– Son zamanlarda jeopolitik olayların etkisi altında “dekolonizasyon” teriminden bahsedenlerin sayısı giderek artıyor. Sizce jeopolitik, bu tartışmanın ortaya çıkışını ve dekolonizasyon söylemini ne ölçüde etkiledi?
– Çevremizdeki krizlerin ve çatışmaların ulusal kimliğimizin gelişimi üzerinde somut bir etkisi olduğunu söyleyebilirim. Açıkçası jeopolitiğin tarihsel dünya görüşünün oluşumu üzerinde bir etkisi var. Sonuçta, son 3-4 yıldır yabancı ve Kazakistanlı yayınlar, entelektüel ve bilimsel çevreler Orta Asya ülkelerinin Sovyet sonrası dekolonizasyonu hakkında giderek daha sık konuşmaya başladı.
Yakın zamanda Nazarbayev Üniversitesi’nde ulusal kimliğin yansıması ve dekolonizasyonun girişimcilikteki rolü üzerine uluslararası bir seminere katıldım. Kırgızistan, Özbekistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Belarus’tan akademisyenler dekolonizasyon eğiliminin arttığını ve sanat ve girişimciliği etkilediğini teyit etmişlerdir.
Son zamanlarda dekolonizasyon konusu farklı alanlarda hızla ilerlemektedir. Bu bağlamda, Ekim ayında Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü, Al-Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi’nde dekolonizasyon üzerine bir konferans düzenledi. Bu, yerel halkın belli bir kesiminin dikkatini çekmiştir. Aynı toplantıda Rus uzmanlar dekolonizasyon konusunun ciddi bir şekilde tartışılmasından duydukları endişeyi dile getirerek tarihin yorumlanmasındaki çelişkilerin azaltılması ve farklı bakış açılarının uzlaştırılarak ortak bir paydada buluşturulması gerektiğini belirttiler. Anlaşılan bu konu onları rahatsız etmeye başlamışı ve bu konu üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeye başlamış olabilirler.
Bu bağlamda birkaç hafta içinde iki ülke tarihçilerinin katılımıyla ortak bir çalışma komisyonu kurulabilir. Bu da toplumda kuşkuları arttırmış ve akademik çevrelerde birçok soruya neden oluyor. Kazakistan tarihi kitaplarında “kolonizasyon” teriminin bulunmasından rahasızlar mı? Sovyetler iktidara geldikten sonra Çarlık dönemini bir sömürge imparatorluğu olarak eleştirmedi mi? Örneğin, iktidarları döneminde “Sömürgeleştirme sorunları: periyodik koleksiyon” (St. Petersburg, 1907-1917), “Rusya – sömürge politikası – 19.-20. yüzyıllar” gibi yayınlar vardı. Ders kitaplarımızdaki “sömürge politikası” ifadesini ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu durumda, eğer “Rusya’ya hanlık halinde gönüllü olarak katıldıysak”, Rus akademisyenler neden “Orta Asya’ya ilişkin fetih, seferler, ilhak etme, kolonizasyon, genişleme” gibi kelimelerini kullandılar?
Bir başka ilginç olgu da Rus uzmanların, dekolonizasyon tarihsel söyleminin canlandırılmasında Ukrayna savaşının ve jeopolitiğin etkisini kabul etmeleridir. Komşu bir ülkeden bazı isimlerin başka ülkelerin toprak bütünlüğünü ve devlet olma özelliklerini sorgulaması bir dostluk işareti değildir.
Objektif Rus tarihçiler Kazakistan’a gelecek hafta gelmeleri bekleniyor, muhtemelen bilimsel bir ortamda açıkça fikir alışverişinde bulunmak mümkün olurdu. Ancak, halkın tarihsel hafızası için bir mücadele söz konusu olduğunda, Kazak tarihçilerimiz bilimsel pozisyonlarını kendi dillerinde açıkça belirtmelidir. Sonuçta Rusya’da tarihi adil bir şekilde değerlendiren profesyonel bilim insanları da yok değildir. Hassas konudaki hpozisyonumuzu onlara da açıklamak gerekir. Her halükarda tarihin çarpıtılmasına izin vermemeliyiz.
Sonuçta ülkemizde dekolonizasyon konusu bilimsel tartışmaların ötesine geçerek toplumda bir tartışma konusu haline geldi.
– Yani SSCB’nin sömürgeci niteliğini kabul etmiyorlar mı?
– SSCB döneminin totaliter sistem olduğu ve imparatorluğun kızıl elbiseli bir devamı olduğuna şüphe yok. Elbette Çarlıktan şekil ve ideolojisi farklıydı. Sömürge imparatorluğu ve sömürgeleştirilen ülke bu tarihsel deneyimi farklı açıdan yorumluyorlar. Tarihsel gerçek şu ki, biz ulus olarak en azından bir yarı sömürgeydik.
SSCB, İngiliz sömürgeciliği gibi klasik bir imparatorluk olmasa da, “iç sömürgeleştirme” yoluyla karmaşık (hybrid) bir komünist imparatorluktu. Yani, yerel cumhuriyetlerle tek bir siyasi sisteme entegre edilmiş bir Rus-Sovyet “modernleşme projesi” idi. Bu sistemde bazı gruplar diğerlerinden daha fazla kaynağa sahipti. Bu eşitsizlik, daha güçlü grupların daha zayıf olanları sömürgeleştirmesine olanak sağladı. Ve bu tür bir sömürgeleştirme, geleneksel sömürgeciliğin karakteristik bir olgusudur. Bu radikal modernleşme sanayileşme, ideoloji, eğitim ve toplum mühendisliği yoluyla acımasızca amma başarıyla uygulandı. Bizler sömürgeleştirme tarihinin bir ürünüyüz.
Elbette Sovyet döneminde tarihi deneyim ortak idi. “Stalin’in ulusal/etnik politikası” yapay biçimler ve sert yöntemlerle ulusal yapımızı büyük ölçüde değiştirerek milliyetimizi yeniden biçimlendirdi. Kazaklar, sömürge döneminde kültürlerini, dillerini, dinlerini ve bilinçlerini kaybeden ya da kaybetmek üzere olan en büyük etnik gruplardan biridir. Kültürel soykırımdan kurtulmuş bir topluluk olarak hala tedavi edilemeyen birçok yaramız var. Sömürge sistemi eşitsizlik, şiddet ve ırkçılık hiyerarşileri ve yapılarını yarattı. Bilgi ile Sömürgeleştirme fikrinin yazarı Walter Mignolo, “sömürgeleştirmede bilginin rolünün” çok önemli olduğuna inanıyor. Anibal Quijano ise “gücün sömürgeleştirilmesi” ve “bilginin sömürgeleştirilmesi” fikrini öne sürmüştür. Dolayısıyla, dekolonizasyon bilgi (teknoloji) ve politika (güç) aracılığıyla gerçekleşir.
En önemlisi, biz millet olarak dünyanın ayrılmaz bir parçası olduğumuzu unuttuk, tarihsel sorumluluk duygumuzu da kaybetmiştik. Bir yabancı gördüğümüzde sanki anlayacakmış gibi ona Rusça konuşmaya başlıyoruz. Son bir buçuk asırdır çeşitli jeopolitik projelerde Rusya’nın gölgesinde gelişiyoruz. Tarihin bir nesnesi haline gelmişiz, köklerini ve tarihle bağını neredeyse kaybetmiş bir ulusa dönüşmüşüz. Örneğin Astana nüfusunun yüzde 82’si etnik Kazak olmasına rağmen hala konuşmadan önce etrafımıza bakıyoruz. Çünkü eski refleksler ayakta kalsa da zayıflıyor.
– Durum bu kadar zor mu ki karamsarlık hakim?
– Elbette, halkımız ne tür sınavlardan geçerse geçsin iyimserliğini ve umudunu hiçbir zaman kaybetmedi. 33 yıllık bağımsızlık döneminde yeni ulusal kimliğimiz (benliğimiz) oluştu. Bu süre zarfında millet olarak niteliksel siyasi ilerleme kaydetme konusunda çok zaman kaybettik ama demografik, sosyolojik ve entelektüel dönüşüm için zaman kazandık. Nazarbayev döneminde bağımsızlık coşkusunu ve demokratik romantizm yaşadıktan sonra, son üç yılda “hibrit realite” dönemine geçtik. Jeopolitikte uluslararası bir özne olmak için elimizden geleni yapıyoruz.
Ulusumuz modern bir ulus inşa etme (nation-building) aşamasından geçiyor. Modern bir ülke, kentli bir toplum haline geldik. Bir milli eğitim sistemi oluşturuldu, rekabetçi bir gençler camiası oluşturuldu. Alaşorda’dan bu yana ilk kez bilinçli, göüz açık bir toplum, ulusal bir entelektüel ortam oluşmaktadır. En son ne zaman böyle eğitimli bir gençliğimiz oldu? Ne zaman şimdiki gibi bağımsız uzmanlarımız oldu? Kazaklar ne zaman yurtdışında eğitim gördü ve üç dil konuştu? Alaş Ordu lideri Alihan Bökeyhanov şimdi dirilip gelseydi ve bazı gelişmiş vatandaşları, milli okulları, üniversiteleri görseydi, Allaha secde ve şükür ederek kadere sonsuza dek minnettar olurdu.
Son bir buçuk asırdır sürekli ittifaklar içinde olmak zorunda bırakılan milletimiz, tarihteki rolünü belirlemenin öncesinde yeni bir döneme girmektedir. Her 10 yılda ülkede bir dil ve kültür açısından büyük bir dönüşüm yaşıyor ve sivil bir toplum – özgür bir siyasi ulus olarak yeniden doğuyoruz. Kazak dili bir bilgi, birikim ve devlet dili olarak gelişmektedir. Dilimizin rolündeki kademeli artış, aşağıdan yukarıya doğru gelen bir dekolonizasyonun işaretidir. Bana öyle geliyor ki, bu tektonik değişimlerin arkasındaki itici güç olarak iç karışıklıkların yanı sıra dış baskılar ve jeopolitik olaylar da gösterilebilir.
– Sizce jeopolitik dekolonizasyonu nasıl etkileyecek?
– Bence çok büyük bir etkisi oldu. Kesin olarak söyleyebilirim ki Karabağ savaşı, Ukrayna savaşı ve Almatı 2022 Ocak olayı, dekolonizasyon söylemi ve ulusun kimliği üzerinde derin bir etki yarattı. Her 15-20 yılda ancak gerçekleşen radikal bir toplumsal dönüşüm, kelimenin tam anlamıyla son 4-5 yıl içinde gerçekleşti ve milletimiz hızla dönüşüyor.
İlginç bir düşünceyi dile getireceğim. Devlet adamı K. Sultanov’a göre, İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerden ayrılma deneyimini inceleyen Kazakistan da SSCB’den ayrılma sürecinde “yumuşak barışçıl bir boşanma” için 1991’den beri BDT gibi çeşitli birliklere geçici olarak katılmış.
2020’den bu yana, yukarıda bahsedilen üç jeopolitik faktörün ulusun kimliğini büyük ölçüde etkilediğine inanıyorum.
İlk olarak, 2020-2021 Karabağ savaşı Türk halklarının zihninde büyük bir yankı uyandırmış ve Türkiye ile Azerbaycan’ın birliğinin askeri gücünü ve stratejik potansiyelini dünyaya göstermiştir. Eskiden marjinal bir akım olan Türklük fikri, kısa sürede realizmin ana akımlarından biri haline geldi. Artık ne halke ne de devlete Türk birliğinin önem ve gerekliliğini anlatmaya ihtiyacı var.
İkinci olarak, jeopolitik baskı altında gerçekleşen Ocak olaylarının Kazakça konuşulan bölgelerde başlaması tesadüf değildir. Bu, aniden sırtımıza saplanan soğuk bir hançerdi. Almatı’daki ayaklanmalar sivil güvenliğe bakışımızı kökten değiştirdi. Ulusun birliği daha önemli hale geldi. Artık Rusça konuşan Kazaklar devlet dilinin gerekliliği ve önemi konusunda tartışmıyor. Artık tüm vatandaşlarımız dilin ulusun esas temeli olduğunun farkındadır.
Üçüncü olarak, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali “kimin kim olduğunu” açıkça göstermiştir. Bu, ulusal bilincin uyanması için bir itici güç oldu. Bunun sadece bir fobi değil, gerçek bir olgu olduğunu gördük. Orta Asya’da halkın agresif saldırganlığa karşı tutumu dramatik bir şekilde değişti ve artık jeopolitiği tamamen farklı bir şekilde kabul ediyoruz. Savaş kamuoyunun ruh halini ve küresel güçlerin Orta Asya’ya odaklanmasını etkiledi. Savaş, bölge ülkelerini dış politikalarında daha cesur olmaya, birleşmeye, alternatif bir pazar, orta güç ve ticaret ve lojistik koridoru olarak önemlerini arttırmaya itti.
Bu çatışmalar toplumları “biz kimiz”, “nasıl bir ulus olmalıyız” sorularına cevap aramaya itti. Eğer özgür ve sivil bir ulus olmak istiyorsak, kendimizi Sovyet döneminden kalan katı yapılardan ve eski sert hiyerarşilerden yavaş yavaş kurtarmalıyız. Kamu bilincini sömürgesizleştirmek için sorunlu geçmişimiz hakkında açıkça konuşmalıyız. Dolayısıyla, tarihsel hafızamızı ve ulusal kimliğimizi ancak kendimiz tanımlayabilir ve geliştirebiliriz.
Zhanat Momynkulov