KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Altan Çetin: Türkler, İslamiyet ve Medeniyet

Altan Çetin: Türkler, İslamiyet ve Medeniyet

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
336 0

Türklerin İslam’a girişleri, öncelikle ok-yay medeniyet teorisinde değerlendirdiğimiz olgular yani toplum/millet, devlet ve şehir üzerinden düşünülmelidir. Türklerin İslamiyetle karşılaşması ve bir dini benimsemesi meselesi son derece uzun ve karmaşık bir gelişmeyi anlatır.

Öncelikle Türklerin İslamiyet’i tanıdıkları, karşılaştıkları, mücadele edip savaştıkları devirlerde Türklerin Göktürk çağı ve sonrası çalkantılar, bölünmüşlükler içinde olduklarını bilmek gerekir. Böylece kökene dair bir çerçevede oluşmaya başlar. Bu süreçte Uygurlar doğuda Maniheizm, batıda Hazarlar Musevilik gibi dinleri yaşarken kitlenin büyük bir kısmı Gök Tanrı dini denilen inancı yaşamaktaydılar. İslam ile karşılaşma devresi içinde dikilen Orhun Abidelerindeki inanç yapısına dair kayıtlar da tamamen bu görüşü destekler niteliktedir.

Bunun ötesinde bu siyasi dağınıklık, yer sıkıntısı, kuraklık vs gibi siyasi, sosyal, ekonomik etkenler bir göç olgusuna yol açar ki köken atamız Oğuzlar ve başka Türk topluluklar batıya Hazar, Harezm, Maveraünnehir bölgesine doğru hareketlenir. Göç olgusu İslamlaşma ile birlikte düşünülmesi gereken diğer bir olgudur. Türklerin bu manada Müslüman bir topluma dönüşmesi 642 sonrası iki üç asır devam edecek bir tedrici dönüşümü ve süreci temsil edecektir. Bu akışta Müslüman Türk kavramı yahut Türkmen olgusu merkezinde oluşan bir kimlik teşekkül eder. Böylece bir medeniyet zemini olacak insan unsuru zuhur eder.

Özellikle 10. ve 11. Asırlardan bu toplum yapısı kendi siyasi teşekküllerine kavuşarak Karahanlılar ve Gazneliler gibi devletler yanında Karadeniz’in kuzeyinde İdil Bulgarları ve Mısır’da daha öncelerinde Tolunoğulları ve İhşidiler gibi daha ziyade yöneticileri Türk olan devletler ortaya çıkar. Böylece Müslüman Türkler nizam içerisinde devlet kurarak medeniyetin diğer bir ayağını da gerçekleştirmiş olmaktadırlar. Selçukluların ortaya çıkıp kurulması ise İslam dünyasında Türk kavramının bir cihan devleti düzeyinde temsili ötesinde Türkün töresi İslam gayreti ile birleşerek İslam (Emevi, Abbasi Selçuklu, Osmanlı) ve Türk tarihinin (Hun, Göktürk, Selçuklu, Osmanlı) üçüncü büyük cihan devleti kurulmuş olacaktır.

Böylece medeniyet iki temel ayağına kavuşurken bunlara ilave olarak var olan şehirlerde ortaya çıkan Türk idaresi ve yeni kurulan şehirler üzerinden medeniyet yapısı tamamlanarak teşekkül edecektir. İşte bir Türk-İslam medeniyeti söz konusu ise bu yapılar üzerinden Türklerin kültürleri üzerinde var ettikleri medeniyetin incelenmesiyle anlaşılabilecektir. Tarihimiz medeniyet açısını kaybettiği her noktada fetrete düşmektedir.

Aklıselim, kalbi selim ve zevki selim ile kendi iç örgüsünü kuran bir anlayış ilim, sanat, eğitim gibi alanlarda İslam tarihi ve insanlık seviyesinde klasikler var ederek varlığını tarihe mal etmiştir. Dinin değerleri kültürün içinde terkibini bularak bahsedilen medeniyetin muhtevasını yoğuracaktır. Bu bakımdan Türklerin İslam’a girişini kılıç zorunda aramak beyhudeliği yerine makul bir medeniyet oluşumu çerçevesinde anlamaya ve açıklamaya çalışmak gerekmektedir. Zira Türkler Emevilerin, Ömer b. Abdulaziz gibi istisnalar hariç, kılıç zoruna karşı çıkarak mücadele etmiştir. Göktürk bakiyesi tüm unsurlar Talas savaşına kadar inişli çıkışlı bir mücadele ile karşı durmuşlardır.

Abbasiler ve sonrası devir ise İslamlaşmayı canlandırmış ve Türkler kabul ettikleri din içerisinde medeniyet tesis ederek Osmanlılara kadar varacak süreçte var olmuşlardır. Bu süreçte nizam âleme düzen vermek olan gayeleri ile Türkler Kutadgu Bilig’de gördüğümüz kavram dünyası ile kendi düzen mantıklarını ortaya koyarlar. Farabi’de gördüğümüz erdemli şehir mantığı işte adeta bu tarihi gaye sebebi gibidir. Böylece biz Türklerin İslamlaşmasının tarih metafiziğini de genel hatlarıyla ortaya koymuş oluyoruz. Kökenleri, süreci ve gayesi ile bir gelişmeyi ve değişmeyi takip etmek bu suretle mümkün olmaktadır.

Türklerin İslamiyet’e girişi meselesini anlamak için coğrafi olarak bakılması icap eden yer şüphesiz Maveraünnehir ve Horasan’dır. Ceyhun/Amuderya’nın Göktürk çağında İran Turan sınırı olduğunu hatırlarsak İran fethi ile Sasanileri yıkan İslam orduları Göktürk çağı ve sonrası bir devrede Maveraünnehir ve ötesinde Türklerle karşılamışlardır. Bu bakımdan İslamlaşma coğrafyası olarak bu çerçeveyi de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Zira medeniyet teorimizde kirişin temsil ettiği coğrafya/mekân bir tarihi sürecin esas unsurlarındandır.

Son olarak Türklerin İslamlaşma sürecini bazı devrelere ayırarak daha anlaşılır kılabiliriz. Bunlar Müslüman Arap fatihlerin Maveraünnehir sınırlarına dayanmasından Talas savaşına kadar süren mücadele devresidir. Bundan sonra ise Abbasilerle birlikte ilişkilerin gelişip Türklerin devlet içerisinde askeriye merkezli gelişip farklı alanlara genişleyen varlıkları ile ortaya çıkan hizmet devresi olarak adlandırılan dönem başlar. İşte Tolunoğulları ve İhşidiler bu devrede Mısır-Suriye’de kurulan Türk devletleri olacaktır. Bu devre sonrasında ise Selçukluların kurulmasında sonra başlayan ve Osmanlılarla devam ettiği görülen hâkimiyet devri başlar ki Yavuz Sultan Selim aklı ile bakarsa bu bir hâdimiyet devresidir.

Türkler bu yolla milli kimlikleri içine aldıkları İslamiyet’in sadece mensubu olmakla kalmamış bu din çerçevesinde teşekkül eden havzaların pek çoğunun gelişip korunmasında doğrudan yer almışlardır. Selçuklu devri nizamı ve sonrası gelişmeleri olmasa mesela Haçlılara karşı böyle durmak zor olurdu. Türkler milli vasıfları olarak ötekiyle kurdukları organik ilişki sayesinde İslam öncesinde olduğu gibi sonrasında da büyük cihan devletleri kurarak pek çok kavim, kültü ve dini adalet dairesi çerçevesinde yaşatma kültürünün en şerefli temsilcileri de oldular.

Türklerin İslamlaşma süreci, görüleceği üzere, medeniyet, tarih metafiziği, coğrafya ve tarihi süreçler üzerinden ele alınarak ve bunun serencamındaki siyasi, sosyal, kültürel, ekonomi ve sanata dair tezahürler bütünü içinde düşünüldüğünde anlaşılmaya başlayacaktır. Böylece Türklerin Müslüman olmasının tarih metafiziği de köken, süreç ve gaye bağlamında tespit edilebilmektedir. Bu kolay bir iş değildir.

Lakin inanç gibi bir büyük varlığımızı anlamak ve milli hayatımıza girip gelişmesini düşünmek şüphesiz hayat kaidemiz açısından beka düzeyindedir. Hz. Muhammed’in mukaddes çerağından can ocağını yakıp aşk ile âleme yayılan Horasan erenleri Ahmet Yesevi gibi ata babalar üzerinde âlemde hoş sada bırakmışlardır ve günümüzde de aynı mesuliyet mensuplarının durumu müdrik olmasını beklemeye devam etmektedir. Medeniyetçi milliyetçilik olarak Türkistanlılık kavramı içerisinde ifade edilen bakış açısı da tam bunun yolunda bir mefkûreci fikir halidir. Halimizden anlayan haldaş olana selam olsun…
Altan Çetin

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir