KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Altan Çetin: Alp Tegin-Sebük Tegin/Gazneliler yahut Biz(im) Türklerin İslamlaşması

Altan Çetin: Alp Tegin-Sebük Tegin/Gazneliler yahut Biz(im) Türklerin İslamlaşması

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 21 dk okuma süresi
209 0

Türklerin İslam’ı kabulü konusunda Alp Tegin ve Sebük Tegin yani Gazneliler’in ilk zamanlarının, aydınlatıcı fikirlere yol açabilir. Türklerin İslam’a girişlerine dair yazımızda gösterdiğimiz üzere bu iki önemli şahsın serencamı esaretten devlete giden yolda yaşadıkları, hususen gulam oluşları ve sonrası Türklerin İslam toplumunda yer almasına dair önemli bilgileri aşikar ediyordu. Bu bilgilerimizi genişletme sadedinde Nizamülmülk’ün Siyasetname’de Samanîler’in gulamlarını yetiştirmesine dair aktardığı değerli bilgiler vesilesi ile gulam olduktan sonrası hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Onun verdiği malumatı muhteva değerli kılan diğer bir yan ise Nizamülmülk’ün gulamların eğitimine dair nazari olarak verdiği malumatı Alp Tegin ve Sebük Tegin üzerinden örneklendirmesidir. Bu bakımdan Alp Tegin ve Sebük Tegin’in Pendnamesinde anlattığı hususları Nizamülmülk’ün Samanîler ve gulamlarına dair anlattığı bilgilerle birleştirdiğimizde resmi biraz daha net görmeye başlıyoruz. Türkler adeta İslam’a giriş ve bu toplumda gulam sıfatı ile yer alışları esnasında devlet kurmaya ehil olacakları bir eğitim içerisinden geçmişlerdi.

Nizamülmülk Sebük Tegin’in Buhara pazarında Alp Tegin tarafından satın aldıktan sonra yaşadıklarını aydınlatıcı mahiyette bilgiler vermektedir. Bir gulam satın alındıktan sonra neler yaşardı? “İmdi, Sâmânîyân zamanında gulamlarla ilgili olarak uygulanmakta olan güzel bir âdet var idi. Gulamın bulunduğu hizmetin ölçüsü, kabiliyet ve liyakati nispetince tedricen payesi yüksekilmekteydi. Örneğin bir gulam satın aldıklarında, bir yıl boyunca zendenicî kaftan ve yeğni bir çizmeyle kuşanıp piyade olarak rikâb için istihdam edilirdi. Bu süre zarfında bu gulamın gizliden yahut açıktan at binmesine müsaade edilmez; şayet bindiği ortaya çıkarsa cezalandırılırdı. Çizmeyle bulunduğu bir yıllık hizmet süresi dolunca otağbaşı hacibe, hacib de durumu padişahın bilgisine arz ederdi. Ardından altına işlenmemiş deriden bir eyer vurulmuş, sade deriden yularlı bir Türk tayı verilirdi. At ve kamçıyla yerine getirdiği bir yıllık hizmet süresi dolunca ikinci sene ona beline kuşanması için kalaçûr adı verilen kılıç; üçüncü sene huzurda kuşanmak üzere sadak ve kırban; dördüncü senesinde daha has bir eyer, yıldızlı bir gem, bir kaftan, halkalı bir çomak; beşinci senesinde kendisine belinde asık bir kadeh ile şakilik ve âbdârlık buyrulur; altıncı sene camedârlık vazifesini üstlenir; yedinci sene tek kişilik çadır buyrularak siyah ipliklerle örülmüş keçe bir külah başında. Gence işi bir kaftan sırtında, visakbaşı unvanıyla bir tepeli ve 16 kazıkla kurulan çadırdan sorumlu tutulup emrine yeni satın alınmış üç gulam verilirdi. İşte böyle her sene makam ve mevkii, emrindekilerin sayısı ve derecesi hayl-başı olana dek yükseltilirdi. Liyakat, maharet ve cesareti, önemli meselelerin üstesinden gelişi, hamiyeti ve hünkâra bağlılığı herkesçe tasdik olunsa bile otuz, otuz beş, kırklarına varmadıkça kendisine vilayet idaresi yahut başka devlet işi verilmezdi. (Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmeht Taha Ayar, İş Bankası Yay., s.151)” Burada görüleceği üzere 7 senelik bir aşama ile gulam kırklı yaşlarına kadar devlet hizmetinde çalışıyor ve tecrübe kazanıyordu. Kabiliyet ve liyakatin burada merkezde olması ve vurgulanması dikkat çekicidir. Türk devletinin merkezi kavramlarından olan bu husus gulam eğitiminde de öne çıkıyordu. Ve burada tedrici yani tecrübe ile orantılı yükseliş ve bu yükselmenin de kabiliyet ve liyakat ölçeğinde olması sistemi anlamak bakımından önemlidir. İşte Alp Tegin, Sebük Tegin, Ahmet b. Tolun’un babası Tolun, ve Muhammed b. Toğaç’ın dedesi Cuff kuvvetle muhtemel hep bu ve benzeri bir yoldan İslam toplumu ve devleti içinde yer alan Türklerdi. Gulamlara karşı o devrin telakkisini anlamak bakımından “Nice bir zahmetle yetiştirilmiş, büyütülmüş köle artık hane halkından sayılarak gözetip kollanmalıdır. Nitekim âlimler bu hususta şöyle demişlerdir; “ Liyakatli ve tecrübeli bir köle bin evlattan evladır.” Tek itaatkâr köle bin evlattan evla ve makbul Evlat, baba ölsün isterken bin yaşasın der kul Dolayısıyla itaatkâr bir köle 300 öz evlattan makbuldür; zira evlat babanın ölmesini arzu ederken köle efendisinin ikbalini ister. (Nizamülmülk, Siyasetname, s. 167).”, tespitleri önemlidir. Eski zamanlarda gulamlardan Osmanlı devşirmelerine kadar devletin merkezi nizamının esasında yer alan bu memluk, gulam, devşirme adlarını alan unsurlar önemli roller oynamışlardır. İbn Haldun Mukaddimesinde akrabalarla(kan asabiyesi) kurulan devletin zamanla dönüşerek akrabaların yerini gulamların/memluklerin aldığı ve nihai aşamada merkezileşen hanedanın akrabaları uzaklaştırarak bu unsurlara dayalı olarak devletin nasıl teşekkül ettirdiğine dair mekanizmayı anlatışı da hatırlanırsa Türk-İslam devletlerindeki mantığın kendi milliyetine karşı bir uzaklaşma değil kendi mantığında bir devletin oluşma işleyişinin söz konusu olduğu da görülecektir.

