Tahran, Pekin’e kimlik bilgilerini verdi; bu, stratejik sığınma talebine benzer bir hareket. Tahran rejimi bunun kendisine ek 25 yıl daha vereceğini iddia ediyor. İran yeni Çin Seddi ile çevrelendi. Çin ile yapılan anlaşmadaki en önemli hususun, rejimin uzun vadede adımını koruyabilmesi için yapısının doğasını ve kararının hiyerarşisini korumasını gerektirdiğini göz önüne alarak, bu anlaşmanın kendisine ülkenin içerisinde herhangi bir değişiklik yapmaya veya dışarıda tavizler vermeye gerek kalmadan devam etme fırsatı vereceğine inanıyor.
Çin’e sığınma kararı yalnızca İran’ın iki şeye kanaat etmesinin ardından geldi. İlki Washington konusundaki bahsin düşmesi ve Tahran’ın ABD Başkanı Joe Biden yönetimi ile şok olması. İkincisi ise rejimin kurtarılma ve içinde bulunduğu buhrandan çıkarılması gerekliliği. Anlaşma, jeopolitik anlamıyla Tahran’ı Çin Seddi’nin içine aldı ve rejimi ülke içerisinde esebilecek değişim rüzgârlarından korumak için bir duvar ördü.
Rejim, kendisiyle Pekin rejimi arasında pek çok benzerlik görüyor. Zira Pekin sosyalist sloganlar atan tek partili ideolojik bir devlet, ancak yasal ve insani kontrollerden kaçan “korkunç” bir kapitalist ekonominin zirvesini temsil ediyor. Çin, ekonomik açıdan çıkmazda olan ülkelere, özellikle de yönetim biçiminde kendi rejimleriyle ortak yönleri paylaşan ülkelere yatırım yapmaya veya bunları sömürgeleştirmeye çalışıyor ya da buna zemin hazırlıyor.
Tahran’ın pazarlarını ucuz Çin mallarına açma kararı, İran vatandaşının düşük satın alma gücüne uyuyor. Ancak bu durum yerel fabrikaların faaliyetlerinin kesintiye uğramasına yol açacak ve en tehlikelisi de anlaşma sömürgeci içeriğiyle İran’ı en büyük Çin sömürgelerinden birine dönüştürecek. Bu, Rusya ve İngiltere’nin İran’ın coğrafyasına ve zenginliğine el koyduğu ve onları kendi lehine sömürdüğü zorlu bir tarihi süreci İranlıların akıllarına tekrar getirecek.
Rejimin gelecekteki krizi, bu anlaşmanın ülke içinde etkileri olmadan geçemeyeceğidir.
Rejim İran’daki toplumsal gerçekliği ne kadar inkâr etmeye çalışırsa çalışsın, İranlılar Kuzey Koreliler veya Çinlilere benzemez. Sokakları kızıştırabilecek anlaşmanın halk tarafından reddedilme olasılığı birkaç sebebe dayanıyor. Bu sebeplerden en önemlisi anlaşmanın halk yararına değil de rejim yararına yapılması ve rejimin bunu iktidarını daha uzun süre dengede tutmak için kullanacağı bir araç olması. Bu yüzden halktan ve seçkin kesimden anlaşmaya karşı çıkan sesleri susturmak için önümüzdeki dönemde özgürlüklere yönelik baskının artması bekleniyor. İronik olan şey İran halkının dış dünyaya açılma politikası izlenmesi için talepte bulunduğu bir dönemde rejimin, İran’ı dışarıdan izole eden bir duvar inşa etmiş olması.
Bu anlaşma ve Tahran’a sağlayacağı likidite, muhtemelen karar verme mercileri arasındaki rekabet düzeyini yükseltecek ve bu anlaşmanın kendilerine dayandırılmasını ve zafer sicillerine kaydedilmesini isteyen güç merkezleri arasında çatışmalara neden olacak. Aynı zamanda anlaşma tüm cumhurbaşkanı adaylarının seçim kampanyalarının önemli bir parçası olacak. İmza anından şimdiye kadar, rejimin içindeki tamahkar esas yüzler, anlaşmayı tamamlamadaki temel rollerini duyurmaya başladılar. Bunların başında Ali Laricani, Ali Velayeti ve hatta Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif geliyor.
Hiç şüphesiz Çin-İran anlaşması, İran’ın dini liderinin jeostratejik arzularının ve rejimi Batı’nın, özellikle de ABD’nin emellerinden kurtarmak ve politik ve ekonomik diktelerine boyun eğmesine izin vermemek için doğuya yönelme teorisinin pratik bir tercümesidir. Ancak bu, İran’ı Moskova’da başlayıp Orta Asya ve Türkiye’den geçerek Basra Körfezi ülkelerine kadar ulaşan bölgesel fay hattına yerleştirecek. Zira bu ülkeler İran’ın ekonomik “İpek Yolları” kavşağında gelişmiş bir Çin üssü haline gelmesini veya Tahran’ın etraflarını istikrarsızlaştırmaya devam etmek için Çin’i kullanmasını kabul etmeyeceklerdir.
Şüphesiz Çin’in dünyadaki ekonomik yayılmasının doruk noktasını temsil eden Kuşak ve Yol projesine Tahran’ı dahil eden anlaşma, Moskova’nın siyasi ve ekonomik nüfuzunu Orta Avrupa’dan Basra Körfezi sınırlarına kadar yeniden yayma iddiasında bulunduğu Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Avrasya hayati alanı olarak bilinen projesine ciddi bir darbe indiriyor. Bu anlaşma aynı zamanda Orta Asya cumhuriyetlerinde ya da kendisiyle Moskova ve Pekin arasında siyasi, ekonomik ve kültürel bir bağı oluşturan ve Tahran’ın Çin kapısından içine sızmaya çalışacağı “Türk dünyası” olarak bilinen yerde varlığını güçlendirmeye çalışan Ankara’nın da öfkesini artıracak.
Dolayısıyla Tahran kendisini yaklaşan Çin-ABD çatışmasının merkezine yerleştirmiş oldu. İki ülke arasında, sonuçlarının önceden kestirilmesi mümkün olmayan ancak İran ve halkı için tehlikesinin hayal edilebileceği bir çatışmada İran’ın bu çatışmanın sahasına dönüşmesi olası.
Mustafa Fahs şarkulavsat