KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Suriye’de iktidar kavgası: İran devre dışı mı kalıyor

Suriye’de iktidar kavgası: İran devre dışı mı kalıyor

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
252 0

Rusların Esed’e oynadıkları bahis sona erdi, İranlıların Suriye’den çıkmaları ise kaçınılmaz

Putin’in milyarder şefinin Suriye Devlet Başkanına karşı başlattığı kötüleme ve küçük düşürme kampanyasından önce bile (bazı kaynaklar arkasında bizzat Rusya Devlet Başkanının yer aldığını söylüyor ki kanımca bu doğru ve açıktır, bu konuda hiçbir şüphem yoktur) Moskova ve Şam arasındaki sular bulanıktı. Bu saldırı öncesinde Suriye-Rusya ilişkilerinin sarsıldığına ilişkin çok sayıda gösterge vardı. Sözgelimi, Beşşar Esed’in 2015 yılında imzalanan anlaşma eskidiği ve yenilenmesini gerektiren bölgesel gelişmeler gerekçesiyle Rusya’nın iki ülke arasında yeni bir anlaşma imzalama talebini görmezden gelmesi gibi.

Beşşar Esed’in 2011 yılında Arap Baharı’nın başlangıcı ile birlikte ülkesinde patlak veren devrimin erken dönemlerinden itibaren İran’ın Suriye’deki yoğun askeri varlığı, Hizbullah ve diğer milis güçler bütün ağırlıklarıyla topraklarında var olmalarına rağmen rejiminin sonunun yakın olduğunu hissettiği biliniyor. Rusya ve özellikle de gücünün ve ışıltısının zirvesinde olduğu dönemde Sovyetler Birliği Suriye’nin başat destekçisi olduğu için Başkan Vladimir Putin’den yardım istemesi gerektiğini biliyordu.

Aslında Beşşar Esed’in Rusya Devlet Başkanına çağrıları başlangıçta yardım talebi şeklindeydi. Çünkü Başkan Putin ne Stalin ne de Kruşçev’di. Keza Rusya da Sovyetler Birliği değildi. Bu nedenle, tehlikeli boyutlar almaya başlayan Suriye çatışmasına ülkesinden önce erkenden müdahil olan birçok devletin nabzını yoklamalıydı. Bunların başında da elbette 1967’den bu yana batı yönünden Şam’a hâkim son derece önemli stratejik bir mevki olan Golan Tepelerini işgal eden İsrail geliyordu. Uzun yılların deneyimlerden bir ders çıkarmak istersek, İsrail’in Golan Tepelerinin yanı sıra Havran’dan Suveyda ve Humus ile Fırat nehrinin tüm doğu bölgesine kadar artık bu Arap ülkesini askeri olarak tamamen kontrol ettiğini görürüz. İsrail, askeri stratejistlerin doğuda Irak sınırının ötesine, güneyde Ürdün sınırının ötesine, kuzeyinden güneyine işgal altındaki Filistin’in sınırlarının ötesine, Akdeniz’in derinliklerine uzanan izleme noktası olarak tanımladıkları “Cebeli el-Şeyh”i halen işgal ediyor.

Burada işaret edilmesi gereken bir nokta da Rusya’nın Çarlar ve elbette Sovyetler Birliği’nin ilk başkanlarından Lenin ve Stalin döneminde dahi her zaman “hırsla” Akdeniz kıyılarında bir dayanak noktasına sahip olma arzusundaydı. Zira bilindiği gibi Akdeniz, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarını birleştirmektedir. Yakın ve uzak tarih dönemleri boyunca batının doğuya, doğunun da batıya deniz yolu olmuştur.

Her halükârda, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden, Arap dünyasının bölünüp parçalanmasından ve Birinci Dünya Savaşının ganimetlerinin paylaşılmasından sonra Suriye ilk olarak bağımsızlığını kazanana kadar, Cezayir’de ve birçok Arap Afrika ülkesinde yaptıklarının aynısını burada da yapan Fransızların eline geçti. Daha sonra, Osmanlı devletinin mirasçısı Mustafa Kemal Atatürk’ün fodağı oldu. Atatürk, 1939 yılında Fransızların Türkiye lehine Akdeniz’in incisi İskenderun sancağından feragat etmesiyle bu sancağı ülkesine kattı. Gerçek şu ki, tarihin Cumhurbaşkanı Hafız Esed hakkında kaydettiği en kötü şey, şu anda Türkiye’deki cezaevlerinden birinde bulunan Abdullah Öcalan liderliğindeki PKK’ya verdiği sürekli destek nedeniyle Türkiye ile arasında baş gösteren sorunu çözmek için 1998 yılında İskenderun’un Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bir parçası olduğu görüşünden vaz geçmesidir.

Bu bölgede çatışmayı körükleyen nedenlerden biri de, ABD’nin komünist yayılmayı durdurmak gerekçesi ile kendisinin doğrudan içinde yer almadığı ünlü Bağdat Paktı’nı (CENTO) kurması oldu. Bu pakt, Irak, Türkiye, İngiltere, İran ve Pakistan’ın içeriyordu. Buna karşılık, Sovyetler Birliği liderliğinde başka bir pakt kuruldu. Suriye bu dönemde, Bağdat Paktı, ülkeleri ve özellikle de Türkiye tarafından büyük baskılara maruz kaldı. Bunun üzerine dönemin Suriye savunma bakanı Halid el-Azm, 1957 yılında Moskova ile askeri ve ekonomik bir anlaşma imzaladı. Daha sonra da General Afif el-Bizri (solcu) savunma bakanlığına atandı.

Böylece Suriye yeni bir yola girdi ve Cemal Abdunnasır liderliğindeki yeni devletin bir parçası oldu. Ne var ki, bu birlik çok geçmeden 28 Eylül 1961’de askeri bir darbe ile dağıldı. Bu darbe, Mısır Devlet Başkanı ve Mısır ile birlikten kurtulmak için Suriyeli Subaylar Yüksek Komutanlığı tarafından gerçekleştirildi. Kendisinin Suriye’de Baas Partisinin 1961 yılında gerçekleştirdiği ilk darbeye hazırlık – ki bu kesin değildir- olduğu da söylenir. Suriye Baas Partisinin bu darbesini Irak Baas Partisinin askeri darbesi takip etti ama partinin iktidarı çok uzun ömürlü olmadı. Ancak çok geçmeden 1969’da ikinci bir askeri darbe gerçekleştirdi. Böylece bu tarihten Saddam rejiminin 2003 yılında devrilmesine ve üç yıl süren “şekli” ve “göstermelik” bir mahkemeden sonra idam edilmesine kadar Irak Baas Partisi tarafından yönetildi.

Bütün bu tarihsel sunumu yapmaktaki amacımız, Hafız Esed’in 1970’de gerçekleştirdiği ve kendisine “Tashih Hareketi” adını verdiği darbeden sonra Baas Partisinin, 2000 yılında babadan oğula geçen askeri ve tek adam yönetimine dayanan bir rejimin vitrininden ibaret hale geldiğini göstermektir. Bu noktada, 2000 yılı sonrasının iç çatışmalar ve siyasi kayıp yılları olduğu konusunda oybirliği olduğunu belirtmeliyiz. Bu dönemde, Baas Partisi, Baba Esed döneminin sembol isimleri sayılan Mustafa Talas, Abdulhalim Haddam gibi isimler uygulamada ortadan kayboldular. Cumhurbaşkanlığı ve her şeyde babasının yerine geçen oğul, eski üst düzey yetkililerin “Alevilerin Suriyesi” olarak tanımladıkları ülkesine “Yararlı Suriye” adını verdi. Bu, Suriye’nin gerçekten de birçok çatışmanın eşiğinde olduğuna dair kanıt ve delillerle desteklenen olasılıkları açığa çıkardı. Rusların, Suriye Cumhurbaşkanını bu kadar sert bir şekilde hedef aldıklarında muhtemelen sadece bir dini grubun değil tüm Suriyelilerin kabul edeceği alternatif bir rejim kurmaya çalıştıklarını kanıtlarla pekiştirdi.

Bütün bu bilgilerden sonra asıl önemli olan, Rusların Suriye’deki varlıklarının kalıcı ve sürekli olduğunu düşündüklerinin açık hatta kesin olduğudur. Nitekim bu stratejik ülkede 3 askeri üsleri oldu. Birincisi, Humeymim Hava üssü, ikincisi Lazkiye şehrinin kuzeyindeki deniz üssü, üçüncüsü de Kamışlı bölgesinde bulunuyor. Bu, Moskova’nın bu ülkede istikrarlı, bütün etnik ve dini grupları ile Suriye halkını temsil eden, gerçekten eskimiş ve Alevilerin bile tamamını temsil etmeyen bu rejime alternatif bir rejim istediği anlamına geliyor. Bu rejimin Alevilerin tamamını temsil etmediğini söyledik çünkü Hafız Esed, 8 Mart 1963 ile 23 Şubat 1966’da gerçekleştirilen darbelerde başat rol oynayan Salah Cedid dahil kendisine muhalif olan tüm temel ve sembol Alevi isimleri tasfiye etmişti.

Bütün bunlar, her zaman değil de arada bir kopan tüm bu fırtınalara rağmen “ayakta kalmasının” mümkün olduğu Beşşar Esed rejimi için geçerli. İranlılara gelince, Ruslar herkesten çok İranlıların bu bölgedeki müdahalelerinin şu anda olduğu gibi kalmayacağını biliyorlar.
Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı

şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir