Nacho Sánchez Amor: Türkiye, Ermenistan ile Azerbaycan arasında yeni potansiyel gerginliklerin önlenmesine çalışmalıdır
Türkiye raportörü: Türkiye, Ermenistan ile Azerbaycan arasında yeni potansiyel gerginliklerin önlenmesine çalışmalıdır
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Nacho Sánchez Amor, Türkiye’nin Azerbaycan ile olan yakın ilişkilerini kullanarak Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecinde olumlu rol oynayabileceğini belirtti.
Sánchez Amor bu açıklamayı Brüksel’de “Armenpress” muhabirine verdiği röportajda yaptı. Görüşmede Türkiye ile ilgili Avrupa Parlamentosu’nun son raporu, AB-Türkiye ilişkileri, PKK’nin kendini feshetmesiyle bağlantılı olarak Türkiye’deki yeni siyasi ortam ve muhalefete yönelik baskılar gibi konulara da değinildi.
— Son raporunuzda bölgesel barışın önemi vurgulanıyor. Güney Kafkasya’da dengeli ve hak temelli bir AB katılımı çağrısı göz önüne alındığında, Türkiye’nin Ermenistan ile Azerbaycan arasında adil ve kalıcı bir barış anlaşmasının imzalanmasına katkısı ne olabilir?
-Bu süreçte Türkiye’nin oynayabileceği rol çok önemli. Çünkü Türkiye hem bizim hem de sizin için önemli bir komşudur. Raporumuzda aday üyelik ile ortaklık arasında net bir ayrım yapıyoruz. Üyelik süreci şu anda askıda; bunun nedeni herkesin bildiği gibi Türkiye’deki demokratik standartlarla ilgili mevcut durumdur. Ancak ortaklık ilişkilerini geliştirmek, daha gerçekçi ve işlevsel bir düzleme taşımak mümkündür. Bu, siyasi, ekonomik ve hatta sektörel düzeyde olabilir.
Ancak ne tür bir ortaklık olursa olsun, biz daima tüm ortaklarımızdan iyi komşuluk ilişkilerine riayet etmelerini bekliyoruz. Bu, uluslararası ilişkileri yürütme tarzımızdır. Türkiye’ye de aynı çağrıyı yineliyoruz. Ermenistan ile iyi komşuluk ilişkilerini geliştirme yönünde adımlar atılmalı. Özel temsilciler düzeyinde yürütülen temaslar ve bu çerçevede atılan adımlar —örneğin, üçüncü ülke vatandaşları için sınırın kısmen açılması ya da insani yardım için açılan sınır kapıları gibi— olumlu gelişmelerdir ve bunları takdirle karşılıyoruz.
Ama esas olarak Türkiye’nin Azerbaycan’la olan yakın ilişkilerini kullanarak bölgede yeniden şiddet ya da savaşın patlak vermesini engellemesi gerekiyor. Türkiye bu noktada yapıcı bir aktör olmalı ve barışın kalıcı hale gelmesine katkı sağlamalıdır.
— Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinin çıkmaza girdiği raporda belirtiliyor. Sizce yeni bir katılım perspektifi hâlâ mümkün mü, yoksa artık AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir sayfa mı açılıyor?
-Bu çok iyi bir soru. Üyelik süreci siyasi irade meselesidir. Mesele yıllar değil, açılan ve kapanan müzakere başlıklarıdır. Dolayısıyla, önemli olan kaç yıl geçtiği değil, kaç başlıkta ilerleme sağlandığıdır.
Zaman zaman müzakereleri tamamen sonlandırma yönünde cazibeler oluştu. Ancak Türkiye’deki sivil toplumun bizden tek bir talebi var: “Kapıyı kapatmayın. Umudumuzu yok etmeyin.” Gelecekte Türkiye’nin siyasi yönelimi değişebilir, yeni bir irade ortaya çıkabilir. O an geldiğinde süreci yeniden başlatmaya hazır olmalıyız.
Şu anda süreç askıya alınmış durumda ve bu meşru gerekçelere dayanıyor. Ancak kapıyı açık tutmak istiyoruz çünkü siyasi iklim değişirse, yeniden etkileşime geçme ihtimali doğabilir.
— PKK’nın kendini feshetmesiyle Türkiye’de yeni bir siyasi durum oluştu. Sizce bu gelişme ülkenin iç istikrarı ve demokratikleşme süreci açısından ne ifade ediyor?
-Bu gerçekten çok iyi bir haber. Ben İspanya’dan geliyorum ve biliyorum ki biz ETA’ya karşı uzun bir mücadele verdik ve sonunda demokrasimiz kazandı. Şiddetten vazgeçmek ve siyasi süreçlere dönmek demokratik bir toplum için büyük kazançtır.
PKK’nın Öcalan’ın çağrısı sonrası şiddeti terk etmesi umut verici bir adımdır. Bu durum barış sürecinin yeniden canlandırılmasına ve birçok olumlu gelişmenin önünü açabilir.
Ancak bence bu sürecin en belirleyici aşaması Türkiye’de yıllardır uygulamada olan ve birçok durumda siyasi şiddetle ilgisi olmayan insanlara da uygulanan terörle mücadele yasalarının gözden geçirilmesi olacaktır. Bu, demokrasi standartlarının gelişmesi açısından hayati bir adımdır.
Eğer Türkiye bu süreci yürütmek isterse, Avrupa Birliği olarak bu sürece destek vermeye hazırız. Ama bu süreç Türkiye’nin iç işi, Türkiye anayasası çerçevesinde çözülmesi gereken bir mesele. Bu bir “Büyük Rojava” meselesi değil; Türkiye’deki Kürt vatandaşlarla ilgilidir ve ulusal yasal çerçevede ele alınmalıdır.
— Ekrem İmamoğlu hakkında verilen kararın hem siyasi hem de hukuki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, çok ciddi bir gerilemedir. Bazen AB’deki bazı aktörler Türkiye’deki otoriter eğilimleri yeni keşfetmiş gibi davranıyor. Oysa bu bir ilk değil. Bu eğilim son 10 yıldır devam ediyor.
İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın potansiyel ana rakibi olarak görülüyor. Bu nedenle ona karşı alınan kararın rekabeti ortadan kaldırmaya yönelik bir manevra olduğu algısı çok güçlü.
Diğer yandan, HDP gibi bazı kesimlerden Anayasa değişikliği için destek arayışı da gösteriyor ki mevcut hükümet, siyasi rekabetin kurallarına uygun davranmıyor. Seçim demokrasisinin olmazsa olmazı, rakiplerinle adil bir ortamda mücadele etmektir. Eğer yargı yoluyla rakiplerini saf dışı bırakıyorsan, bu artık rekabet değil, manipülasyondur.
Bu tür gelişmeler Türkiye’nin uluslararası itibarına da büyük zarar veriyor. Biz Avrupa Parlamentosu olarak bu tür gelişmelere karşı çok hızlı tepki verdik; bazı planlanmış temasları iptal ettik, Komiser Varhelyi Antalya Diplomasi Forumu’na katılmadı.
Ne yazık ki Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas’ın tepkileri çok zayıf kaldı. Bu, Türkiye’nin sivil toplumu açısından olumlu bir sinyal değildi.
-Avrupa Parlamentosu Türkiye ve Azerbaycan gibi ülkeleri sık sık eleştirirken, Avrupa Komisyonu ve Konsey’in daha temkinli açıklamalar yapması, karar alıcı kurumlar arasında bir görüş ayrılığı olduğu izlenimini doğuruyor. Bu durum nasıl açıklanabilir?
Avrupa Parlamentosu Üyesi Nacho Sánchez Amor’a göre bu oldukça geleneksel bir tablo. “Avrupa Parlamentosu, ilke ve değerlere en bağlı kurumdur. Oysa Konsey ve Komisyon, mevcut siyasi sınırlamaları dikkate alarak hareket etmek zorundadır,” diyor.
Sánchez Amor, bu yaklaşım farkını olağan kabul ediyor: “Bu bana göre anormal bir durum değil. Ancak dış politikada ilke ve değerlerin gözetilmesi zorunludur. Bu bir tercih meselesi değil, antlaşmalarla belirlenmiş anayasal bir yükümlülüktür.”
Parlamentoyla diğer AB kurumları arasındaki mesafeyi ise esprili bir dille anlatıyor: “Ben buna genelde ‘Rue Belliard Uçurumu’ diyorum. Belliard Caddesi’nin bir tarafında Parlamento, diğer tarafında ise Konsey ve Komisyon yer alıyor. Bu bir gerçekliktir ve bizim görevimiz bu uçurumu kapatmaktır.”
Sánchez Amor, Avrupa Komisyonu’nun zaman zaman mesajlarında kafa karışıklığı yarattığını belirtiyor ve ekliyor: “Eğer ortaklarımız varsa, onlarla doğrudan ve net konuşmalıyız. Zaten bizim tutumumuzu biliyorlar ve AB’nin hangi şartlarla uluslararası ilişkilerde yer aldığını gayet iyi anlıyorlar.”
Eleştirinin ilişkileri zedelemeden yapılabileceğini vurgulayan Amor, kendi deneyiminden örnek veriyor: “Ben de sıklıkla eleştiri yapmam gerekiyor. Ancak bazı konularda olumlu bir yaklaşım göstererek Türkiye ile yeniden iş birliği kurmaya çalışıyorum.”
“Türk makamları beni her zaman sıcak şekilde karşıladı, bu da onların benim Türkiye karşıtı bir figür olmadığımı bildiklerini gösteriyor. Ben Türkiye’nin dostuyum. Ancak resmi görevim gereği eleştiri getirmeliyim ve onlar da bunu anlıyor. Avrupa Komisyonu’nun da aynı yaklaşımı benimsemesi gerektiğine inanıyorum,” ifadelerini kullandı.
Share this content:
Yorum gönder