsurlar ile kurumlaşır. Kimisi sözel, kimisi şifahi olan bu esaslar o medeniyet için nasılı gösteren muhtevaları belirler. İşte siyaset nizamı tüm bu bileşkeler üzerinden ortaya çıkıp kendisini yapılandırarak organik bir mahiyet oluşturarak yapıyı sağlıklı çalıştırır. Bu ahlakilik bir mesuliyet duygusu taşır; açı doyur ve çıplağı giydir orada ciddi bir mana taşır. Değilse menfaat peşinde bir politik yapı medeniyet merkezliliğini yitirerek başka referanslar üzerinden kendisini ifade etmeye başlar. Bu bakımdan Aliya İzetbegoviç tabiri ile güç ve kanun sadece adaletin vasıtalarıdır. Adaletin kendisi insanların kalplerinde mevcuttur, aksi durumda adalet yoktur…. İşte tam burada ahlak ile siyasetin kesiştiği ya da çeliştiği yere geliriz. Burada mefhumlar devreye girer. Yahut kavramları faal hale getiren içerikler söz konusu olur. Siyaset ahlakı dediğimizde bunun kapsamını da bunların bileşkesi olan kesişim yeri tanımlar. Bilgemiz Aliya bu konuda bize yol açar: Ahlak insanı harekete geçiren gücü vazife ve sorumluluk olarak tanımlarken, siyaset insanı aktif kılan güç konusunda menfaate vurgu yapmaktadır (Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, çev. Salih Şaban, İstanbul, Nehir Yayınları, 2014, 170). Hülasa vazife ve sorumluluk ahlakın bize hatırlattığı çerçeveyi gösterir buradan siyasete baktığımızda devlet hayatının idamesinde sorumluluk mu menfaat mi ikilemi bizi bilgece bir tercihin kapısına getirmez mi? Devletin dini nedir, olur mu?

Aliya tam burada ahlak-din ilişkisinde, medeniyetin önemli bir içeriğini sağlayan, insani düzenin belirleyici çerçevelerinden birini oluşturan din kavramı üzerinden ahlaka bakar: “Din olmasaydı, biyolojik hayatı insani hayatın seviyesine çıkaran bu değerler meçhul ve anlaşılmaz kalırdı. Çünkü din daha ulvi bir başka alemin mahiyeti hakkında “bilgi”, ahlak ise manası hakkında “bilgi”dir”, Aliya İzetbegoviç, Doğu- Batı Arasında İslam, çev. Salih Şaban, İstanbul, 2018, 176). İnsan işte medeniyet hayatında toplum-devlet-şehir kurma düzeyinde biyolojik yaratık olmanın üzerinde varlığı anlama ve insani düzeye çıkma farkındalığında dinin bizde oluşturduğu bilgi ahlak ile mana bilgisine dönüşür ki bunun en üst hali bilgelik olarak tezahür eder. Bu bakımdan ahlak kendi çerçevesinde kendözümüzün muhtevası ve manasında merkezi rol oynar: “Ahlak, isteklere ve davranış kaidelerine dönüştürülmüş dindir. Başka bir ifadeyle, insanın istekli davranışı ve ya Allah’ın varlığı gerçeğine uygun bir şekilde diğer insanlara karşı tavrıdır. Çünkü vazifemi bütün güçlük ve tehlikelere rağmen yapmam gerekiyorsa (buna menfaat gözeten davranıştan farklı olarak ahlak deriz) böyle bir istek, ancak bu dünyayı ve bu hayatı tek dünya ve tek hayat görmemek halinde haklı gösterilebilir. İşte bu husus ahlak ve dinin müşterek hareket noktasını teşkil etmektedir.” (Doğu-Batı Arasında İslam 179-180). Bu bakımdan kendisini sınamak isteyen her vicdan hareketinin esasına koyduğu ilkeye bakabilir. Menfaat mi yoksa vazife ve sorumluluk mu beni güdülüyor, diye. Vicdan insandaki huzur-ı İlahidir. Orada her şey şeffaf, açık ve nettir. Zira teorik dindarlık ahlaka dönüşüp pratik hale gelmedikçe inanç imana, İslam da hayata dönüşemiyor demek çok da yanlış olmaz kanısındayız naçizane. İşte tam burada din ve ahlak neye tekabül eder sorusu kendözümüzü düşünmek babında önemlidir. Aliya burada çok dikkat çekici tespitler yapar: “Samimi bir dindar fakat ahlaksız bir kişiyi ve tersine, samimi bir ahlak sahibi fakat dinsiz birisini düşünmek mümkündür. Din bilgi ve tasdik, ahlak ise bu bilgi ile ahenk içinde bulunan tatbikat, hayat demektir. Her yerde olduğu gibi bilgi ve tatbikat arasında ayrılık ve tutarsızlık olabilir. Din, nasıl düşünmeli ve inanmalıyız; ahlak ise neye meyletmeli, nasıl yaşamalı, nasıl hareket etmeliyiz sorusuna cevap teşkil etmektedir.”(Doğu-Batı Arasında İslam 181). İnsan düşünce ve tatbikat arasında kendözünün sınavını yaşar.

Medeniyet kendözünü mana ve muhtevası ile tevhit edenler için çiçek açan ve meyve veren bir mevsimdir. Ne olacağız sorunu bu bağlamda halledip nasıl yapacağız haline geçenlerin esasen devlet olgusu içinde siyasete ahlaki mefhumlar ile çerçeve çizdikleri yerde toplum ve şehir nizamının işleyişinde medeniyetçi bir durum oluşabilir. Bu çerçeveden şimdi, burada adalet devletin dinidir söylemini yeniden düşünmek ve değerlendirmek gerekiyor. Bu naçiz yazımızla birlikte, Türkistanlılıların Ahlak ve Adalet Dünyasına İbn Sina ile Bakarken, Gazâlî’de devlet ve adalet yahut yetkinlik, Devletin Dini, Dinin Ahlakı yahut Adalet Ahlakı başlıklı yazılarımız da okunursa maksadımız kendi mefhumunca aşikâr olur umudundayız.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir