Medeniyet insanın mizacının hayatta teşkilatlanmış hâlidir, demek kanımızca abartı değildir. Zira insan kendi mecmuası olarak toplumu var ederek kendi mazmununda bir içtima, birlik kurarak hayatı kendi rengine boyar. Medeniyet bu manada kültürün insanlararasılaşma imkânı olan değerler üreterek toplumun teşkilatlanmasıdır, demek de yanlış olmayacaktır. İbn Haldun bu meyanda “Umran, toplumla kaynaşmak ve ihtiyaçları gidermek maksadıyla şehire veya bir konaklama yerine inmek ve orada birlikte ikamet etmekten ibarettir. Birlikte yaşamanın sebebi maişetleri temin ederken tabiatları icabı insanların birbirine yardım etme(hocam burada cümle eksik kalmış sanki??)“Fâzıl şehir tam sıhhatte bir vücuda benzer. Bütün uzuvları onu hayat devresinin sonuna kadar muhafaza etmek hususunda yardımlaşırlar.”, (Farabî, el-Medinetü’l-Fâzıla, (Ter. Hafiz Danışman), Ankara, 2001, s.80.)( İbn Haldun, Mukaddime, (Ter. Süleyman Uludağ), c. 1, İstanbul, 2004, s.213) (yukarıda eksik kalan kısım sanki burada devam ediyor. Alıntı ve künyelerine yeniden bakıverin)durumunda bulunmalarıdır. Bu umranın bedevî olanı da, hadarî olanı da vardır. Bedevî olanı ovalarda, yaylalarla, hayvanların otlamasına elverişli bozkırlarda ve çöllerin çevrelerinde bulunur. Hadarî olanı ise şehirlerde, kasabalarda ve köylerde bulunur. Buralarda oturmaktan maksat yerleşme yerlerindeki surlarla korunmak, savunmak ve buralarda barınmaktır, tespitlerini yaparken medeniyetin oluşmasında toplumun birlik ve bütünlük içinde teşkilatlanması hâlinin arka planını anlatır. Hülasa her medeniyetçi akıl insanı insanın kurdu görmüyor. İnsan işte bu sebeple bir araya gelirken onu ahlakî olarak bir arada tutacak samimiyet harcının en önemli unsurlarından birisi şüphesiz diğergamlıktır.
Burada insanın mizacı dediğimiz cevherde olan şeyin bilgece aşikâr olması hali söz konusudur. İnsanın yapısındaki karanlığın şifalanması için ötekine ve tüm canlılara merhamet ve sorumlulukla yönelmesi gereği vardır. Toplum medeniyetin temel taşlarından birisi ise onun var ettiği şehirle birlikte oluşturacağı zemin insana kendilik ayinesi de olur. Nurettin Topçu’nun şu ifadeleri gelenekle gelecek arasında köprü gibidir: “Sosyal yaşayışın gerektirdiği gibi başkaları için yaşamak, hiçbir hesapta fert için kayıp sayılmaz; bu arzu edilen büyümedir, hatta bir zorunluluktur. Hayat da ateş gibidir, birleşmeden varlığını koruyamaz ve bu hâl, bedenden çok zekâ için böyledir. Alev gibi zekânın da kendi içine kapanması imkânsızdır: Onun da yapısı ışığını saçmak içindir. Aynı yayılma kuvveti duygusal yapıda da vardır. Sevincimizi paylaşmak isteriz, acılarımız paylaşmak isteriz. Kısır olmayıp ağaç gibi yemiş vermek, kendi varlığından başkalarına dasunmak(???), başkaları için çalışmak hem güzelin, hem de iyinin gerçek hayatını yaşamaktır. (Topçu, Ahlâk, s. 25-27) İşte gelenekten bir ses olarak İbn Haldun bu durumu ifade babında “Kaynaşmanın husule gelmesine esas olan (gerçek) husus ise, bir arada yaşama, yekdiğerini savunma, uzun süren temas, birlikte yetişme ve süt emme durumunun meydana getirdiği rabıta ile hayat ve mematla ilgili olan sair hâllerden ibarettir. Gerçekte, asabiyeti meydana getiren unsur, nesepten ziyade ictimaî zaruretlerde ve kader birliğinde iştiraktir. Söz konusu kaynaşma hâsıl olunca, imdada koşma ve yardımlaşma hâli onu takiben ortaya çıkar.” (İbn Haldun, Mukaddime, s. 413.), tespitleriyle geleceğe konuşur. İnsan neden ve nasıl millet olur ve millete hüviyetini veren şey sadece soyun getirdikleri değil onun ötesinde işte bu bir sürü ve değerli temel taşlarıdır. Türklerin soy anlayışı ve kendisinden sayma töresi de hep bu zeminde teşekkül etti. Bu bakımdan günümüzde emperyalist taşeronluk içeren etnik mızlanmalar henüz bu törenin çok gerisinden konuşmaktadır. İnsan medeniyeti insan için kurar ve toplum değerleri ile millet olur. Ötekine fayda ve paylaşma dileği medeniyetçi milliyetçiliğimizin esaslarındandır.
Kutadgu Bilig’de Yusuf atam bunun gelenekteki yerini belirtirken; “Bütün iyilikler bilginin faydasıdır. Sen her iki dünyayı arzu ediyorsan, bunun çaresi iyilik yapmaktır. İyi, halka faydalı olan ve bundan dolayı ona zevk veren şeydir. İyinin vasfı faydalı olmaktır. Kendi istifadesini düşünmez, başkasına fayda temin eder ve buna mukabil, bir karşılık beklemez.” (Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, s. 27-26, 240), bir toplumun insan modelinin esasına iyiliği ve faydayı bin yıl önce koymuş idi. İşte bu geleneğin son asırdaki sesi olan Topçu, “Merhamet, varlıklara çevrilen hareket hâlini alınca hizmet oluyor. Hizmet, insanın ölüme kadar tükenmeyen benliğinden ibaret kandili, çevresini aydınlatmak için yakmasıdır. Ve buna onun kendinin ihtiyacı vardır. Kendisinin bütüne bağlı bir bölüm, belki bütünden kopmuş bir parça olduğunu bilen ruhlar için o, bir kurtuluş yolu her an yenilenen selamet müjdesidir. Bu hâlin farkında olmayanlar için de bir tedavi ve neşe kaynağıdır. Hizmetimiz, varlığımıza sarılı yumak gibidir, o açıldıkça biz mesafe aldığımızı hisseder ve hafifleriz. Hizmet, varlığımıza bizim tarafımızdan sunulan minnet bahşişidir.” (Topçu, İslâm ve İnsan Mevlânâ ve Tasavvuf, s. 97, 98), diyerek bunu toplumumuza hatırlatmak istemiş idi.
Modern zamanlarda insan, toplum, millet kavramları konusundaki kafa karışıklığının mazi bilmezlik, tarihle alâkasızlık ve daha önemlisi ise entelektüelin aydınlanmadan taklitçi kalması sonucunda kendini bilmezlik ve kendöz fukaralığı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Lakin mesele geçmişten birkaç özlü sözü aktarmak ve güzellemek, sizi cahiller diyerek parmak sallamak değil burada aslında retorik olmayan bu arka planın hayatın gerçeğine dönüşmesi için gayret etmektir. Bu beşikten mezara sürmesi gereken bir ince işçiliktir. Medeniyetçi milliyetçilik olarak kavramlaştırılan mesele işte bu tefekkür ve hareket ile hayatın içerisinde insanî olana imkân bulmaktır. Gemisini kurtaran kaptanlar çağında bu sözler sermayeyi tedirgin ediyor biliyoruz ama varlığın değirmeni de zamanda hayat öğütmeye devam ediyor.