Şimdi yükleniyor

Yalçın Hatunoğlu: TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİNİN AÇILIM SÜRECİNDEN FARKI AÇILIM PROJESİNİN YARATIĞI SINIRSIZLIK VE AKADEMİSYENLERİN BARIŞ BİLDİRİSİ

 

2016 başında, Hendek-Çukur operasyonlarının en yoğun olduğu dönemde yayımlandı.
Türkiye, Doğu ve Güneydoğu’da PKK’nın şehirlerde hendek kazıp bombalar yerleştirdiği, güvenlik güçlerinin ise 800’e yakın şehit ve 5000 gaziyle bu kalkışmayı durdurmaya çalıştığı bir kaos içindeydi. Bu bağlamda, bildirinin devletin operasyonlarını “katliam” ve “bilinçli sürgün” gibi ifadelerle suçlaması, ama PKK’nın sivilleri hedef alan eylemlerini açıkça kınamaması, kötü niyetli bir çerçeveyi güçlendiriyor. Birincisi, bildirinin içeriği ve dili. Metinde, “Devletin vatandaşlarını açlığa ve susuzluğa mahkûm ettiği” ya da “sokağa çıkma yasaklarıyla yaşam hakkını ihlal ettiği” gibi ağır ithamlar var.

Barış İçin Akademisyenler Bildirisi
11 Ocak 2016’da
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, vatandaşlarına karşı yürüttüğü operasyonlarda, uluslararası hukuku, uluslararası kurumların ve insan hakları kuruluşlarının tespit ettiği ağır insan hakları ihlallerine ve suça ortak olmayacağız. Türkiye’nin Kürt illerinde süregiden sokağa çıkma yasakları, beraberinde getirdiği yaşam hakkı ihlalleri, sağlık ve eğitim gibi temel haklara erişimin engellenmesi, şehirlerin ve yaşam alanlarının yıkımı, kültürel mirasın tahribi, insanların evlerini ve topraklarını terk etmek zorunda bırakılması, bu süreçte yaşanan katliamlar, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara, Anayasa’ya ve yasalarına aykırıdır. Bu bilinçli ve planlı politikalar, Kürt halkına karşı bir kırım politikası olarak uygulanmaktadır. Operasyonların, şehirlerin tanklarla, toplarla bombalanmasının, keskin nişancıların sivilleri hedef almasının hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Bu suça ortak olmayacağız. Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete derhal son vermesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, uluslararası bağımsız gözlemcilerin bölgede inceleme yapmasına izin verilmesini, barış sürecine dönülmesini talep ediyoruz. Bizler, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak, bu suça ortak olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine getirilinceye kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde girişimlerde bulunacağımızı taahhüt ediyoruz.” Bu bildiri, Türkçe ve Kürtçe olarak hazırlandı ve Noam Chomsky, Judith Butler, Etienne Balibar gibi uluslararası akademisyenlerin de aralarında bulunduğu 1128 kişi tarafından imzalandı. Daha sonra imza sayısı 2000’i aştı.

Ancak, o dönemde Milliyet ve Hürriyet gibi ana akım gazetelerde yayımlanan haberler, PKK’nın Cizre, Sur ve Silopi gibi bölgelerde sivilleri canlı kalkan olarak kullandığını, evlere bombalar yerleştirdiğini ve mahalleleri savaş alanına çevirdiğini detaylıca aktarıyordu. Örneğin, 15 Aralık 2015’te Hürriyet’te yer alan bir haberde, Cizre’de PKK’lıların roketatarlarla polis araçlarına saldırdığı ve sivillerin tahliye edilmeye çalışıldığı belirtiliyordu. Bildiri, bu tür eylemleri es geçerek sadece devletin operasyonlarını hedef aldı. Bu tek taraflılık, Sabah gazetesinde 13 Ocak 2016’da yayımlanan bir köşe yazısında, Abdulkadir Selvi tarafından “PKK’ya dolaylı destek” olarak nitelendirildi. Selvi, bildirinin devletin meşru mücadelesini gölgeleme amacı taşıdığını savundu. İkincisi, bildirinin zamanlaması. Türkiye, 2015-2016’da sadece PKK’nın kalkışmasıyla değil, aynı zamanda IŞİD saldırılarının arttığı ve Suriye sınırındaki kaosun yoğunlaştığı bir dönemden geçiyordu. Bu sırada, bildirinin İngilizce olarak yayımlanması ve uluslararası medyada, örneğin The Guardian’da 11 Ocak 2016’da “Türk akademisyenlerden barış çağrısı” başlığıyla yer alması, Türkiye’yi dış arenada zora soktu. The Guardian haberi, bildiriyi referans alarak devletin sokağa çıkma yasaklarını eleştirdi, ama PKK’nın şehirlerdeki silahlı eylemlerine dair tek bir cümle kurmadı. Türkiye’de ise Yeni Şafak, 14 Ocak 2016’da, bildiriyi “Türkiye’yi uluslararası alanda karalama kampanyası” olarak tanımladı ve imzacıları “terör destekçisi” olduklarını ifade eden bir dili bir kısım islamcı liberal gazeteci bile kullandı. Bu, bildirinin Türkiye’yi dış kamuoyunda “sivil katliamı” yapan bir devlet gibi gösterme niyeti olduğu o dönemde açılımı destekleyen islamcı tandanlı gazeteciler tarafından bile yazılmaya başlandı. Üçüncüsü, imzacıların profili ve bildirinin koordinasyonu. Bildiriye imza atan 1128 akademisyenin çoğu, sol ya da liberal çevrelerden geliyordu. Star gazetesinde 12 Ocak 2016’da yayımlanan bir haberde, imzacılar arasında daha önce de devlete karşı muhalif söylemleriyle bilinen isimlerin olduğu vurgulandı. Bildirinin hızlıca organize edilmesi ve imzacılar arasında metni okumadan destek verenlerin olduğu iddiası, Hürriyet’ten Ahmet Hakan’ın 15 Ocak 2016’daki köşesinde eleştirildi. Hakan, “Bildiriye imza atanlar, metni gerçekten okudu mu?” diyerek, sürecin aceleye geldiğini ve ideolojik bir dayanışma refleksiyle hareket edildiğini ima etti. Bu, bildirinin bağımsız bir barış çağrısından çok, muhalif bir siyasi hareket olduğu fikrini güçlendiriyor. Dördüncüsü, bildirinin muhalif unsurlara moral desteği ve meşruiyet sağlama çabası. PKK’nın şehir savaşına giriştiği bir dönemde, devletin operasyonlarını “katliam” diye niteleyen bir metin, dolaylı olarak terör örgütünün eylemlerini gölgede bırakıyor. Örneğin, Radikal’de 13 Ocak 2016’da yer alan bir yorumda, bildirinin “PKK’nın mağduriyet söylemini güçlendirdiği” belirtiliyor, ama aynı yorum, bildirinin sivillere dair somut veri sunmadığını da eleştiriyordu.

Rahmetli Nihat Genç de
“barış” kavramının romantize edildiğini ve devletin güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı naif bir yaklaşım sergilendiğini savunuyor. “Barış İçin Akademisyenler” bildirisinin “terör propagandası” olmaktan başka bir işlev görmediğini, akademisyenlerin devlet politikalarını eleştirirken “vatanseverlik” ekseninden uzaklaştığını açık açık söyleyerek yorumlar yapmıştı.

Bildiri, PKK’nın hendekleriyle sivilleri tehlikeye attığını ya da halkın tahliye için devlete başvurduğunu görmezden gelerek, bölgedeki sosyolojiyi sanki tamamen devlete karşı bir blok gibi sunuyor. Bu, hem iç kamuoyunda kutuplaşmayı körükledi hem de uluslararası alanda Türkiye’yi “sivillere zarar veren” bir devlet gibi gösteren bir algı operasyonu izlenimi verdi. Son olarak, bildiriye yönelik kamuoyu ve hükümet tepkisi de kötü niyet tezini destekliyor. Bildiri sonrası, devlet haklı olarak imzacılara karşı hukuku çalıştırırken ağır baskılarla karşılaştı; işten atılmalar, gözaltılar uluslararası arenaya medya aracılığı ile taşındı zaten bu tepkiler, bildirinin zaten kutuplaşmış bir ortamda emperyalizmin arzusu doğrultusunda gerçekleştiğinin, yazıldığının ve devletin güvenlik hassasiyetlerini hiçe saydığını gösteriyor. Mesela, Habertürk’ten Nihal Bengisu Karaca bile 16 Ocak 2016’da yazdığı köşede, bildirinin “devletin meşru mücadelesini hedef alarak PKK’ya alan açtığını” savundu ve “barış” kelimesinin kötüye kullanıldığını belirtti. Özetle, Barış Bildirisi, içeriğiyle, zamanlamasıyla ve uluslararası dolaşımıyla, Türkiye’yi hem içerde hem dışarıda zor duruma düşürme, PKK gibi muhalif unsurlara dolaylı destek sağlama ve devletin meşru terörle mücadelesini gölgeleme niyetini yansıtıyor. Gazete haberleri ve köşe yazılarından da görüldüğü üzere, bildiri tarafsız değildi tam tersine bir dil kullanarak teröristlere psikolojik destek sağlayıp daha fazla insan ölmesinden başka bir sonuç doğurmadı, Barış Bildirisi taraflı argümanlarla, terörü meşru bir savunma savaşı gibi sunarak terör ve terörizmi kelime oyunları ile meşrulaştırıp emperyalist güçlerin müdahalesini sağlama yönelik bir propaganda gayesi gütmüştür.
Adına barış bildirisi denen bu metin Türkiye Cumhuriyeti devletini hedef alarak kötü niyeti ile Türk Vatandaşları için acı sonuçlar yarattı.
Bugün dilinde Barış elinde kanlı silah olan bir örgütün tasfiyesinde bir merhale almış olabiliriz, ellerinde ki silahı bıraksınlar diye beklerken unutmayalım ki dillerinde ki barışın esas gayesi her daim gizli ajandalı geleceğe matuf niyetler hep olacaktır.
İstihbarat örgütü menşeli her örgütün bu tür niyetlerinin bitme ihtimali yoktur.
Bu nedenle devlet tüm güvenlik kurumları ile barış dilini diline pelesenk eden bu tür propaganda üstlerine ki bunlar sadece Kürtçü, Kürt islamcı guruplar olmayacaktır.

Ters manüplasyon mantığı üzerinden Ulusalcı, Kemalist, Türkçü, guruplara zaman zaman PKK düşmanlığı yapıyorlarmış gibi Etnik Kürt kimliği düşmanlığı söylemleri ürettirilerek etnik ırkçılık kışkırtmalarına gerekçe yaratma dili oluşturulmaya çalışılacaktır.

Sözün özü devlet çok yönlü tedbir ve fikri takip yapacak ekipler kurmalı ve bu sürecin zehirlenmesine müsaade etmemelidir.
Çünkü Terörsüz Türkiye Sürecinin esas hedefi cumhuriyetin varlık sebebi olan “milletleşme sürecinin” etnik entegrasyonun gerçekleştirilmesi ile tamamlanmasıdır.

Share this content:

Yorum gönder