Tunceli merkezde görev yaptığım yıllarda ilk kez Kripto Ermeni gerçeğiyle tanıştım. Ortaokulda Türkçe derslerine girdiğim Tunceli merkeze yakın bir köyden okula gidip gelen öğrencim, asıl adının Ohannes olduğunu ama nüfus kayıtlarındaki isminin Orhan olduğunu söylemişti. Kıt tarih bilgimle Tunceli’deki Ermenilerin nereden geldiğini anlayamamıştım. Daha sonra yöre tarihi ve kültürü ile ilgili okuduğum kitaplarda ‘Baht Hakkı’ na rastladım. Herhangi bir mülteciye sığınma ve yer vermek; konak sahibi için borçtan çok bir hak sayılır Buna Dersim Zaza lehçesinde bext (baht) demektedir Bu hakkı yerine getirmeyen bebext (güvenilmez) bilinir Bu nedenle bext meselesi en önemli şeref meselesidir 1915 yılında tehcir edilen Ermeniler’den 36 bin kadarı Dersimliler tarafından koruma altına alınıp Ruslara teslim edilmişlerdir Anladığım kadarıyla Türkçe derslerine girdiğim küçük Orhan, Dersim aşiretlerince, bu hakkın verildiği Ermenilerin bakiyesiydi. (Bkz. http://www.shazinem.net/kitap-ozetleri/301709-kurdistan-tarihinde-dersim-nuri-dersimi-kitap-ozeti.html#ixzz4TGSEOsg1 )
Tunceli (Dersim) Ermenilerle bağlarını hep korudu. Ermeni komitacıların unutulmaması için 26 Nisan 2016’da Tunceli’nin Nazımiye İlçesi’ne bağlı Aşağıdoluca Köyü’nün Pembelik Baraj Gölü’nün kıyısında Ermeni kahramanların anısına dikilen anıtın açılışı bunu göstermiyor mu? Yunanistan’dan, Fransa’dan Ermeni diasporasının temsilcilerinin de katıldığı bildirilen anıtta şunlar yazılı: “Ermeni soykırımını lanetliyoruz. Armenak Bakırcıyan’ı anıyoruz ve Hrant’ı anıyoruz. 100’üncü yılında Ermeni soykırımı devam ediyor.” Anıtta Ermenistan milli kahramanı Monte Melkonyan’ın isminin yanı sıra Armenak Bakırcıyan, Nubar Yanıkyan, Kevork Çavuş, Antranik Uzunyan’ın da isimleri var. (Bkz. http://www.ermenihaber.am/tr/news/2016/11/29/T%C3%BCrkiye-Ermeni-Monte-Melkonyan-an%C4%B1t/94967 ) Daha sonra Sözcü” gazetesinin Ankara temsilcisi Saygı Öztürk’ün anıt ile ilgili yazısı üzerine harekete geçen, Tunceli Valiliği, üzerinde Ermeni milli kahramanı Monte Melkonyan’ın isminin de bulunduğu anıtı yıktırma kararı aldı. (Bkz. http://www.ermenihaber.am/tr/news/2016/11/30/Tunceli-Valili%C4%9Fi-Ermeni-an%C4%B1t/95023 )
Nuri Dersimî’nin ‘Kürdistan Tarihinde Dersim’ kitabında başka bilgilerde vardı. Örneğin Seyyid Rıza’nın liderlik ettiği son Dersim isyanında Fransızların katkıları bizzat bu irtibatı sağlayan Nuri Dersimi’nin ağzından anlatılıyordu. Tarihe birinci dereceden tanıklık eden şahsın kendi kaleminden tarihi itirafları okumak beni şaşırttı. Anlaşılan Fransızlar, Türkiye’nin Hatay politikasından rahatsızlıklarını Dersim üzerinden cevaplamaya çalışıyordu. Yıllar sonra Fransa’nın başkenti Paris’te terör örgütü PKK ile bağlantısı olduğu bilinen 3 kadının öldürüldüğü olayın tek sanığı Ömer Güney’in Paris’te tedavi gördüğü hastanede öldüğü haberi ile Dersim isyanları arasında yeniden bir bağ kurdum.
Paris’te terör örgütü PKK’ya yakınlığı ile bilinen Kürt Enformasyon Bürosu’nda 9 Ocak 2013 tarihinde, Tuncelili Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez silahlı saldırıda öldürülmüştü. İskenderun doğumlu, Fransız vatandaşı Sarkis Hatspanian, Paris’te öldürülen PKK kurucusu Sakine Cansız’ın Ermeni kökenli olduğunu açıklamış, Hrant Dink’in okul arkadaşı Hatspanian, Türkçe ve Kürtçe yayın yapan ‘’Gelawej’’ adlı internet sitesinde, Cansız’ın bir Ermeni köyü olan Tunceli’nin Kirakos (Batman) köyünde doğduğunu yazmıştı. (Bkz. http://www.internethaber.com/sakine-cansiz-ermeni-miydi-496430h.htm )
Saldırının tek sanığı olarak tutuklanan 30 yaşındaki Ömer Güney hakkında “terör örgütü ile bağlantılı olarak cinayet işlemek suçundan” dava açılmasına karar verilmişti. Paris Savcılığı iki yıllık soruşturma sonrası hazırladığı suç duyurusunda, esas şüpheli olarak gördüğü Ömer Güney’in Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını istemişti. Ömer Güney’in duruşmasının gelecek yıl 23 Ocak ve 24 Şubat tarihleri arasında Paris’te yapılması bekleniyordu. Ancak bir süredir beyninde yaşadığı rahatsızlık yüzünden ağır hasta olan Güney’in başkentte Pitie-Salpetriere hastanesinde cumartesi sabahı öldüğü kaydedildi. Öldü veya öldürüldü. Yani hiçbir zaman konuşamayacak hale getirildi, ebediyen susturuldu. (Bkz. http://www.ensonhaber.com/paris-cinayetleri-zanlisi-omer-guney-cezaevinde-oldu-2016-12-18.html ) Ömer Güney’in MİT elamanı olduğu iddia edildi. Ancak Alman istihbaratının da işin içinde olduğu anlaşıldı. Der Spiegel, güvenlik çevrelerine dayandırılarak, Almanya’nın iç istihbarat servisi Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın, Paris’teki cinayetlerle bağlantısı olabileceği şüphesini taşıdığını vurguladı. (Bkz. http://www.internethaber.com/alman-dergisinden-muthis-mit-iddiasi-640696h.htm )
Tunceli’de ilk duyduğum halen şüpheyle baktığım konulardan biri de, Elazığ’a gelen Atatürk’ün Tunceli Elâzığ arasındaki bir köprübaşında, Dersimli asiler tarafından saldırıya uğradığı ve ağır yaralandığı iddiasıydı. İddiaya göre Atatürk, 10 Kasım 1938’de iyileşmeyen yaraları nedeniyle ölmüştü. Bu iddiaya temel teşkil edebilecek bilgiler daha yeni yani ortaya çıkıyor. Dersim olayları sırasında Dersim’den sorumlu Korgeneral Abdullah Alpdoğan’ın istihbarat subayı Ragıp Gümüşpala’nın emrinde 7 yıl çalışmış, 4. Umum Müfettişliğinde görev yapan 103 yaşındaki Mehmet Ali Doğaner’in tarihe tanıklığı önemli. Anlattıklarına bakılırsa Seyit Rıza’nın idamında bir gün önce Elazığ’a gelen Atatürk, “Yargılama bitmedi mi?” diye sorusuna bitmediği yanıtını alınca Diyarbakır’a geçer, yargılama bir gün içinde tamamlanıp Seyit Rıza idam edilir.
Atatürk Seyit Rıza’nın idamından bir gün sonra tekrar Elazığ’a gelir, tren garında alkışlarla karşılanır. Bir süre tedirgin yürüyen Atatürk’ün daha sonra arabasına binerek ağırlanacağı konağa geçer. Dersim olayları sırasında bölge ajan kaynamaktadır. Fransızlar bölgedeki aşiretleri tahrik etmektedir. Rus ajanı dahi yakalanıp infaz edilmiştir. Hatta Türk görevlileri bir Rus yüzbaşısını ise ellerinden kaçırmışlardır. Olaylardan önce Korgeneral Alpdoğan’ın uzlaşma sağlamak için 15 Dersim aşiret reisini çağırarak 1 ay süren görüşmeler yapmış, aşiretler özerklik talep etmiştir. Seyit Rıza’nın Erzincan’da yargılanıp idam edileceği Elazığ’a getirilirken, tepki ve ayaklanmadan korkan dönemin yönetimi “Ankara’ya götürülüyor” şaşırtmacası uygular.
Erzincan’dan bir kamyonun arkasında “Ankara’ya götürülüyor” diyerek yola çıkarılan Seyit Rıza, gizlice Elazığ’a getirilir. Belgelere göre, Seyit Rıza’nın Elazığ’da yargılanıp idam edilmesine ilişkin her adım gün gün Ankara’ya rapor edilmektedir. Seyit Rıza 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan gece idam edilir. Resmi kayıtlara göre Atatürk; 13 Kasım 1937’de Sivas, 14 Kasım’da Malatya’daydı. 15 Kasım akşamı saat 18.00’de Diyarbakır’da karşılandı. 16 Kasım akşamı Elazığ’a doğru yola çıkmıştır. 18 Kasım’da Elazığ’dan ayrılır. Atatürk’ün 14 Kasım’da Malatya’dan ayrıldıktan sonra, 15 Kasım akşamı Diyarbakır’a varana kadarki sürede Elazığ’a uğradığı öne sürülür. Mehmet Topal’ın ‘Atatürk Elazığ’da adlı kitabında, Atatürk’ün 14 Kasım’da Elazığ’ın Yolaçtı kasabasına geldiği yazılır. Dönemin yerel gazetesi ‘Uluova’da şöyle yazar: “14 Kasım günü Yolaçtı’ya gelen ve büyük törenle karşılanan Atatürk…” İhsan Sabri Çağlayangil, anılarında, Seyit Rıza’yı mahkeme salonundan idam yerine otomobille götürdüklerini anlatır. Oysaki aradaki mesafe 10 adım bile değildir ve Seyit Rıza ilk idam edilecek kişiyken, en sona bırakılır. Arada geçen 1 saatlik sürede, Atatürk’ün Seyit Rıza’yla görüştüğü öne sürülür. (Bkz. İdam öncesi Atatürk de Elazığ’daydı/ 17/05/2012 / http://www.radikal.com.tr/turkiye/idam-oncesi-ataturk-de-elazigdaydi-1088253/ )
Ermeni Haber Ajansı; Atatürk’ün idamdan önce Seyyid Rıza ile görüştüğü iddiasını gündeme taşıyor. “Dersim isyanları sırasında eski adı ‘MAH’ olan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bir mensubunca merkeze geçilen rapor, 15 Kasım gecesi Atatürk’ün ‘şakilerin lideri’ Seyit Rıza ile idam öncesi görüştüğünü belgeliyor. Raporda görüşme hakkında şu bilgiler aktarılır: “Gece 12.20’de Seyit Rıza ve suç ortakları mahkemeye getirildi. Mahkeme verdiği kararı okumaya başladı ve 14 kişi beraatine ettirilirken Seyit Rıza dahil 7 kişi ölüme, diğerleri de çeşitli cezalarına çarptırıldı. Mahkeme takriben 1,5 saat sürdü. Aralarından Seyit Rıza alındı. Emniyet Genel Müdürü ile İhsan Sabri beyin jeepine bindirildi. Peşlerindeki 4 araç ile birlikte jeep hareket etti. Elazığ Merkez Tren İstasyonu’na gelindiğinde herkes araçlarından inmeye başladı. İstasyonda MAH görevlileri dışında hiç kimse yoktu. Gizliliğe azami şekilde uyularak yapıldığından bu durumu bilmeyenler için her şey olağan gözüküyordu. Reisicumhurumuz’un beyaz treni kör makasta bekliyordu. 8-10 dakika bekledikten sonra trene Seyit Rıza ile birlikte girdik.
Reisicumhur’un yanında Alpdoğan paşa, Kazım Orbay ve Reisicumhur’un yaveri vardı. Masada yemek yeniyor ve içki içiliyordu. Reisicumhur, Seyit Rıza’ya kafasını kaldırarak, tepeden aşağı süzerek oturmasını söyledi. Seyit Rıza da oturmayı reddetti. Reisicumhur, Seyit Rıza’ya mahkemenin idam kararı verdiğini, bunun bu gece infaz edileceğini hatırlattı ve eğer pişman olduğunu söyleyip af dilerse idamların olmayacağını affedeceğini söyledi. Seyit Rıza da af dileyecek, pişman olacak bir şey yapmadığını, yaptıkları şeylerin kendi canlarını, mallarını, yerlerini, yurtlarını korumak için yaptıklarını söyledi. Reisicumhur, sinirlenerek ayağa kalktı, eliyle Seyit Rıza’yı göstererek ‘götürün gereğini yapın’ emrini verdi. Seyit Rıza’nın koluna girip dışarı çıkarken birden durdu. Reisicumhur’a dönerek “Ben sizin hilelerinizi anlayamadım, onlarla baş edemedim, bu yüzden görüşmek için geldim. Ölüme gidiyorum. Bu bana dert olsun, ama ben de size boyun eğmedim bu da size dert olsun” dedi.”
Dönemin gazetelerinde Seyit Rıza için “Ermeni” olduğu iması yer alıyordu. Taha Baran’ın “1937-1938 Yılları Arasında Basında Dersim” kitabında da yer verdiği gibi, Haber Gazetesi’nde 8 Kasım 1937’de yer alan haberde “Seyit Rıza’nın İstavrozu Ankara’da!” deniliyordu. Başlıkta Seyit Rıza’nın “Hıristiyan” olduğu ima ediliyor içindeyse çadırda haç bulunduğu öne sürülüyordu: “…hayali en geniş olanlar bile şu din hokkabazı Seyit Rıza’nın çadırından Ermenice kitap, Almanca lügat, çeşit çeşit, boy boy istavroz, üzerinde Ermenice yazılar olan haçlar, içinde İsa’nın başparmağının kemiği olacağını düşünemez.” (Bkz. 16 Aralık 2016 / ttp://www.ermenihaber.am/tr/news/2016/12/16/Ermeni-Seyit-R%C4%B1za-Atat%C3%BCrk/96099 ) Cumhuriyet rejimi, isyancıların liderini Ermeni kökenli söylemekle, halkın ilgi duymasını engellemeyi amaçlar. Oysa Seyyid Rıza Ermeni değildir. O tarihlerde Malatya Emniyet Müdürü olan İhsan Sabri Çağlayangil’in anılarında, “Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Etrafta hiç kimse yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa bağırdı: ‘Evladı Kerbalayık. Bihatayık. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü, Çingene’yi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağıyla tekme vurdu ve kendini astı. Gömüleceği yer türbe olmasın diye cenazesi de yakıldı,” bilgisini aktarır.
Atatürk’ün Seyyid Rıza’yla görüşerek af kapısını açık tutması, günümüze yönelik önemli bir göndermedir. Yakın zamanda HDP milletvekillerinin ve eş başkanlarının koruma maksatlı gözetim altına alınmalarını da öyle değerlendirmek gerekebilir. (Bkz. Hasan Oktay/ http://www.kafkassam.com/kayseride-hedef-nedir.html ) Sonuçta Fransız istihbaratı, Paris’te terör örgütü PKK’ya yakınlığı ile bilinen Kürt Enformasyon Bürosu’nda 9 Ocak 2013 tarihinde, Tuncelili Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i infaz eden Ömer Güney’in öldürmüştür. Atatürk ise Seyyid Rıza’ı idamdan kurtarmak istemiş ama Fransız istihbaratına çalışan yakın adamlarının ihaneti yüzünden Seyyid Rıza idamı tercih etmiştir. Seyyid Rıza’yı Fransızların Türkiye’yi bölme politikaları öldürmüştür. Tıpkı Amerika ve Avrupa Birliği’nin PKK terörü üzerinden Kürtleri öldürmeye devam ettiği gibi!
Ömür Çelikdönmez
Twitter:@oc32oc39
omurcelikdonmez@hotmail.com
bence olayin kisa ozeti pkk nin efendielri once kendileri infazlari gerceklestirdiler daha sonrada bunu ortaya cikarabilecek kisileri ortadan kaldiriyorlar