KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Waşington İranın aklını hafife mi alıyor

Waşington İranın aklını hafife mi alıyor

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 21 dk okuma süresi
467 0

Washington, İran’ın aklını yine hafife aldı… – İran petro-dolar tiranlığına son mu veriyor? Şimdi İran bu düzeni bozuyor ve ABD doları sistemine ve doların dünyadaki hakim döviz kuru rolüne yeni bir darbe indiriyor. İran’ın şimdi petrolünü yalnızca euro ile satma kararı almasıyla birlikte, Dolar Sistemi tiranlığına dönüşmüş olan şeyin sonu yaklaşıyor. Gerçekten de büyüleyici bir dünya.

Bu günlerde Washington’un dış politikalarına, CIA tarafından ortaya konulan ve basınçlı suyla sorgulama gibi işkence yöntemlerinin herhangi bir düşman savaşçıdan değerli istihbarat bilgileri almanın başarılı ve meşru bir yolu olduğu şeklindeki argümanda görülen türden, tuhaf bir sado-mazoşism türü hakim oluyor. Akıllara Ebu Gureyb ve Guantanamo geliyor. CIA şefi John Brennan, Dışişleri Bakanlığı’ndan Victoria Nuland, yahut Pentagon’dan neo-con Ash Carter gibi savaş yapıcılar, büyük bir ülke olmak için önce “kötü polis” olmanız, hedef kişinin veya ülkenin ağzını burnunu dağıtmanız gerektiğine ikna olmuş gibi görünüyor. Onlara ekonomik yönden bellerini kırma noktasına kadar yaptırım uygularsınız. Sonra diğer yüzünüzü gösterir ve “iyi polis” olursunuz. Onların aptal CIA ve askeri işkence kitapçıkları bunun her zaman işlediğini söyler. Tek sorun, gerçekte işlemiyor olmasıdır. Bu, bugün bir çok ülkenin Washington’un zorba kötü polis-iyi polis oyunlarına direnmesi sebebiyle kesinlikle böyledir. İran’ın petrol ihracatı satışlarını fiyatlandırma konusunda yaptığı şey buna bir örnektir.

2015 yazında Amerika Birleşik Devletleri, görünürde İran’ın UAEK’ya nükleer reaktör programının uluslararası izlemeye açık olma garantisi vermesine bağlı olarak bazı koşullarda İran’a yönelik yaptırımların kaldırılmasına onay verdi.

En ağır yaptırımlar Ocak 2012’de ABD Hazinesi’nin saldırgan Finansal Terörizm Ofisi tarafından hazırlandı. Ardından Washington’un dev baskısı altında Avrupa Birliği bu yaptırımları dayattı. Uygulanan önlemlerin arasında geçmişte eşi görülmemiş şekilde İran bankalarının petrol satışı veya dünya pazarlarında ticaret için SWIFT bankalar arası ödeme sistemine erişiminin dünya çapında kesilmesi de vardı.

SWIFT, yani Dünya Çapında Bankalar Arası Finansal Telekomünikasyon Şirketi, dünyadaki bankalar arası finansal işlemlerin çoğunu gerçekleştirir. Merkezi Belçika’dadır ve AB’nin değil, özel bankaların mülkiyetindedir. Bu olay SWIFT’in 39 yıllık tarihindeki ilk çıkarma oldu. SWIFT tarafından yapılan bu çıkarma işlemi, ABD Hazine Bakanlığı’na bağlı terörizm ve finansal istihbarattan sorumlu bakan yardımcısı David Cohen ile, Washington’daki bir yaptırım uzmanı olan Mark Dubowitz tarafından tasarlanmıştı. Bu, Washington’un bir termo-nükleer silah kullanma kararı almasının mali açıdan dengi idi.

Aynı şekilde AB de İran’a bir petrol ambargosu uygulamayı ve İran’ın yurtdışındaki merkez bankası varlıklarını dondurmayı onayladı. İran para birimi dolar karşısında hızla çakılarak %80 oranında değer kaybetti. İran’da enflasyon, özellikle hayati önemdeki buğday ithalatında aşırı yükseldi ve AB, Çin, Japonya, Güney Kore, Hindistan da dahil olmak üzere başlıca müşterilere yapılan petrol ihracatları yarı yarıya düştü.

Nankörlük?

16 Ocak 2016 günü, Viyana’daki UAEK’dan İran’ın nükleer zenginleştirme ve Temmuz 2015 tarihli anlaşmanın öteki kısımları hakkındaki yükümlülüklerini yerine getirdiği haberinin gelmesi üzerine SWIFT, Ulusal Banka da dahil olmak üzere bütün İran bankalarını yeniden ödeme sistemine kabul ettiğini duyurdu. AB, petrol şirketleri de dahil olmak üzere Avrupalı şirketlerin İran’la iş yapmasının artık yasak olmadığını açıkladı. Obama Yönetimi ise bu kadar cömert değildi.

ABD Hazine Bakanlığı, “ABD ambargosu, İran’ın nükleer programı dışındaki kaygılar nedeniyle, uygulama gününden sonra bile genel olarak yerinde kalacaktır” diye duyurdu. Beyaz Saray, “ABD’nin İran’ın terörizme verdiği desteğe, insan hakları ihlallerine ve füze faaliyetlerine odaklanan meşru yaptırımları halen yürürlüktedir ve yürürlükte kalmaya devam edecektir” şeklinde bir açıklama yayınladı.

Tahran, ABD’nin yönettiği ekonomik savaşla geçen yıllara tepki gösterdi. İran liderliği, ABD’nin serbest piyasa ekonomisine kucak açan Vietnam’ın yaptığı gibi, 1979’dan beri kendisine karşı daimi bir savaş yürüten bir ülkeye kucak açmak yerine, ABD’ye SWIFT yaptırımlarını ve öteki yaptırımları yeniden empoze etmek için bir bahane vermek ile kendi ulusal çıkarlarını izlemek arasında bir cambaz ipi germe yönünde net bir karar aldı.

Bu çıkarların arasında dolardan çıkış yönünde büyük bir adım da var. Şüphesiz Washington’daki bazı katı isimler ile onların Suudi Arabistan ve Tel Aviv’deki müttefikleri bunu nankörlük olarak adlandıracaktır. Ben ise bunu, İran’ın egemen ulusal çıkarlarının peşinden giden otonomi olarak adlandırıyorum.

Yalnızca Euro karşılığında petrol

Şimdi, ABD’nin 37 yıllık ekonomik yaptırımlarının kaldırılmasına “nankörlük” olarak 5 Şubat günü, İran devlet kanalı PressTV’de yayınlanan bir habere göre İran Ulusal Petrol Şirketi’nden bir yetkili, İran’ın petrol karşılığındaki ödemeleri dolar değil, yalnızca euro cinsinden alacağını açıkladı. Yetkili ayrıca, Fransa’nın enerji devi Total, İspanyol arıtım şirketi Cepsa ve Rusya’nın Lukoil firmasıyla yeni imzalanan anlaşmalarda bu kuralın uygulandığını ekledi.

Şirket yetkilisi, “Faturalarımızda, teslimat zamanında dolar karşısındaki değişim oranı dikkate alınarak, petrolümüzü satın alan şirketlerin euro cinsinden ödeme yapacağı şeklinde bir hüküm bulunuyor” diye belirtti. Kurum ilave olarak, Hindistan’ın ve SWIFT tarafından gelen dondurma kararı zamanında alım yapan öteki büyük alıcıların, milyarlarca euro değerindeki borçlarını dolar değil euro cinsinden ödeyeceğini belirtti. İran Ulusal Petrol Şirketi yetkilisi, İran Merkez Bankası’nın ülke henüz yaptırımların etkisi altındayken dış ticareti euro ile yapma yönünde karar aldığını ifade etti.

Bu neden bu kadar büyük bir mesele diye mi soruyorsunuz? Kendi başına, o kadar da büyük bir mesele değil. Fakat başka Avrasya ülkelerinin, özellikle de Rusya ve Çin’in iki taraflı enerji ticaretini kendi ulusal kurlarıyla –ruble ve yuan– yürütme yönündeki benzer adımları ve Rusya’nın kısa süre önce aldığı, St. Petersburg Ticaret Borsası’nda ham petrol işlemlerini rubleyle yapma ve Londra borsasında ABD dolarıyla yapılan Brent petrol işlemlerinin yerini almak üzere yeni bir Ural rublesi kıstası oluşturma kararı ile birleştiğinde, İran’ın bu adımı Henry Kissinger’ın 1973-74’teki ilk petrol fiyatı şoku zamanında “petro-dolar” olarak adlandırdığı şeye ciddi zarar vermeye başlıyor.

Peki petro-dolar nedir?

“Bir Savaş Yüzyılı: İngiliz-Amerikan Petrol Siyaseti, (Almanca: “Mit der Ölwaffe zur Weltmacht”) başlıklı kitabımda belli bir uzunlukta belgelendirdiğim gibi, “petro-dolarlar” fikri ilk kez 1973 petrol fiyatları şoku esnasında ortaya çıktı.

O yıl bankacılardan, çokuluslu petrol şirketlerinden, ABD ve Avrupa hükümetleri temsilcilerinden oluşan kapalı ve hayli etkili bir Atlantik ağı – özenle seçilmiş 84 kişi – İsveç’li zengin Wallenberg ailesinin sahip olduğu Saltsjoebaden Grand Hotel’de ultra kapalı kapılar ardından gerçekleşen iki günlük bir oturumda bir araya geldi. Orada düzenlenen Mayıs 1973 tarihli Bilderberg Toplantısı petrol dünyasını konuştu.

Chase Manhattan Bankası’ndan David Rockefeller, Fransa’dan Baron Edmond de Rothschild, ARCO petrol şirketinden Robert O. Anderson, British Petroleum başkanı Lord Greenhill, Fransız Compagnie Française des Pétroles, yani bugünkü TOTAL şirketinin başkanı René Granier de Lilliac, Eurobonds’un kurucusu, S.G. Warburg’dan Sir Eric Roll, Lehman Brothers’dan George Roll de dahil olmak üzere üst düzey İngiliz-Amerikalı bankacılar ve petrol baronları; yanısıra Alman sanayici ve Rockefeller’ların yakın dostu Otto Wolff von Amerongen ve daha ileride eski Doğu Almanya’dan devralınacak German Treuhand’in başkanı olacak olan Birgit Breuel de toplantıda hazır bulunuyordu. İtalyan sanayici ve Rockefeller’ların yakın iş ortağı, FIAT firmasından Gianni Agnelli de öyle.

İsveç’te düzenlenen ve basın haberi yapılmasına izin verilmeyen kapalı kapı toplantısı, OPEC petrolü fiyatlarındaki yaklaşan %400’lük yükselişi tartıştı. Toplantı, dünyanın ekonomik büyümesine yönelik böyle bir şoktan İran, Suudi Arabistan ve OPEC üyesi öteki Arap devletleriyle titiz bir diplomasi yürütmek yoluyla nasıl kaçınılabileceğini tartışmak yerine, parayla ne yapılacağının tartışılmasına odaklandı! Katılımcılar, dünyanın en önemli metası olan petroldeki beklenen dört katlık artışın “döngüsünün” nasıl sağlanacağını tartıştı.

Bilderberg Saltsjöbaden toplantısının benim okuduğum resmi gizli zabıtları, OPEC petrol fiyatlarındaki devasa bir artış karşısında “petrol üreticisi ülkelerin finansal kaynaklarının yeterince kontrol edilememesinin dünya parasal sistemini tamamen dağıtması ve bozması” tehlikesini ele aldı. Zabıtların devamında “Ortadoğu’dan yapılan ithalatlardaki dev artışlardan” söz ediliyor ve “Bu ithalatların maliyeti muazzam oranda artacaktır” deniliyordu. Saltsjöbaden tartışmasında daha sonra ABD’li petrol danışmanı ve sunucu Walter Levy tarafından verilen rakamlar, OPEC petrolü fiyatlarında beklenen yaklaşık yüzde 400’lük artışı gösteriyordu.

İşte daha ileride Kissinger’ın “petro-dolar döngüsü” sorunu diye adlandıracağı, petrol satışlarından gelen dolarlardaki devasa artışın gerçek kaynağı buydu. ABD ve İngiltere politikası – daha yerinde bir ifadeyle Wall Street ve City of London politikası – OPEC üyesi petrol ülkelerinin yeni elde edilen petrol zenginliklerini esasen İngiliz-Amerikan bankalarında yatırıma çevirmesini sağlama yönündeydi.

Yom Kippur Savaşı

İsrail ile Mısır ve Suriye’nin öncülüğündeki bir Arap devletleri koalisyonu arasındaki Ekim 1973 tarihli Yom Kippur Savaşı, öngörüldüğü üzere, Suudi Kralı Faysal’ın İsrail’e savaş öncesinde silah temin edilmesi nedeniyle Avrupa’ya ve ABD’ye karşı OPEC petrolü ambargosu ilan etme tehdidini gerçekleştirmesine yol açtı. Kissinger ve Wall Street bunu dikkate aldı.

Ekim 1973 ortalarında savaş patlak verdiği zaman başında Şansölye Willy Brandt’in olduğu Alman hükümeti, Bonn’da bulunan ABD büyükelçisine Almanya’nın Ortadoğu çatışmasında tarafsız olduğunu, bu yüzden de Amerika Birleşik Devletleri’nin Almanya’daki askeri üsler üzerinden İsrail’e ikmal yapmasına izin vermeyeceğini söyledi. 30 Ekim 1973 günü Nixon, Şansöyle Brandt’a muhtemelen taslağı Kissinger tarafından hazırlanmış keskin bir protesto notası gönderdi:

“Avrupalıların Arap petrolüne bizden daha fazla bağımlı olduğunu kabul ediyoruz, fakat bu önemdeki bir meselede bizden ayrı durduğunuz zaman zarar görebilirliğinizin azalacağı konusunda sizinle hemfikir değiliz… Bu krizin İttifak için ortak sorumluluk meselesi olmadığını ve İsrail’e yapılacak askeri ikmallerin İttifak sorumluluğunda olmayan amaçlara yönelik olduğunu belirtiyorsunuz. Böyle bir ince çizgi çizebileceğimizi düşünmüyorum…”

Washington, Almanya’nın Ortadoğu çatışmasında tarafsızlığını ilan etmesine izin vermeyecekti. Fakat manidar bir şekilde İngiltere’nin tarafsızlığını net bir şekilde belirtmesine, bu şekilde de Arap petrolü ambargosundan kaçınmasına izin verildi. İngiliz-Amerikan petrol dünyası böyleydi.

Faysal’ın güvendiği petrol bakanı Şeyh Zeki Yamani, Eylül 2000’de Londra’da kendisiyle gerçekleştirdiğimiz oldukça ilginç bir hususi tartışmada bana 1973 sonlarında Tahran’a giden bir misyondan söz etti. Bu, Aralık ayındaki büyük OPEC toplantısından önceydi. Yamani, Kral Faysal’ın kendisini Tahran’a, Şah Rıza Pehlevi’ye neden OPEC fiyatlarında savaş öncesi seviyelere göre %400’lük bir yükselmeye varabilecek daimi bir fiyat artışını savunduğunu sormak üzere gönderdiğini anlattı. Söylediğine göre Şah kendisine, “Sevgili bakanım, eğer kralınız bu soruya yanıt arıyorsa ona Washington’a gitmesini ve Henry Kissinger’a sormasını söyleyin” yanıtını verdi.

8 Haziran 1974 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, resmi görev alanı “finans alanında işbirliğini” içeren bir ABD-Suudi Arabistan Ortak Ekonomik İşbirliği Komisyonu teşkil eden bir anlaşma imzaladı. Aralık 1974’te büyük bir gizlilik içinde, daha ileride EXXON müdürü olacak olan ABD Hazine Bakan Yardımcısı Jack F. Bennett Riyad’da, Suudi Arabistan Para Teşkilatı (Suudi merkez bankası SAMA) ile bir anlaşma imzaladı. Bennett Şubat 1975’te Dışişleri Bakanı Kissinger’a yazdığı bir bilgi notunda SAMA’nın görevini “New York Merkez Bankası üzerinden ABD Hazine Bakanlığı ile yapılacak borç işlemleriyle yeni bir ilişki kurmak” olarak tanımlamış ve “Bu düzenlemeyle SAMA, en az bir yıllık muacceliyetle ABD Hazinesi’nden yeni tahviller satın alacak” demişti.

Washington hükümeti artık neredeyse sınırsız bütçe açıklarını taşıyabilir durumdaydı, zira Suudi petro-dolarlarının ABD borcunu satın alacağını biliyordu. Washington bunun karşılığında Suudilere büyük çaplı silah satışı sözü verdi; böylece her iki taraftan da kazanmış oluyordu.

Bu ABD-Suudi “düzenlemelerinden” daha az şaşırtıcı olmayan bir şey, başında Suudi Arabistan’ın olduğu OPEC üyesi devletlerin petrol karşılığında yalnızca ABD doları kabul etme yönünde bir özel karar alması oldu – açık değerine rağmen Alman markı değil, Japon yeni değil, Fransız frangı, hatta İsviçre frangı değil, yalnızca Amerikan doları.

İşte, petro-dolar diye adlandırılan şeyin gerçek kökeni budur. 1975 tarihli ABD-Riyad anlaşmasının ardından petrol, OPEC üyesi petrol üreticileri tarafından yalnızca ABD dolarıyla satılacaktı. Bunun sonucu, batmakta olan ABD dolarının çarpıcı bir şekilde canlanması, Rockefeller’lar ve o tarihte Yedi Kardeşler olarak bilinen İngiliz petrol devleri için umulmadık kârlar, Wall Street ve City of London’ın bu petro-dolarların “döngüsünü” sağlayan Eurodolar bankaları için bir patlama ve 1930’lardan beri dünyada ve ABD’de görülen en kötü ekonomik kriz oldu. Londra ve Wall Street bankerleri için ekonomi yalnızca bir dışsal faktörden ibaretti.

ABD ve Suudiler arasındaki, bugüne kadar devam eden dolar karşılığı petrol anlaşması Saddam Hüseyin tarafından görmezden gelinmiş, Hüseyin BM ile yapılan gıda karşılığı petrol anlaşmalarında Irak petrolünü Fransızların BNP Paribas bankasına yatırılmış euro’lar karşılığında satmıştı. Irak’ın “petro-euro” pratiği Mart 2003’te ABD’nin Irak’ı istila etmesiyle aniden son buldu. O tarihten bu yana hiçbir OPEC ülkesi petrolünü başka bir döviz karşılığında satmadı. Şimdi İran bu düzeni bozuyor ve ABD doları sistemine ve doların dünyadaki hakim döviz kuru rolüne yeni bir darbe indiriyor. Sonuç olarak, ülkelerin petrolü yalnızca dolarla alıp satması gerektiğini söyleyen bir uluslararası kanun yok değil mi?

İran’ın şimdi petrolünü yalnızca euro ile satma kararı almasıyla birlikte, Dolar Sistemi tiranlığına dönüşmüş olan şeyin sonu yaklaşıyor. Gerçekten de büyüleyici bir dünya.

1944 yılında ABD’nin Minneapolis eyaletinde doğan Engdahl, Princeton Üniversitesi’nde hukuk, Stockholm Üniversitesi’nde de ekonomi okudu. İlk kitabı dünya petrol politikaları hakkında yazdığı “Savaş Yüzyılı” oldu. Serbest gazeteci olarak makaleler yazan Engdahl, Almanya’da yaşıyor.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir