KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Ümit Yardım: Kazan’da dünyayı sarsıcı bir gelişme olmayacak

Ümit Yardım: Kazan’da dünyayı sarsıcı bir gelişme olmayacak

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 17 dk okuma süresi
19 0

Rusya’nın belirli ölçüde özgür basınının “Herkesin kendine göre BRİCS’i” diye bir anlamda dalga geçtiği ve önümüzdeki 22-24 Ekim tarihlerinde Tataristan’ın başkenti Kazan’da yapılması planlanan BRICS Zirvesi öncesinde Türkiye’de bazı egolar, Rusya’dakinden daha şişkin hale geldi.

Sanki Kazan zirvesi, Türkiye’nin aşağı-yukarı 80 yıllık Batı yanlısı politikalarını alelacele bir kenara itip sözüm ona “çift kutuplu dünya”ya geçişi hızlandıracak bir sürecin içine girmesini sağlayacak…

Zirve sırasında gerçekleşecek Putin-Erdoğan buluşmasını ise Rusya basınının bir kısmı daha önemli sayıyor.

Türkiye’nin Tahran ve Moskova’daki eski büyükelçisi, Gelecek Partisi Dış İlişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit Yardım ile Independent Türkçe için BRICS’in Kazan zirvesini konuştuk.

22-24 Ekim Kazan’da gerçekleştirilecek BRICS Zirvesi öncesinde kafalar tamamen karışıkken sizin öngörüleriniz neler?

Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası ilişkiler sistemine, Amerika’nın hegemonyasının hakim olmasıyla birlikte, küresel yapıda daha önceleri görülmeyen yeni dinamiklerin ortaya çıktığı malumdur.

Batı ve Rusya ilişkilerinin SSCB’nin dağılmasından itibaren 2000’lerin başlarında eriştiği düzeyin; eski düşmanlar arasında işbirliğinin okyanustan okyanusa kadar yayılma ve geçmişte hayal bile edilemeyecek ortak birliktelik amacını taşıması, bu yeni dünya arayışlarının en tarihsel örnekleri arasında yer almaktadır.

Bu sürecin NATO’nun peşpeşe genişleme dalgalarıyla ve paralel olarak Gürcistan, Ukrayna/Kırım gelişmeleriyle birlikte, Putin’in 2007 Münih konferansı konuşmasında da en açıkça işaret ettiği gibi pek kolay olmayacağının işaretleri peyderpey alınmaya da başlanmıştı.

Bütün bunlardan çıkarılabilecek önemli sonuçlardan birisi de, şayet oluşursa, yeni dünyanın tek başına Batı, daha özelde ise Amerikan hegemonyasına bırakılamayacağı; küresel sistemde (örneğin BM’de) eşitler arasında en eşit bir aktörün bulunmasının yıkıcı etkiler doğurabileceği korkusunun diğer aktörlere büyük kaygı verdiği yönündeydi ve nitekim sonraki gelişmeler de bu kaygıları teyit edici oldu.

Suriye, Afrika, Ukrayna, Kafkasya, Orta Doğu ve diğer birçok başlık, bütün bu süreçlerin, kaygıların, yeni arayışların kesiştiği alanlardan bazılarını teşkil ettiler. Ancak bugün herkes işler böyle yürütüldüğü takdirde bu gerginlik ve çatışma, hatta (Ukrayna gibi) savaş ve işgal örneklerinin çoğalabileceği endişesini de paylaşıyor.

Sonuç ise, bilhassa Çin gibi yeni aktörlerin de sisteme etkili ve güçlü şekilde dahil olmaya başlamalarıyla birlikte çok kutupluluk diyebileceğimiz süreçlerin tetiklenmesinde kendisini gösterir oldu.

En azından Soğuk Savaş sonrası dönemde tesis edilmeye çalışılan, çoğu kez hayal sınırlarında kalmaya mahkum dostluklar (!) yerlerini yıkıcı, yıpratıcı ve meydan okuyucu bir ortama bıraktı.

Çin, şimdilik ekonomi alanında yoğunlaşmaya öncelik verirken, farklı nedenlerle yanında yürüyebilecek aktörleri bugün olmasa bile ileride bulabileceği de kolaylıkla söylenebilir.

Bunlar, büyük ideolojik farklılıklarına rağmen, Rusya’dan İran’a kadar bir dizi ülkeyi kapsayacak gibi görünüyor. Bu aşamada bugünden bile bazı emareler görülmüyor değil.

Örneğin, NATO zirve ve strateji sonuçlarından benzeri şekilde, Rus savunma, askeri doktrinlerine kadar bütün belgelerde bu yeni arayışların hakimiyeti en açık ve tartışmasız haliyle görülür.

Nedir bu arayışlar? Çok kutupluluk, bölgesel dinamiklerin güçlendirilmesi imkanları, Batı hegemonyasına karşıtlık, karşı tarafın ötekileştirilmesi ve aşılmaz mesafelerin konulması…

Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, belirli süreden beri BRICS’i öne sürerek “çift kutuplu dünya” diyor. Oysa çift kutuplu dünyanın her şeyden önce iki farklı ideolojisinin olması gerekir. Nasıl değerlendirirsiniz?

Bu çok kutupluluk arayışlarında en sorunlu alanlardan biri de (Soğuk Savaş döneminin ideolojik kutuplaşmasının hatırlanması yararlı olacaktır) yeni amaçlanan yapıları besleyebilecek ve bu temeller üzerinde gelişmelerini sağlayabilecek ideolojik eksiklikler olarak gözüküyor.

Ekonomik uçurumlar, iklim/çevre, mülteciler vb. gibi küresel sorunlar, henüz bu ideolojik eksikliklere yeterli cevapları vermekten uzak oldukları gibi, bilakis çok kutuplu bir düzene destek vermekten ziyade bu yıkıcı gelişmelere karşı birlikte küresel bir mücadeleyi gerekli kılıyorlar.

Öte yandan, aynı gemide (dünyada) olmak ve yıkıcı sınamalarla ortak mücadele Soğuk Savaş sonrasının geçmişe göre çok daha fazla şekilde yeni dünya düzeninin önemli bir gerçeği olarak önümüzde dururken, bölgesel temellerde dikkat çekici arayışların bulunduğu gerçeğinin de göz ardı edilmemesi gerekiyor.

BRICS, ŞİÖ, ASEAN, Afrika Birliği, LAFTA, Türk Devletleri Teşkilatı, (son olarak Gazze sorununda tamamen etkisiz kalmakla birlikte) İİT, yeni dünya sisteminde yeni etkili aktörleri olabilme arayışında yer alıyorlar veya en azından üzerlerindeki baskılar, böyle bir görüntü vermelerini gerekli kılıyor.

Eskiden beri mevcut olan Avrupa Birliği gibi II. Dünya Savaşı sonrası dönemin entegrasyon modelleri ise kategori atlayarak birinci sınıf güçler arasına katılma, bu amaçla askeri hamlelerle PESCO gibi projeler geliştirme stratejilerinin peşinde koşuyorlar.

Önceki yıl Müşterek Güvenlik Teşkilatı’nın (aslında Rusya’nın) Kazakistan’a hamlesini bile yeni dünya yarışında “Biz de varız” iddiasının bir gösterisi olarak tanımlamak mümkün olabilir.

Bu çabalar, öylesine bir boyuta taşınmış durumda ki, sadece siyasi ve iktisadi yapıları kapsamıyor; evrensel yargı gibi alanlara da yöneliyor.

Örneğin, Afrika Birliği UCM/Uluslararası Ceza Mahkemesi benzeri bir yapıyı (zira UCM’nin Afrika karşıtı olduğu inancındalar) bölgesel bir nitelikte Afrika Ceza Mahkemesi tesisi için uğraşıyor.

Rusya, bu gibi işlerde Türkiye’de çok yakınlık duyduğu bir grubu kullanıyor. O grubun lideri de Türkiye’yi Şanghay’a sokmaktan, BRICS’e üye yapmaktan bahsediyor. Sizce Rusya mı bu kadar zayıf, yoksa Türkiye’yi Avrasya’ya götüreceğini iddia eden o grup mu daha usta?

Bütün bu tablo perspektifinden bakıldığında, önümüzdeki dönemde Kazan’da zirve yapacak olan ve yeni dünyada kendisine yer arayan BRICS, iddialı olmaya çalışan (henüz olan değil!) aktörlerden biri. İçindeki üyelere bakıldığında ise bölgesel veya uluslararası örgüt tanımlaması zorlaşıyor.

Her halükarda, üyeleri arasında ortaklık noktalarını, ilkelerini veya amaçlarını bulabilmek pek kolay değil. Belki hegemonya yapılarına, yani Amerika’ya karşıtlık. Ancak üyelerin bir kısmının mahiyetine bakıldığında bunun bile tanım için yetersiz kaldığı söylenebiliyor.

Sonuçta zirve yapılacak ve bu vesileyle Türk ve Rus liderler de bir araya gelecekler (bilgim olduğundan değil, kaçınılmaz olduğundan!).

Son 10 yılın ikili/bölgesel ve uluslararası ilişkilerine bakıldığında, Türkiye ve Rusya ilişkileri çok özel bir mahiyet kazandığı açıkça ortada.

Ben bu durumu, Soğuk Savaş sonrası dönemin en kritik boyutlarından biri olarak görmeyi sürdürüyorum. 1990’lardan itibaren Batı dünyası eski Sovyet ülkelerini AB, NATO gibi yapılara dahil etmeyi başarabilirken, Rusya da Türkiye gibi çok güçlü bir aktörü etki alanına çekebildi.

AB adayı, NATO kurucusu Türkiye. Doğal olarak böyle bir görünüm içinden bakıldığında, iki ülkenin ilişkilerinde sayısız konu, başlık ve sorun bulunması şaşırtıcı olmuyor.

Bütün bunlar, yalnızca ikili düzeyde değil, ciddi anlamda bölgesel ve uluslararası boyutlar da içerdiği cihetle bürokrasinin doğal akışına bırakılamıyor ve stratejik mahiyetleri nedeniyle liderler düzeyinde doğrudan görüşmeleri gerekli kılıyor.

Ayrıca zirve, sadece Türkiye-Rusya liderleri bakımından değil, bütün üye ülke liderleri için de bir fırsat olacak. Putin’in geçmişte Batılı başkentler dahil ülke dışına ziyaretlere verdiği öneme kıyasla, yurtdışı temaslarını siyasi nedenlerle son dönemlerde epeyce azalttığından BRICS Zirvesi de bu yönde bir fırsat olacak ve üye ülke liderleri bu başlıkları ele alacaklar.

Son olarak, Moğolistan’ı ziyaret ettiğini, dünyanın birçok liderinin boy gösterdiği BM Genel Kurulu’na bile gitmediğini de hatırlıyoruz.

Dolayısıyla Sayın Erdoğan ve Putin’in konuşacakları çokça konu var; üzerinde durulması gereken sorunlar var.

Enerji, ticari-ekonomik ilişkiler, Kafkasya’da durum, Ukrayna, özellikle Ortadoğu’da yeni yapılanma (bu süreçlerde gerek Rusya gerek Türkiye, bölgenin yeni yapılanmasında belirleyici aktörler değiller ve süreç Batı/ABD, İsrail ve bölgedeki Batılı güçler üzerinden yürüyor).

Son olarak da önceki gün AB-KİK Zirvesi yapıldı ve dikkat çekici hususlar vurgulandı. Bu başlıklar arasında bulunacaktır.

Putin, Türkiye’nin Batı/ABD ile ilişkilerini toparlama arayışları hakkında Türk tarafının değerlendirmelerini duymayı da arzu edecektir. Mesela F-16 satın alımları, F-35 dosyasının geleceği.

Uluslararası sistemin bugününde en önemli dosyalardan biri de BM’nin etkisizliği ve BMGK daimi üyelerinin sahip olduğu veto hakkıdır.

Nitekim Gazze konusunda bu zaafiyet en açık haliyle bir kez daha ortaya çıktı ve reform çağrıları arttı. Sayın Cumhurbaşkanının ikili görüşmede mutlaka açacağı Filistin başlığında bu konuya da eğilmesi muhtemeldir.

Ancak Putin, bunları pek de can kulağıyla dinlemeyecektir; zira Ukrayna işgali sonrasında uluslararası sistemin bütün kuruluşlarından dışlanan Rusya, BM’nin yapısından aslında çok şikayetçi değil ve Soğuk Savaş’tan bugüne elinde kalan tek güçlü silahını da teslim etmeye hiçbir şekilde niyetli değil.

Konuyla ilgili tartışmalarda yeni üyelere açık kapı bırakmaya pek karşı değilse bile veto yetkisi konusunda sıkı duruyor.

Türkiye’de Batı dünyası ile ilişkilere ve Türkiye’nin ŞİÖ, BRICS gibi yapılarla ilişkilerinin geleceğine büyük ölçüde ideolojik perspektiften bakan farklı görüşlerin de bulunduğu biliniyor.

Belirli bir mantık ve gerçekçilik temelinde bu ilişkilerin olumlu yönleri de bulunabilir. Bununla birlikte, içinde İran’dan BAE’ye kadar çok farklı ideolojik kampların bulunduğu yapıların Türkiye bakımından çok acil konu ve stratejik önemde olduklarını en azından bugün itibariyle iddia edebilmenin zor olduğu da açıktır.

BRICS Zirvesi’nin sonuçlarına dair öngörüleriniz neler?

Türkiye’nin BRICS üyelik talebinin de diğer üyelerce pek olumlu karşılanmış olabileceği yönünde bilgiler de mevcut değil. İran (Pakistan boyutu nedeniyle), Hindistan ve diğerleri.

Batılı müttefiklerin bakışı ise zaten malum ve Türkiye’nin halihazırda sorunlu ilişkilerinde daha da sıkıntılar yaratabileceği genel bir kanı gibi duruyor.

Sonuçta son dönem ilişkilerinde bütün kırılmalara rağmen Türkiye; halen NATO, AB (adaylık), AK gibi yapıların önemli aktörlerinden birisi ve son tahlilde bu konumunun BRICS gibi gevşek yapılara üyelik arayışlarıyla sulandırılmasını isteyeceğini sanmıyorum.

“AB böyle yapmasaydı biz de bu adımları atmazdık” gibi söylemlerin de popülist bağlamda görülmesi belki daha gerçekçi olacaktır.

Yine bu çerçevede BRICS ve AB gibi yapıları birbiriyle kıyaslamalar, “o olmazsa bu olur” gibi anlayışlar şahsen tereddütle karşılanmalıdır. Kıyaslanabilecek konuların, statülerin her şeyden önce aynı kategorilerde olması gerekir.

AB ile BRICS’i kıyaslamanın mantığı ne olabilir? Uzunca bir konu, ancak bunun için ilgilenenlere, her şeyden önce entegrasyon modelini bugüne kadar getirebilmiş AB ile hangi ilkelerin esas olduğu henüz tartışmalı BRICS’in kuruluş ilkelerini ve kuruluş süreçlerini değerlendirmelerini tavsiye ediyorum.

AB gibi bir entegrasyon modelinin yükümlülükleri ile adeta bir dilekçeyle başvurma aşamasının başlatılabileceği BRICS gibi bir yapı arasındaki farklılıkları göz ardı etmek mümkün olamayacaktır.

Kaldı ki Türkiye ile AB’nin karşılıklı olarak yükümlülüklerini yıllar sürse de yerine getirmelerinin her iki taraf için de stratejik bir gelişme olacağı da bellidir.

Şüphesiz bütün bunlar söylenirken, Türkiye gibi kabına sığmayan, sığmaması da gereken bir ülke için bilhassa dış politikasını çeşitlendirmesi ve her yöne açılması gerektiği hiçbir şekilde göz ardı edilmemektedir. Vurgulanmak istenen husus bilhassa öncelikler ve zamanlamadır.

Kurucusu olduğu ve içinde güçlü bir konumda bulunduğu yapılarla ciddi sorunlar yaşayan ülkemizin önceliğinin, öncelikle bu sorunları aşmasının gerekli olduğu, yeterince mevcut güven sarsıcı adımlardan çok, stratejik akılla oluşturulacak yeni dönemde farklı yapılarla ilişkilerini geliştirmeye yönelmesinin olumlu bir zamanlama olmayacağı söylenmelidir.

Son tahlilde, BRICS’in geleceği, Türkiye ile ilişkileri vb. konularda Kazan’da dünyayı sarsıcı bir gelişme olmayacak; birçok başlığın üzerine dokunulup geçilecektir.

Bugün insanlığın en trajik yıkımlarından biri olan Filistin/Gazze başlığında bile maalesef ortak dil olmayacak; bu nedenle genel ifadelerle yetinilecektir. 1967 sınırları, iki devletli çözüm, insani yardımlar gibi…

Her bir üyenin farklı beklentileri olduğu gibi kendi aralarında da kolay aşılmaz sorunları bulunan BRICS’in Kazan Zirve Bildirisi’nin içinde de bütün bu edelerle her aktörü tatmin etmeye yönelik esnek cümlelerin bulunacağını düşünüyorum.
Mayis Alizade
https://www.indyturk.com/node/747126/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/emekli-b%C3%BCy%C3%BCkel%C3%A7i-%C3%BCmit-yard%C4%B1m-kazanda-d%C3%BCnyay%C4%B1-sars%C4%B1c%C4%B1-bir-geli%C5%9Fme

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir