Şimdi yükleniyor

CEM TABANLI: MUSUL MESELESİ BAĞLAMINDA İNGİLİZ EMPERYALİZMİ VE ORTADOĞU’NUN YENİDEN ŞEKİLLENMESİ

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin hemen ardından, Osmanlı Devleti başlangıçta tarafsızlık politikası izlemiş olsa da, savaşın ilerleyen yıllarında bu pozisyon büyük ölçüde değişmiştir. Osmanlı’nın savaşın başındaki tarafsızlık tutumu, aslında hem iç hem de dış politikada denge arayışının bir yansımasıdır. Ancak, özellikle Almanya ile olan stratejik ilişkiler, Osmanlı’yı sonunda savaşın içine çekmiştir. Alman İmparatorluğu ile olan yakın bağlar ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun etkisi, Osmanlı’yı savaşın başlarında tarafsız kalarak beklemekten daha fazla bir stratejik zorunluluğa itmiştir. 1914’ün sonlarında Almanya ile yapılan gizli anlaşmalar, Osmanlı’yı savaşa dâhil olmaya yöneltmiştir.
Osmanlı Devleti, 1914 yılında savaşa katılmakla birlikte, bu kararın hemen ardından büyük bir askeri strateji değişikliğine gitmiştir. Bununla birlikte, İngiltere’nin Hindistan’dan Basra’ya gönderdiği birliklerin 15 Nisan 1915 tarihinde bu bölgeyi ele geçirmesi, bölgedeki askeri denklemi önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu hareketin ardından Umare şehri de İngilizler tarafından kontrol altına alınmış ve bölgeyi kapsayan Fav-Umare-Nasıriye üçgeninde tam bir hâkimiyet sağlanmıştır. İngiltere’nin bu askeri üstünlüğü, bölgedeki stratejik bakış açılarını derinden etkilemiş ve Osmanlı’nın savunma hatlarını ciddi şekilde zorlamıştır.
1915 yılı sonunda İngilizler, Kut şehrini ele geçirmek üzere harekete geçmiş ancak Osmanlı komutanı Halil Paşa’nın başarılı karşı koyması sonucu bu plan başarısız olmuştur. İngilizler, 29 Nisan 1916’da kuşatma altındaki birliklerini teslim almak zorunda kalmışlardır. Ancak bu yenilgiden sonra İngilizler hızla toparlanarak, 11 Mart 1917’de Bağdat’ı işgal etmişlerdir. Savaşın sonunda, Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918’de ateşkes antlaşmasını imzalaması ve savaşın sona ermesi, bölgedeki askeri güç dengesini tamamen değiştirmiştir.
Musul, I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, sadece coğrafi değil, ekonomik açıdan da büyük bir stratejik öneme sahip olmuştur. İngiltere’nin Musul’u işgal etmesinin başlıca nedenlerinden biri, bölgedeki zengin petrol yataklarıdır. 20. yüzyılın başlarında, petrol, küresel ölçekte bir enerji kaynağı olarak büyük bir stratejik değer taşımaktadır. Bu nedenle, İngiltere için Musul, yalnızca Ortadoğu’daki üstünlüğünü pekiştirmek için değil, aynı zamanda küresel enerji kaynakları üzerinde hakimiyet sağlamak amacıyla önemli bir hedef haline gelmiştir. Musul’un hem coğrafi olarak hem de ekonomik olarak önemli olması, İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarını doğrudan etkileyen bir unsur olmuştur.
Ayrıca, İngiltere’nin Musul’u işgalinin arkasında yatan bir diğer önemli neden, Ortadoğu’nun diğer kritik bölgeleri ile olan bağlantılarıdır. Musul, Anadolu, İran, Suriye ve Irak’ı birbirine bağlayan önemli bir kavşak noktasında yer almaktadır. Bu nedenle İngiltere, bu bölgeyi işgal ederek, Ortadoğu’daki diğer stratejik noktalara olan hâkimiyetini pekiştirmek istemiştir. Musul, özellikle Basra Körfezi’ne açılan bir kapı olması açısından da büyük bir jeopolitik öneme sahiptir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Devleti’ne karşı çıkan bir diğer önemli hareket, Arap milliyetçiliğinin yükselmesi olmuştur. 1916’da Şerif Hüseyin, Arap dünyasında bağımsız bir krallık kurmak amacıyla İngilizler ile gizli bir anlaşma yapmış ve bu anlaşma doğrultusunda, Osmanlı’ya karşı İngiltere’nin yanında savaşa katılmaya karar vermiştir. Ancak bu isyanın, Araplar arasında büyük bir destek bulamaması, şiddetli bir iç çatışmayı da beraberinde getirmiştir. Şerif Hüseyin’in liderliğindeki bu hareket, özellikle Medine’deki Osmanlı kuvvetlerine karşı önemli direnişler göstermiş olsa da, sonuçta isyan başarılı olamamıştır.
İngiltere, Arapların isyanını destekleyerek, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki etkisini kırmayı amaçlamıştır. Ancak, Hüseyin’in liderliği altında başlatılan bu isyan, Arapların çoğunluğunun desteğini kazanamayarak sınırlı bir başarıya ulaşmıştır. Şerif Hüseyin, İngilizlerin verdiği destekle daha fazla bağımlı hale gelmiş ve Filistin’e İngiliz kuvvetlerinin girmesinin ardından onların kontrolüne geçmiş, bu durum Arap milliyetçiliği hareketinin gelecekteki gidişatını etkilemiştir.
Fransa ve İngiltere arasında 1916’da imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, Ortadoğu’daki sömürgeci paylaşımları düzenleyen en önemli belgelerden biri olmuştur. Bu antlaşmaya göre, Musul, Fransızlara verilmiş olmasına rağmen, İngiltere, Fransızlarla yapılan bu anlaşmayı ihlal ederek Musul’u işgal etmiştir. Fransızlar, İngiltere’nin bu hareketini kabul ederek, karşılığında Musul üzerindeki haklarından vazgeçmiş ve bu bölgenin İngiltere tarafından yönetilmesini kabul etmiştir. Musul’un İngiltere’ye bağlanması, sadece bölgesel anlamda değil, aynı zamanda küresel petrol stratejileri açısından da büyük bir adım olmuştur.
Lozan Konferansı sırasında Musul’un statüsü büyük bir tartışma konusu haline gelmiştir. Türkiye, Musul’un Osmanlı topraklarında kalması gerektiğini savunmuş, ancak İngiltere’nin bölgedeki stratejik çıkarları doğrultusunda yapılan baskılar ve bölgesel dinamikler, Musul’un Irak’a bağlı bir vilayet olarak kabul edilmesine yol açmıştır. 1926’da yapılan anlaşmalarla, Musul’un Irak Krallığı’na bağlı olduğu resmileştirilmiş ve Türkiye, diplomatik yollarla Musul’u kaybetmiştir. Musul meselesi, Lozan Konferansı’nın en önemli ve karmaşık sorunlarından biri haline gelmiş ve hem Türkiye hem de İngiltere için ciddi diplomatik ve askeri sonuçlar doğurmuştur.
Sonuç olarak, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından İngiltere, Ortadoğu’da sadece askeri değil, aynı zamanda diplomatik anlamda da güçlü bir strateji izlemiştir. Musul’un işgali, İngiltere’nin bölgedeki enerji kaynaklarına hâkim olma çabasının bir parçası olmuştur. İngiltere’nin, hem yerel işbirlikçileriyle hem de uluslararası düzeydeki müttefikleriyle kurduğu ilişkiler, Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirmiştir. Bu stratejiler, yalnızca askeri operasyonlar değil, aynı zamanda petrol gibi ekonomik kaynakların kontrolünü de içermektedir. Musul’un İngiltere tarafından ele geçirilmesi, sadece bölgedeki askeri üstünlük değil, aynı zamanda küresel enerji dengeleri açısından da önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Bölgedeki yerel halkların etnik ve mezhebi kimliklerinin keskinleşmesine yol açan bu müdahaleler, Ortadoğu’nun sosyal yapısını ve siyasi geleceğini derinden etkilemiş, İngiltere’nin bölgedeki uzun vadeli etkisini sürdürmesine olanak tanımıştır. İngiltere’nin Musul üzerindeki egemenliği, 1932’de Irak’ın bağımsızlığını kazanmasına kadar devam etmiş, ardından bu bölge üzerindeki İngiliz etkisi, bölgedeki stratejik hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik önemli bir araç olarak kullanılmıştır.
N. CEM TABANLI

Share this content:

Yorum gönder