KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Ankara için hangisi ehven?

Ankara için hangisi ehven?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 15 dk okuma süresi
302 0

Cumhuriyetçi Donald Trump ile Demokrat Hillary Clinton arasındaki ABD Başkanlık seçimleri yarışını kim kazanırsa kazansın, göreve başladığında yardımcıları, “Türkiye ile ilişkiler” dosyasını yeni başkanın önüne koyacak.

Bu dosyada ekonomik ilişkilerden kamu diplomasisine, NATO müttefikliğinden Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerine kadar pek çok konunun muhtemelen yer alacak olmasına rağmen, ağırlıklı meselelerin Suriye, PYD ve 15 Temmuz darbe girişimi olması kaçınılmaz.

Bu konularda Clinton ve Trump neler düşündüklerini ve yapmayı planladıklarını seçim çalışmaları sırasında kısmen de olsa ortaya koydular.

Clinton uçuşa yasak bölgeyi savunuyor

Obama döneminde Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan Clinton’ın hem Obama’dan, hem de Trump’tan ayrıldığı en önemli nokta uçuşa yasak bölgeyi desteklemesi.

Türkiye de, Suriye iç savaşının başından beri uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge fikrini savunuyor. Türkiye bu konudaki ısrarını defalarca dile getirmesine rağmen, başta ABD’den olumlu karşılık görmedi.

İki başkan adayının son kez karşı karşıya geldiği 20 Ekim’de yapılan münâzarada Clinton bu konudaki fikirlerini şöyle dile getirdi:

“Suriye’de uçuşa yasak bölge ve güvenli bölge için çalışmaya devam edeceğim. Açıkça söylemek gerekirse, bunun da yalnızca Suriyelileri korumak ve mülteci akınını engellemek için değil, hem Suriye hükümetine, hem de Rusya’ya karşı bir koz kazanmak için gerekli olduğunu düşünüyorum, çünkü böylece çatışmalara son verecek ciddi siyasi müzakerelere başlayabiliriz.”

Trump, Rusya’ya havale ediyor

Aynı münazarada uçuşa yasak bölge konusundaki fikri sorulduğunda Trump, Obama yönetimini eleştirdi ve Suriye planını ‘düşmanı şaşırtmak için’ tam olarak açıklayamayacağını imâ etti. Seçim çalışmaları sırasında da, Suriye konusunda birbirinden farklı görüşler ortaya koydu, ancak her zaman önceliği IŞİD’le mücadele oldu.

Rusya Devlet Başkanı Putin’i ‘zorba’ olarak nitelendirmekten çekinmeyen ve Rusya ile her konuda sert pazarlıklara girme sözü veren Clinton’un aksine, Trump, Rusya ile ilişkileri geliştirmekten yana. Suriye rejiminin en önemli askeri ve diplomatik müttefiki Rusya’nın Suriye’de önünü açmak gerektiğini de 2015 yılında şöyle dile getirmişti:

“Rusya IŞİD’den kurtulmak istiyor. Biz de IŞİD’den kurtulmak istiyoruz. O zaman belki de bırakmalıyız ki, Rusya bu işin icabına baksın. Yani, bırakalım onlar IŞİD’den kurtulsun.”

Trump, bir ara IŞİD’i yok etmek için 30 bin ABD askerinin yeterli olacağını söylese de, ABD askerlerini Suriye’ye gönderme sözü vermedi. Zaten Trump, ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığından da şikayetçi. Ona göre, IŞİD’in ortaya çıkış nedeni de, ABD’nin bölgedeki müdahaleci politikaları.

Clinton da, Suriye’ye ABD askeri gönderilmesini “büyük hata olur” diye tanımladı. Clinton’un planı, “Kürtler” diye tanımladığı PKK’nın Suriye kolu PYD ve diğer muhalifleri daha etkin kullanma üzerine kurulu.

Clinton’un PYD planı

ABD ordusunu Suriye’ye göndermeme konusunda kararlı olan Clinton, Trump ile 10 Ekim’de yaptığı ikinci münâzarada, ihtiyaç duyduğu askeri gücü, “Kürt ve Arap savaşçıları silahlandırarak” sağlamayı düşündüğünü dile getirdi:

“Kürtleri silahlandırmayı da düşünebilirim. Kürtler, hem Suriye, hem de Irak’ta en iyi ortaklarımız oldu. Kimi çevrelerde bu konuda büyük kaygılar olduğunu biliyorum, ancak IŞİD’in Irak’tan çıkarılmasının ardından Rakka’yı alabilmemizin temel yolu bölgedeki Kürt ve Arap savaşçılar olduğundan, ihtiyaçları olan teçhizata sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum.”

Clinton’un işaret ettiği “büyük kaygıların” Türkiye’ye ait olduğu çok açık. Zaten Clinton’un bu açıklamasını Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da “siyasi acemilik” olarak tanımlayıp tepkisini dile getirmişti.

“ABD’nin stratejik oyunu”

Ankara-Washington ilişkilerinin tarihinin en zorlu dönemlerinden geçiyor olmasının başlıca nedeni de, Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygılarının ABD tarafından göz ardı ediliyor olması. PKK’nın Suriye kolu PYD’nin IŞİD ile mücadelede ABD tarafından kara gücü olarak kullanılması ve desteklenmesi de bu kaygının temel nedenlerinden biri.

Türkiye’nin dış politikasının son bir yılını Al Jazeera Türk’a bir süre önce değerlendiren Galatasaray Üniversitesinden Prof. Beril Dedeoğlu, Türk-Amerikan ilişkilerinin nasıl tamir edilebileceği sorumuza yanıt verirken, “ABD stratejik oyununu Kürtler üstüne kurdu, dolayısıyla bundan geri adım atılması çok zor,” demiş, ancak yine de Demokratların Türkiye ile ‘koşullu’ iyi geçinme tercihi yapabileceğini sözlerine eklemişti:

“Amerika’da yeni yönetim tercih kullanacak, kullandığı tercih Türkiye’yle iyi geçinme üzerine olacak, yani yapılandırılmasını böyle yapacaklar, ama muhtemelen koşullu olacaktır. O koşullar benim öngördüğüm kadarıyla, bir Barzani-Erbil-Türkiye ilişkisi gibi, Suriye’de bir grupla Türkiye’nin bir diyalog içine girmesini sağlamaya yönelik. Şimdiki lider olmayabilir, silahlı ayağı olmayabilir… Türkiye’yle derdi kalmamış, Şam’la derdi olan Kürt muhatap…. PKK oyunu bozma konusunda çok ısrar etmezse, bu çok kötü bir modelleme değil.”

Suriye’de hangi muhalifler?

Clinton, Suriyeli muhalifleri de desteklemekten yana. Dışişleri Bakanlığı döneminde de benzer bir görüşü savunduğunu, ancak Obama’yı ikna edemediğini seçim çalışmaları sırasında dile getirdi. Hatta, Obama yönetiminin muhaliflere yönelik olarak uygulamaya çalıştığı ‘eğit donat’ programını çok geç başlatmasının ve muhalifleri silahlandırmayı reddetmesinin IŞİD’in ilk başlarda hızla ilerlemesine neden olduğunu da 2014 yılında Atlantic’e verdiği bir söyleşide dile getirdi.

Türkiye de eğit-donat programın etkin bir biçimde kullanılmasını istemişti. Ancak, ABD yönetimi projeye zora sokan bazı uygulamalarda örneğin, bu programa katılan muhaliflere rejime karşı savaşmayacakları yönünde taahhütte bulunma zorunluluğunda ısrar etmişti.

Trump ise muhaliflerin silahlandırılmasına karşı. Clinton ile yaptığı üçüncü münazarada bunu açıkça dile getirdi:

“Muhaliflerin kim olduğunu bilmiyoruz. Onlara çokça para veriyoruz, başka şeyler veriyoruz, ama kim olduklarını bilmiyoruz. Gün gelir de eğer başarılı olurlarsa ki, bu olmayacak çünkü, Rusya ve İran var, ama olur da Esed’i devirirlerse ki, kötü adam olduğu bir gerçek, en az onun iktidarı kadar kötü bir tabloyla karşılaşabiliriz.”

Trump da “Kürt güçlere hayran” ama…

Clinton gibi silahlandırmaktan söz etmese de Cumhuriyetçi aday Trump da “Kürt güçlerine hayran” olduğunu açıkladığı 21 Temmuz 2016’da yayınlanan New York Times ile yaptığı söyleşide “Türkiye, IŞİD’e karşı bir çok şey yapabilir. Eğer onlarla müzakere eden ben olsaydım IŞİD konusunda çok daha fazlasını yapacaklarını düşünüyorum” demişti.

Bunun üzerine kendisine yöneltilen “(Türkiye’nin) IŞİD ile mücadelede etkin olabileceğini söylüyorsunuz ama büyük bir fark var aramızda. Biz, Kürt güçlerini destekliyoruz, bu sorunla nasıl baş edeceksiniz?” yönündeki soruya da şu yanıtı verdi:

“Kürt güçlerinin büyük hayranıyım. Diğer yandan, Türkiye ile son derece başarılı bir ilişki içinde olma potansiyelimiz var. Eğer, her ikisini bir şekilde bir araya getirebilirsek gerçekten harika olur.”

Gülen faktörü

Trump ile dış politika ağırlıklı yaptığı bu söyleşiyi New York Times, “Trump ile NATO- Türkiye’deki darbe girişimi ve Dünya” başlığı altında yayınlamıştı.

Bu söyleşi de Trump, Türk halkının darbe girişimine karşı direncini övmüş ve “Erdoğan’ın hukuk devleti kurallarına uyması için ona baskı yapacak mısınız?” yönündeki bir soruya, “ABD’de de sivil haklar konusunda bir çok sorun var, biz bu haldeyken özgürlükler konusunda iyi bir mesaj verici konumunda değiliz” yanıtını vermişti.

Trump’ın siyasi danışmanlarından Peter Navarro, National Interest’te 27 Temmuz’da yayınlanan “Hillary’in Türkiye’deki darbeyi desteklemekle suçlanan gizemli İslami din adamıyla bağları” adlı makalesinde, Gülen Örgütü’nün Clinton’ın seçim kampanyasına destek verdiği iddialarını dile getirip, “Eğer bu doğruysa, Clinton başkan olduğunda Gülen’in iadesi için adım atar mı?” diye sormuştu. Aynı makalede Navarro, Clinton’ın “kilit konumdaki bir NATO müttefikinde istikrarsızlığın ve şiddetin şuç ortağı olmaz mı?” sorusunu da gündeme getirmişti.

Gülen Örgütü’nün Clinton’ın seçim kampanyasına yaptığı bağışların en az 3,5 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor bu da çok yüksek bir rakam olmamakla birlikte Ankara’yı asıl rahatsız eden Gülen Örgütü üyelerinin 15 Temmiz darbe girişimine rağmen Clinton’ın çevresinde olması, hatta doğumgününe bile davet edilmesi.

Gülen Örgütünden aldığı bağışlara ilişkin herhangi bir açıklama yapmayan Clinton, darbe girişiminden sonra ‘seçilmiş Türk hükümetini desteklediğini’ ifade etti. Ancak Clinton’ın bu açıklaması, ABD’nin resmi açıklamasından sonra yapıldı ki, o açıklama da Türkiye’nin beklediğinden daha geç gelmişti.

15 Temmuz gecesi darbe girişimi devam ederken, Türk hükümeti bunun bir darbe girişimi olduğunu belirterek, Amerika’dan seçilmiş hükümete desteğini açıklamasını talep etmişti. Bu destek açıklaması neredeyse üç saat boyunca yapılmamış, Washington’dan beklenen o açıklama darbenin başarısızlığa uğrayacağı belli olmaya başlayınca gelmişti.

Trump mı, Clinton mu?

Suriye’nin geleceği konusunda işbirliği, PYD’ye olan desteğin kesilmesi ve Fethullah Gülen’in iadesi, Ankara’nın yeni ABD yönetiminden en kuvvetli beklentileri arasında.

Bununla birlikte, adayların diğer konulardaki fikirleri de Ankara-Washington ilişkilerini etkileyebilecek nitelikte. Örneğin, Trump, NATO müttefiklerinin daha fazla yük almasından ve teşkilata daha fazla maddi katkı yapmasından yana. Rusya ile de ilişkileri yumuşatmayı istiyor. Buna karşılık Clinton, Rusya’ya sert tavır almaktan yana ve NATO’yu ABD’nin en iyi yatırımı olarak tanımlıyor.

Clinton, İran ile yapılan nükleer anlaşmanın sıkı takipçisi olacağını söylüyor ama Trump, anlaşmayı yeniden müzakere etmek gerektiğini savunuyor.

Clinton, insan hakları ihlallerine dikkat çekse de hem o, hem de Trump Mısır’da darbeyle işbaşına gelen Abdulfettah Sisi ile görüştü ve Sisi’yi övdü.

Demokratların adayı Clinton başken seçilirse, Ankara-Washington ilişkilerinin nasıl şekillenebileceğini sorduğumuz Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof. Çağrı Erhan şunları söylüyor:

“Clinton’un Obama’dan daha aktif bir Ortadoğu siyaseti takip edeceği söylenebilir. Bu çerçevede, Clinton seçilirse Suriye’de güvenli bölge yaklaşımına ABD’nin daha sıcak bakması mümkündür. DEAŞ’e karşı ÖSO’nun eğitiminde Türkiye ile işbirliği yapılabilir. Ancak, PYD’ye bakışlarında bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Rusya konusunda Clinton çok sert. Bu da, Türkiye-Rusya ilişkilerinin kapsamının daha da gelişmesine sorun çıkarabilir.”

Erhan, Cumhuriyetçilerin adayı Trump’ın kazanması durumunda ikili ilişkilerin nasıl olabileceği sorusuna da şu yanıtı veriyor:

“Trump, Irak’ta kesinlikle askeri varlık bulundurmamaktan yana. DEAŞ’a karşı sert mücadele söylemi var. Ama, Ortadoğu’daki ABD mevcudiyetini yavaş yavaş azaltma ve bölgeden çıkma niyetinde. Bölgeden çekilirken de, Türkiye ve diğer bölgesel müttefiklerin daha aktif rol oynamasını isteyebilir. Trump’un İran’a yönelik söylemi, bölgedeki ABD müttefikleriyle İran arasında bir gerilimin tırmanmasına yol açabilir. Trump, Rusya ile ilişkiler konusunda ise Clinton’a nazaran oldukça ılıman bir söyleme sahip. Türk-Rus ilişkilerine olumsuz bir etkisi olmaz. “

Seçimlerden sonra Oval Ofis’te ‘Türkiye ile ilişkiler’ dosyasını ister Clinton, ister Trump açsın, muhtemelen her ikisi de, “Ne yapabiliriz?” diye soracak. Kim seçilirse seçilsin, kesin olan tek şey Ankara’nın, yeni yönetimle kapsamlı bir diplomatik pazarlığa oturacağı.

Ayşe Karabat
Kaynak: Al Jazeera

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir