Hüseyin Alpaslan: GAZZE VE KUDÜS: SESSİZLİĞİN BEDELİ
Gazze, 21. yüzyılın en ağır insani trajedilerinden birini yaşıyor. İsrail’in saldırıları, sadece askeri bir müdahale olarak değil, modern çağın en acımasız soykırım örneklerinden biri olarak tarihe kazınıyor. Bombalar altında yaşam mücadelesi veren siviller, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar savunmasız bir biçimde hayatlarını kaybediyor. Okullar, hastaneler ve yerleşim alanları hedef alınıyor; sivil kayıplar uluslararası hukukun temel prensiplerini hiçe sayıyor. Her yeni saldırı, insanlığın vicdanına açılmış bir yara gibi derinleşiyor.
Son günlerde ise diplomasi cephesinde dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. İngiltere, Kanada, Avustralya ve Portekiz’in Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanıma kararı, Fransa’nın bu adımları destekleyen ve iki devletli çözümü yeniden gündeme taşıyan açıklamaları, Filistin halkının meşruiyetine dair uluslararası bilinci tazeledi. Bu kararlar, uzun zamandır çıkmaza giren barış sürecine dair umut kırıntılarını yeniden canlandırıyor. Ancak sahada devam eden yıkım ve işgal politikaları, bu tanıma adımlarının sembolik olmaktan öteye geçip geçemeyeceğini belirsiz kılıyor.
Öte yandan ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde Gazze’de acil, koşulsuz ve kalıcı bir ateşkes çağrısı yapan tasarıyı altıncı kez veto etmesi, uluslararası toplumun vicdanını derinden yaralıyor. Tasarı, sadece ateşkes değil, rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’ye insani yardım geçişlerinin engellerinin kaldırılması gibi temel insani talepler içeriyordu. ABD’nin vetosunu, Hamas’ı yeterince kınamayan ve İsrail’in kendini savunma hakkını açıkça tanımayan maddelere bağlaması, güçlü olanın haklı olduğu yanılsamasını bir kez daha gözler önüne serdi. Bu vetolar, savaşın durdurulmasını ve sivillerin korunmasını savunan ülkelerle, stratejik çıkarlar uğruna trajediyi derinleştiren ülkeler arasındaki uçurumu büyütüyor.
Kudüs ise bu trajedinin sembolik ve stratejik kalbi olmaya devam ediyor. Şehrin doğusundaki işgal, yerleşim politikaları ve kutsal mekânlara erişim üzerindeki kısıtlamalar, Filistinlilerin günlük yaşamını daha da zorlaştırıyor. İngiltere ve Fransa’nın tanıma kararları, Kudüs’ün statüsüne dair tartışmaları yeniden alevlendirse de sahadaki gerçeklik Filistinlilerin temel haklarını güvence altına almaktan hâlâ çok uzak.
Türkiye, tarihî bağları, Osmanlı mirası ve Müslüman halklarla olan dayanışması nedeniyle bu meseleye her zaman duyarlı oldu. İnsani yardımlar, diplomatik çağrılar ve uluslararası toplumu harekete geçirme çabaları önemli bir ahlaki duruş sergiliyor. Ancak ABD vetosu ve işgalin devamı gibi gelişmeler, Türkiye’nin diplomatik ve pratik sınırlamalarını bir kez daha ortaya koyuyor. Buna rağmen Türkiye, adaletin ve insan haklarının sesi olmaya devam etmeli, Filistin halkının meşru haklarını savunmayı sürdürmelidir.
Bugün Gazze’de atılan her bomba, Kudüs’ün işgal edilmiş sokakları ve dünyanın sessizliği, insanlığın vicdanını sorgulatan bir tabloyu önümüze koyuyor. İngiltere ve Fransa’nın Filistin devletini tanıma kararları umut ışığı taşısa da ABD’nin ateşkesi engelleyen vetosu ve sahadaki yıkım bu umudu gölgeliyor. Bu trajedi yalnızca bir bölgesel kriz değil, insan hakları ve evrensel adaletin sınandığı bir imtihandır. Tarih, sadece zalimleri değil, sessiz kalanları da kaydeder. Sessizliğin bedeli ağırdır; bugün susanlar, yarının utancını taşır. İnsanlık, politik çıkarların ötesinde evrensel değerlerle hareket etmediği sürece vicdanın sesi duyulmayacaktır. Aksi hâlde tarih, sessizliği ve adaletsizliği affetmeyecektir.
Hüseyin Alpaslan
Tarihçi-Yazar
Share this content:
Yorum gönder