Şimdi yükleniyor

Asif Şefeqqetov: Rusya Avrupa’nın kabusu mu

“Ukrayna projesi”nin yaratıcısının İngiltere mi yoksa Amerika Birleşik Devletleri mi olduğunu söylemek zor, çünkü bu herhangi bir devletin değil, bu devletlerdeki elit grupların projesi. Basitçe söylemek gerekirse, bu grup devlet iktidarının kontrolünü ele geçirdiğinde, grup çıkarları projesi bir devlet projesine dönüşüyor. Bu açıdan bakıldığında, “Ukrayna projesi” ultra küreselcilerin bir projesiydi. Bence onların “beyin merkezleri” İngiltere’de bulunuyor. Projenin başarısı, Anglo-Saksonların dünya hegemonyasını en az 50 yıl daha uzatabilir.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa, Anglo-Saksonların vasallığını kabul etti ve yakın zamana kadar bu vasallığın tadını çıkardı. Ancak, üstün haklara sahip bir vasaldı, aslında efendilerin (Anglo-Saksonların) diğer vasallara “tokatlayıcısı”ydı. Efendinin “tokatlayıcısı” nasıl olur? Kendisi güçlü olmayabilir, ancak efendisine yağ çekerek kendisinden daha güçlü birine tokat atar, çünkü tokatlananın efendisi yüzünden kendisine karşılık vermeyeceğinden emindir.

Peki Avrupa neden vasallıktan yararlandı? Uzun bir cevaptan kaçınmak için tezlerde birkaç noktaya değineceğim:

Her halükarda, diğer vasallardan üstün bir konumdadır (vasal da olabilir) ve kimse yüzüne vasal olduğunu söyleyemez.

Anglo-Saksonların hegemonyası, yüzyıllardır birbirini yok eden ve yalnızca 20. yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşına neden olan Avrupa’da barışı sağlamıştır (vasallar, efendinin izni olmadan savaşamazlar).

Efendi, Avrupa’nın hem içeride (vasallar arasında) hem de dışarıda güvenliğini sağlamıştır. Lord güvenliği sağladığı için, vasallar büyük bir ordu bulundurmadılar ve biriktirdikleri fonları kendi bilimsel, ekonomik ve sosyal gelişimlerine yönlendirdiler.
Avrupa da lordun uluslararası dünyadaki tüm başarılarından pay aldı (lordun sofrasından parçalar).

Avrupa bu rahat durumdan o kadar memnundu ki, vasallıktan ayrılmayı bile düşünmedi.

Efendiler ile kıta Avrupası arasındaki ilişkileri medeni göstermek için buna transatlantik iş birliği adı verildi.

30 yıllık varoluşun ardından transatlantik iş birliği bir krizle karşı karşıya kaldı: efendiler “asalak” Avrupa’yı ayakta tutmak için yeterli kaynağa sahip değildi. Sosyalist bloğun çöküşü, “kuzgunların” önüne devasa bir “leş” attı. Bu “leş” sayesinde transatlantik iş birliği 30 yıl daha gelişti. Yeni bir “leş”e ihtiyaç vardı: fareler yiyecek bir şey bulamadıklarında birbirlerini (en zayıflarını) yerler. Bu nedenle Avrupa, efendilerinin “Ukrayna projesini” (Rusya’yı bölme) “yaşasın” diyerek karşıladı; aksi takdirde kendileri de yenilecekti.

“Ukrayna projesinin” başarılı olmadığı artık biliniyor. Bu projenin başarısızlığı sonucunda, projenin yaratıcısı olan elit grup Amerika Birleşik Devletleri’nde iktidardan uzaklaştırıldı. İngiltere’de ise hâlâ iktidarda, ancak “ölüyor”. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yeni elit grup, Avrupa için tehlikeli bir sloganla iktidara geldi: “Önce Amerika!”. Bu sloganda alışılmadık bir şey yok, aslında her devlet her şeyden önce kendi çıkarlarını korumalıdır; bu bir aksiyomdur. Yani bu slogan kimseyi endişelendirmemelidir. Peki Avrupa neden endişeli? Sonuçta Avrupa, transatlantik iş birliğinde bir asalak gibi davrandı. Anlaşılan o ki, “Ukrayna projesi”nin hayata geçirilmediğini gören efendi, asalaklardan kurtulmak istiyor; onları besleyecek yeterli kaynak da yok.

Dolayısıyla paradoksal bir durum ortaya çıktı. ABD, Avrupa’ya, “Askerlerimi Avrupa’dan çekmek istiyorum, bundan sonra kendinizi koruyun” diyor. Avrupa ise yalvarıyor, dalkavukluk ediyor, her türlü tavizi veriyor ve ABD’nin askerlerini çekmemesi, yani onları vasallıktan mahrum bırakmaması için bin bir türlü numara çeviriyor. İşte bu yüzden Avrupa, zaten başarısız olan “Ukrayna projesi”nin ömrünü en az 3 yıl uzatmaya çalışıyor. Neden 3 yıl? Çünkü 3 yıl içinde ABD’de elit bir aşırı küreselleşmeci grubun tekrar iktidara geleceğini ve rahat asalak faaliyetlerine devam edeceğini umuyorlar. Bu, Avrupa’nın “A Planı”.

Ne de olsa, 3 yıl içinde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki aşırı küreselleşmeciler iktidara gelmeyebilir, gelseler bile planları değişebilir. Dünya hızla değiştiği için Amerika Birleşik Devletleri 5 yıl önceki kadar güçlü değil. İşte bu yüzden Avrupa’nın da bir “B Planı” var. Ancak ilginç bir nüans var: “Plan A” kolektif bir plansa, “Plan B” ise bireysel devletlerin bireysel bir planıdır. Bu planın özü nedir?

Avrupa liderleri ve basın her gün Rus tehdidi, Rusya’nın Ukrayna’dan sonra Avrupa’yı işgal edeceği, Ukrayna savaşı için gerekenden daha fazla mühimmat ve teçhizat üreteceği konusunda konuşuyor, yazıyor, alarm veriyor ve panik havası yaratıyor. Az çok mantıklı olan herkes bunun imkansız olduğunu bilir. Bu konuda fazla yazmak istemiyorum ama Rusya’nın sınırındaki Slav ülkelerini işgal edecek insan kaynağına bile sahip olmadığını söyleyeceğim. Bunu yapmanın mantıklı bir temeli yok – neden işgal etsin ki?! Rusya’nın Ukrayna’yı tamamen işgal edeceğine bile inanmıyorum. Gerekirse bu konuda ayrı bir durum yazısı yazacağım.

Peki Avrupa neden bu kadar histeri yaratıyor? Bu sorunun birkaç cevabı var. Bunları en bariz olandan en gizliye doğru sıralayacağım:

Avrupa’ya yönelik tehdidi abartarak ABD’nin Ukrayna’dan tamamen çekilmesini engellemek.
Avrupa’da paniği artırarak Ukrayna’ya yardım etmek Ülke nüfusunun refahındaki düşüşü haklı çıkarmak, buna karşı bir tür hoşgörülü tutum sergilemek.
Ukrayna yenilgisini mümkün olduğunca ertelemek, ideal olarak 3 yıl ertelemek.
Avrupa ülkelerinde askeri bütçede keskin bir artış, ulusal ordunun güçlendirilmesi ve nüfusun militarizasyonu.

Bu olayların arka planında, basında bazen Polonya’nın, bazen Almanya’nın, bazen Fransa’nın Avrupa’nın en güçlü ordusunu kuracaklarına dair açıklamalar yaptığını, tüm ülkelerde yeni askeri tesisler inşa edildiğini, askeri personel sayısının artırıldığını, birçok ülkenin zorunlu askerlik hizmetine girdiğini, okullarda askeri eğitim ve ilk yardım dersleri verildiğini, yeni hastaneler, sığınaklar inşa edildiğini, sık sık askeri tatbikatlar (manevralar) yapıldığını vb. okuyoruz. Sanki tüm Avrupa 2-3 yıl içinde başlayacak savaşa hazırlanıyormuş gibi. Rusya’nın 2028-2030’da Avrupa ile savaşa gireceğini söylüyorlar ve bu tarihe hızla hazırlanıyorlar.

Peki, Rusya’nın Avrupa’ya saldırması gerçekçi değilse, neden Avrupa bu kadar hızlı silahlanıyor, halkın sosyal durumunu kötüleştirme pahasına militarizasyona bu kadar çok para harcıyor? Bunlara aptal denemez! İktidardaki biri aptal olabilir, ancak arkasında oturan kurumlar ve düşünce kuruluşları vardır. Herhangi bir stratejik karar bu kurumlar tarafından hazırlanır ve sadece iktidardaki kişinin adıyla ilişkilendirilir.

Bu durumun özü, bu sorunun cevabıydı.

Avrupa’nın kabusu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’dan çekilmesi ve transatlantik iş birliğinin çökmesidir. Neden?

Avrupa, tarihsel olarak dünyanın en saldırgan kıtası olmuştur. Dünyadaki en çok savaş bu kıtada gerçekleşmiştir. Kendini medeni sayan Avrupa, tarih boyunca sadece kendi kıtasıyla yetinmemiş, diğer tüm kıtalarda sayısız saldırganlık savaşı yürütmüştür. Başka bir deyişle, gezegenimizin en saldırgan halkları Avrupa’da yaşamıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa bir barış kıtası haline geldi. Peki bu nasıl oldu?

II. Dünya Savaşı’ndan sonra hiçbir Avrupa ülkesi galiplerin iradesine karşı gelemedi. 1945’te galipler uluslararası hukukun ilkelerini belirlediler ve BM’yi kurdular. Uluslararası hukukun temel ilkelerinden biri, devlet sınırlarının dokunulmazlığı ilkesidir. Batı’da (kapitalist blok) bu ilke ABD tarafından, Doğu’da (sosyalist blok) ise SSCB tarafından güvence altına alındı. Batı ve Doğu Avrupa’da konuşlanmış olan galiplerin birlikleri de bu ilkeyi korumak için “jandarma” görevi gördüler…

Devlet sınırları hiçbir zaman istikrarlı değildir; toplumun gelişmişlik düzeyine bağlı olarak genişleyip daralan esnek bir çerçevedir. Tarih boyunca durum böyle olmuştur ve 1945’e kadar sınırları kalıcı olarak istikrarlı kalan hiçbir devlet olmamıştır. Mevcut sınırlardan duyulan memnuniyetsizlik genellikle savaşlara yol açmıştır. ABD ve SSCB birlikleri buna izin vermemiştir. Bir devlet sınırlarını genişletemiyorsa, komşusuyla savaşa girmenin ne anlamı var?!

Uluslararası hukukun bu ilkesi yalnızca sınırların zorla değiştirilmesine karşıydı, ancak sınırlar gönüllü olarak değiştirilebilirdi. Bu nedenle, 1945’ten sonra Batı, ona ulusal kurtuluş hareketi verdi, ülkeyi fiilen böldü ve ardından merkezi hükümeti ayrılıkçı toprakların sınırlarını tanımaya zorladı. Bu durumda, sınırlar karşılıklı olarak tanındığı için resmi olarak uluslararası hukuk ihlal edilmedi. Hatırlarsanız, AGİT Minsk Grubu da Karabağ sorununda bizi buna zorlamak istemişti.

Sınırların zorla değiştirilmesinin yasal statüsü ilk kez Sırbistan’da tanındı. ABD askeri güçlerinin yardımıyla Kosova, Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etti ve ABD hemen (18 Şubat 2008’de) bağımsızlığını tanıdı. Ancak Sırbistan, ne kadar zorlamaya çalışsa da, Kosova Cumhuriyeti’ni (Azerbaycan da) henüz tanımadı. ABD’nin ardından, tüm Avrupalı ​​vasallar Kosova’nın bağımsızlığını tanıdı. Rusya ve Çin buna şiddetle karşı çıktılar ve böyle bir emsalin ciddi sonuçları olacağını belirttiler (aslında emsal Rusya için hazırlanmıştı). O dönemde, bağımsız cumhuriyetler ilan eden Abhazya ve Güney Osetya toprakları, Gürcistan merkezi hükümetine bağlı değildi. Bu topraklarda Rus birlikleri bulunuyordu, ancak Rusya onların bağımsızlığını tanımadı. Kosova emsaline atıfta bulunarak Rusya, 26 Ağustos 2008’de Abhazya ve Güney Osetya Cumhuriyetlerini tanıdı.

Peki Avrupa neden Kosova emsalinden endişe etmiyordu? Sonuçta, Avrupa’daki hemen hemen her ülke aynı sorunları yaşıyor ve onlar da kendi “Kosova”larını yaratamazlar mıydı? Endişelenmiyorlardı çünkü Avrupa’daki sınırlar, bazı insanların protestosu, hoşnutsuzluğu veya “ulusal kurtuluş mücadelesi” ile değil, yalnızca efendinin (ABD) iradesiyle değiştirilebilirdi. Avrupa, efendinin sadık tebaasına bunu yapmayacağından emindi. Sırbistan, tebaa olmadığı için cezalandırıldı.

Şimdi durum farklı – efendinin 20 yıl önceki gücü ve arzusu yok. Avrupa’daki her ülkenin, II. Dünya Savaşı’ndan sonra galiplerin iradesiyle değiştirilen sınırlardan bahsetmeye bile gerek yok, başkaları üzerinde tarihi toprak iddiaları var.

Share this content:

Yorum gönder