Nizamülmülk bu tespitlerden sonra Alp Tegin ve Sebük Tegin ile alakalı bilgiler vererek onların pazardan sonra yukarıda bahsedilen kariyer süreci sonrası devlet içinde geldikleri yeri anlatmaya devam eder: “Sâmânîlerin bir kölesi olup onların terbiyesinden geçmiş olan Alp Tegin, henüz 35’inde Horasan sipâhsâlârlığına nail oldu. Sâmânîlerin bütün hasletlerini kendinde taşıyan Alp Tegin sözünün eri, son derece vefadâr, âlim ve basiretli, halkla iyi geçinen, idaresindekilere müşfik, ihsan sahibi, misafirperver, yüreğinde Allah korkusu olan birisi idi. Yıllarca Horâsân ve Irak vilayetlerinde hükmeden Alp Tegin’in himayesinde gulam olarak görevlendirilmiş 1.700 Türk kölesi var idi. Günlerden bir gün Sultan Mahmud’un babası, Sebük Tegin’in de arasında bulunduğu Türk soyundan 30 gulam satın aldı. –İşte burada Sebük Tegin Pendnamesinde anlatılan Buhara pazarındaki satın alınmadan sonraki hikaye başlıyor- Sebüktigin’in ikbal ve talihinin yaver gitmesinin yegâne sebeplerinden birisi işte bu Alp Tegin’in onu satın almasıdır. Alptigin’e “ visakbaşılık yapan falanca gulamın öldüğü”nün haberi verildiği vakit, Sebük Tegin’in satın alındığının henüz üçüncü günü idi, işte o, Alptigin’in huzurundaki bu 30 gulam arasında kendisi de bulunuyordu. Alp Tegin’e ölen gulamın visâkının, teçhizatının, hayl ve rütbesinin hangi gulama teslim etmelerini emretmesi talep edilince onun gözü Sebük Tegin’e ilişerek, “ Şu gulamcağıza bağışladım.” sözünü söylemiş bulundu. Hacip: “ Efendimiz, bu gulamcağızı alalı daha üç gün olmadı; bu mertebeye erişmesi için 7 yıl hizmet etmesi gerekmez mi, kendisine bu durumda bunların sunulması münasip düşer mi?” dedi. Alp Tegin: “Söz ağzımdan çıkmış ve bu gulamcağız onu işitmiş ve itibar etmiştir. İhsanım ihsandır. Bundan özge işlerde gelenek her ne idiyse sürdürülsün.” dedi. Sonrasında ona ancak 7 yıl hizmet neticesinde hâsıl olabilecek o visak takdim edildi. Alp Tegin kendi kendine; “Ancak yedi yıllık hizmelin getirisi olacak bir rütbenin çiçeği henüz burnunda, toy bir gulamcağıza nasip olmasının hikmeti ne ola? Belki de kişizade ve istikbal vaat eden, ikbal basamaklarını tırmanacak birisidir.” diye düşündükten sonra onu imtihan etmeye koyuldu. Her babtan mevzu bahse konu edip ona: “ Söz konusu ettiğim şeye mukabelede bulun.” derdi. Sebük Tegin her şeyi hatasız bir şekilde tastamam beyan ederdi. Ardından Alp Tegin ona, “Var cevâbı getir.” der; Sebük Tegin de cevabı, götürdüğünden daha yaraşır bir şekilde geri getirirdi. Sınamaları neticesinde onu günbegün daha mükemmel bulan Alpt Tegin’in gönlünde Sebük Tegin’e karşı bir muhabbet oluşunca, ona âbdârlık takdim ederek huzurunda hizmet fırsatı verip 10 yeni gulamı hayline kattı. Sebük Tegin’in günden güne terfi etmesini sağlıyordu. Sebük Tegin 18’ine basınca haylindeki gulamların sayısı 200’e ulaştı. Oturup kalkması, söyleşmesi, kâse ve sofra adabı, av ve şarap meclisi, ok atışı ve gûy vuruşu, halkı ve hayli idare edişi hep Alp Tegin’e benziyordu. Haylindekilerle kardeşler gibi geçinip giderdi. Elinde bir elma olsa onu on kişiyle birlikte yemeyi arzu ederdi. Huyunun hoşluğu ve ahlakının paklığından ötürü herkesin sevgisini kazanmıştı. (Nizamülmülk, Siyasetname, Çev. Mehmet Taha Ayar, İş Bankası Yay., s. 151-153)” Burada bu uzunca anlatıda görüleceği üzere, önemine binaen kitabın genelinde gözden kaçma ihtimaline binaen burada ayrıca tefrika etmeyi istedik, gelenek devam ederken Sebük Tegin talihin yaver gitmesi, kabiliyet ve liyakati ile Alp Tegin’in gölgesinde yetişerek bir büyük devlet kuracak hükümdar haline gelmiştir. Liyakat, maharet ve cesareti, önemli meselelerin üstesinden gelişi, hamiyeti ve hünkâra bağlılığı ve oturup kalkması, söyleşmesi, kâse ve sofra adabı, av ve şarap meclisi, ok atışı ve gûy vuruşu, halkı ve hayli idare edişi gibi özelliklerin gulam hayatında ve İslamiyet’e bu yolla intikal eden Türkler için önemi ve onların liyakat merkezinde bir Müslümanlık ile bu toplumda yer bulmalarını tespit çok önemlidir. Onlar vasıfsız birer tarla hizmetçisi yahut kılıç zoruyla itilip kakılan kişiler olmadıklarından ve bunun çok ötesinde girdikleri yeni dinin kendi muhtevası ve gulam sisteminin kişiyi geliştiren sürecinde yetişerek hayatlarını sürdürdükleri bağlamda İlk Müslüman Türk devletleri çok güçlü yapılar kurulabilmişti. Türkler ve İslamiyet konusuna bu manada baktığımızda bazı hususların yerine oturduğu; bazı Türklerin pazardan saltanata giden yoldaki hayatlarının nasıl geliştiği ve kabiliyet-liyakat merkezinde sistemin nasıl işlediği görülecektir. Abbasi merkezindeki Samerra devrindeki gelişimi de bu siyakta okumak mümkündür. Selçuklu devlet nizamı da bu yolda gulamlarını işte bu temel üzerinden yetiştirerek büyük bir cihan devleti olacaktır. Hülasa Türkler milli kabiliyetleri ve yeni dinin kendi gelenekleri içerisinde şekillenen bir şahsiyetle Müslüman Türkler oldular. İşte Abbasiler döneminde muhtelif şekillerde gerçekleştiğini gördüğümüz İslamiyet’i kabul ve bu toplum için yer alışına Alp Tegin ve Sebük Tegin’in hikâyesi üzerinden görünenler böyledir.

Bu yolla yetişen bu gulamların idare tarzında kutlu bir hal var idi. Zaten kut haslet olan ve bilgelik olan yere gelmiyor muydu? Alp Tegin’in hayatına dair aktarılan şu malumatı da hamaset değirmenlerine su taşımadan, akıl ve gönül ile okumak Türkler, İslamiyet ve devlet konusunu çok iyi bir yerde anlamak bakımından değerlidir: “Bir gün Alp Tegin’in gözü atının terkisine bir tavuk ve bir torba saman bağlamış, yoldan geçmekte olan kendisine ait bir gulama ilişti. Gulamın yanına getirilmesini emretti. Gulamı huzuruna getirdiklerinde; “Bu bir torba samanla şu tavuğu nereden buldun?” dedi. Gulam: “Bir köylüden aldım.” dedi. Alp Tegin: “Her ay yirmisi camegi ve 30 dinar ekmek için olmak üzere 50 dinar aldığın halde satın aldığın şeylerin bedelini niye ödemiyorsun?” diyerek diğer askerlere ibreti âlem olsun ve kimse zorbalık yapamasın diye derhal cellât çağırtıp bu gulamın elindeki torbasıyla oracıkta idam edilmesini, boynuna da el koyduğu tavuğun asılmasını ve dellalın da her kim benzer bir şeye tevessül ederse onunla aynı kaderi paylaşacağını duyurmasını emretti. Bu vakadan sonra cümle askerlerin gözü korktu ve böylece riayetin emniyeti sağlanmış oldu. Her gün köyden ve civar bölgelerden ordugâha nice erzak yağmaya başladı. Alp Tegin şehir ahalisinin kılma zarar gelmesine müsaade etmiyordu. Gazne halkı Alp Tegin’ın sağladığı asayiş ve adaleti görünce, “İster Türk olsun ister Tacik, bize malımızı canımızı, çoluk çocuk ve kadınlarımızı işte böyle kollayacak adalet ve insaf sahibi bir padişah gerektir.” deyip şehrin kapısını açarak Alp Tegin’in huzuruna geldiler. Bu olay üzerine bir kaleye kaçmak zorunda kalan Levîk 20 günün sonunda kaleden çıkarak Alp Tegin’in yanma vararak affmı dileyince Alp Tegin ona hilat vererek Gazne’yi kendine yurt belleyip kimseyi incitmedi. Ardından Hindistan’a taarruza geçti. (Nizamülmülk, Siyasetname, s. 161-162). Kalelerin kapıları Türklere hep asayiş ve adaletin teminatı olmaları sayesinde açılmıştı. Bu, bir bilgelik ve töre hasleti olarak kutlu bir şey idi. Hülasa bu meseleleri övgü ve sövgü cehaletinden uzak ciddi bir düşünce temelinde ele almak zorunludur. Burada gulamlara dair her ayın yirmisinde camegi yani maaş ve ekmek için 30 dinar toplam 50 dinar aldıklarını da öğreniyoruz. Cemagiyye kelimesi buradan ta Memlûk Devletinde askerlere verilen maaşın adı olarak Mısır’da yazılan Arapça kaynaklarda dahi yer alarak geleneğin ve Selçuklu nizamının nasıl süreklilik arz ettiği de burada görülecektir. Türkler İslam sonrasında bilgelik ve töre merkezindeki şahsiyetlerini devam ettirdiler: Köylünün malını kendi gücünden/adamından daha çok önemseyen, riayete emniyet vaad eden, ahalinin kılına zarar verdirmeyen, malı, canı, kadın ve çocukları koruyan, asayiş ve adalet teminatı olan nizam Türkistanlıların nizamıdır. Benden olan gulam değil bir tavuk bile olsa adaletin gereği zorbalığa karşı gereğini yapan bu nizam aleme düzen vaat etme kabiliyetine sahiptir. Hindistan’a da İslam işte bunların eliyle ulaşmıştır. Osmanlı askerinin üzüm dallarına astığı paralar Türkistan’dan gelen bir törenin/şahsiyetin devamıydı. Bütünlük ve süreklilik görülmeden Türklerin tarihini anlamak zordur. Burada Müslüman Türk olgusunun Alp Tegin ve Sebük Tegin ile oluşması ile toplumu, devletin teşekkülü ile İlk Müslüman Türk devletini ve nihayet Gazne benzeri şehirlerin söz konusu olması ile şehir olgusunu medeniyet merkezli okuduğumuzda İslamî Türk medeniyetinin de ilk teşekkül numunelerini bu suretle izlemiş oluyoruz.

Bu katmanları anlamadan ve açıklamadan Türklerin Müslümanlığı hakkında Kuteybe merkezli ucuz yorumlar yapmak mesnetsiz ve kasıtlı görünmektedir. Sebük Tegin’in kaçırılıp esir edilmesi, sonra Buhara pazarında satılması ve gulam olarak aldığı eğitim, azad edilmesi ve sonrasındaki gelişmeler, nihayet Gazneliler hanedanını kurması Türkler ve İslamiyet konusunda dikkatle okunup anlaşılması gereken hususlardandır. Parçaları birleştirip bütünü görmeden çok katmanlı bir meselenin aydınlanması da zor görünmektedir. Samanîler, Türk Hakanlığı/Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular’ın İslam oluşu bağlamında Türkistan bir düşünce zemini haline gelmedikçe yeni din ve ona dair gelişmeleri anlamak zor ve kısıtlı kalacaktır. Bütün bunların ahirinde, işin sonunda ise gaye noktasında el konulan tavuğa karşı ödetilen bedel ve adalet teminatı ile açılan şehir kapıları yoksa bütün bu yaşananlar sadece amaçsız bir hamaset hikâyesi olmanın da ötesine geçemeyecektir. Amaç ve gaye karıştığında araçların tahakkümünde yabancılaşmak kaçınılmaz görünmektedir.

    Prof Dr Altan Çetin

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir