Şimdi yükleniyor

N. CEM TABANLI: DENİZLERE HAKİM OLAN, CİHANA HAKİM OLUR

Osmanlı Devleti, II. Abdülhamid döneminde modern askeri teknolojilere ilgi göstermiş ve bu bağlamda denizaltı teknolojisine yönelik önemli adımlar atmıştır. 1886 yılında İngiliz ve Norveçli mühendislerin katkısıyla inşa edilen ve Osmanlı donanmasına Abdülhamid ile Abdülmecid adlarıyla kazandırılan denizaltılar, dönemin şartları göz önünde bulundurulduğunda ileri düzey teknolojik kapasiteye sahipti. Bu denizaltılar, su altından torpido atışı yapabilen ilk denizaltı gemileri arasında yer almaktadır. Ancak bu yabancı mühendislik desteği, Osmanlı’nın bu teknolojiye uzun vadeli olarak hâkim olması için değil, daha çok sistemin prototip düzeyinde denenmesi amacıyla sağlanmıştır.

Söz konusu denizaltılar, teknik açıdan dönemin birçok büyük donanmasından daha ileri özellikler taşımasına rağmen, II. Abdülhamid’in çevresindeki siyasi kadrolar tarafından potansiyel bir iç tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır. Özellikle İngiltere’ye olan siyasi yakınlığıyla bilinen Sadrazam Kamil Paşa ve ekibi, bu teknolojinin merkezî otorite için tehlike oluşturabileceğini ileri sürerek donanmanın modernizasyonuna karşı tavır almışlardır. Bu çerçevede, donanmanın özellikle stratejik üstünlük sağlayabilecek unsurları, siyasi gerekçelerle devre dışı bırakılmış ve Osmanlı Devleti’nin ileri denizcilik teknolojisine sahip olma fırsatı heba edilmiştir. Bu süreç, imparatorluğun deniz gücündeki gerilemesinin hızlanmasına katkı sağlamıştır.

Denizaltı teknolojisi ve genel anlamda deniz kuvvetleri, modern askeri stratejide merkezi bir öneme sahiptir. Barbaros Hayreddin Paşa’nın “Denizlere hâkim olan, cihana hâkim olur” sözü, deniz gücünün yalnızca Osmanlı için değil, tüm imparatorluklar için belirleyici bir stratejik unsur olduğunu ortaya koyar. Bu bağlamda, Türk Deniz Kuvvetleri’nin tarihsel süreçte kazandığı güç ve prestij, çeşitli dönemlerde hem iç politik müdahalelerin hem de dış baskıların hedefi olmuştur. Özellikle 2000’li yıllarda deniz kuvvetlerine mensup birçok subaya yönelik olarak yürütülen soruşturmalar ve kumpas davaları, deniz kuvvetlerinin kurumsal yapısını zayıflatmayı hedefleyen girişimler olarak değerlendirilmektedir. Bu tür müdahaleler, deniz kuvvetlerinin güç kazanmasıyla paralel biçimde artış göstermiştir.

Günümüzde ise Türk Deniz Kuvvetleri’nin mevcut denizaltı filosu, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik ve jeoekonomik çıkarlarını koruma kapasitesinin stratejik bir parçası haline gelmiştir. 2005 yılında gerçekleştirilen İsveç-ABD ortak askeri tatbikatında, İsveç’e ait dizel-elektrikli bir denizaltının, Amerikan uçak gemisi grubuna refakat eden unsurlara yakalanmadan uçak gemisini batırabildiği simülasyonu, bu tip denizaltıların sağladığı operasyonel avantajları çarpıcı biçimde gözler önüne sermiştir. Sessiz hareket kabiliyeti ve düşük akustik iziyle öne çıkan dizel-elektrikli denizaltılar, özellikle dar ve sığ sularda üstünlük sağlayan platformlardır. Türk Deniz Kuvvetleri envanterinde bulunan Reis sınıfı yeni nesil denizaltılar da dahil olmak üzere, bu sınıftaki platformlar, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki caydırıcılığını artıran önemli unsurlar arasında yer almaktadır.

İngiltere’nin gücünü anlatmak için bir diğer örnek ise Çanakkale Savaşları’dır. I.Dünya Savaşı’ndaki kara ve deniz savaşlarının yaşandığı Çanakkale cephesinden alınan sonuç savaşın nihai sonucu etkilemeyen bir savunma savaşıydı. Ancak bu savaşın İngiltere’ye karşı kazanılmış olmasından dolayı İngilizler tarafından gündemde tutulmaktadır. 2015 yılında 100.yılı olması sebebiyle düzenlenen anma programına dönemin İngiltere Veliaht Prensi Charles da katılmıştı. Buna karşın Başkomutanlık Meydan Muharebesi ise Türklerin II.Viyana Kuşatması’ndan itibaren devam eden geri çekilmelerini sonlandıran bir gelişme olmasına ve Kurtuluş Savaşı’nın nihai sonucunu belirleyen savaş olmasına rağmen Yunanistan’a karşı kazanıldığından dolayı uluslararası düzeyde gerekli ilgiyi görmemiştir. Bunda İngiltere’nin gücünün etkisi vardır.

Sonuç olarak, tarih çoğu zaman benzer olayların tekrarlandığı bir süreçtir. Türk deniz gücünün zayıflatılmasına yönelik müdahaleler, Osmanlı’dan günümüze kadar süreklilik gösteren bir olgudur. Bu nedenle denizcilik teknolojisinin korunması, geliştirilmesi ve siyasi müdahalelerden bağımsız bir şekilde değerlendirilmesi, ulusal güvenlik stratejisi açısından hayati önemdedir. Deniz kuvvetlerinin kurumsal bütünlüğünün ve teknolojik altyapısının korunması, sadece mevcut tehditlere karşı değil, gelecekteki belirsizliklere karşı da Türkiye’nin en güçlü savunma kalkanlarından biri olacaktır.

N. CEM TABANLI

Share this content:

Yorum gönder