Toplum ve insan etkileşimlerini konu alan sosyoloji, toplumsal olayları harekete geçiren ana unsur veya unsurların neler olduğu hususu, sosyologların üzerinde durduğu bir konudur. Marks bu ilişkiyi altyapı-üstyapı şeklinde ifade etmekte ve onun düşüncesinde toplumsal yapı/üretim araçları üstyapıyı oluşturan kültür, siyasi iktidar ilişkileri, roller, ritüeller, devlet gibi toplumdaki diğer insani ilişki ve düşüncelerini belirlemektedir. (Komünist Parti Manifestosu Karl Marx Friedrich Engels 1848) Bu etkileşimde üretim araçlarının bir yaptırım gücünün varlığından söz edebiliriz. Sosyologlara göre yaptırım gücüne sahip altyapının ne olduğu bir tartışma konusudur. Bu anlamda dinin de insan ilişkilerinde önemli bir yaptırımının var olduğu düşüncesini savunan sosyologlar da vardır. Bu sosyologlardan Max Weber din ve dini davranışların ekonomi başta olmak üzere diğer kurumlarla yakından ilişkisi olduğunu ve hatta dinin belirleyici olduğunu ifade etmektedir. Çünkü Weber her din, bir inanç ve ibadetler bütünü olmanın yanı sıra bir dünya görüşü ve hayat anlayışını da müminlere vermektedir. Yine Weber Din Sosyolojisinin asıl amacının, dinin özünü incelemekten ziyade din ve dini inançların ortaya çıkardığı davranışların incelenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu konuda protestan ahlakı ile modern kapitalizm örneğini vermekte ve ‘’Kapitalist Ekonomi ‘’ denilen şeyin ruhunun Protestanlık olduğunu savunmaktadır. Çünkü Protestanlık işi ve çalışmayı kutsallaştırmış gerçek bir protestan, dünya hayatından kaçan insan değil kurtuluşu her şeyden önce dünyada arayan insandır. (Max Weber’in Din Sosyolojisindeki yeri ve önemi Ünver Günay) Dolayısıyla Weber’e göre din, diğer kurumların oluşumunda ve toplumsal hareketlerde önemli bir yaptırım gücüne sahiptir.
Tarih boyunca uluslararası siyasetin yönlendirilmesi ve biçimlendirilmesinde baş rolü oynayan üç kitabi dinin (Yahudilik, Hristiyanlık, İslamiyet) ortaya çıktığı, aynı zamanda insanlığı etkileyen en köklü dini ve kültürel oluşumlara kaynaklık eden Ortadoğu, İlk çağlardan itibaren Avrasya steplerinden kopup gelen kuzey-güney ve doğu-batı istikametindeki göçlerle daha büyük kültürel zenginlik kazanmış, böylece jeopolitik açıdan dünyanın en önemli bir merkezi haline gelmiştir. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren geliştirilen ve dünya hakimiyetini hedefleyen jeopolitik teorilere göre bu bölge Afroavrasya ana kıtasının merkezini ve kesişim alanını oluşturur. Kara jeopolitiği açısından bakıldığında dünya hakimiyetinin tesisi için vazgeçilmez bir öneme sahip Avrasya kuşağının merkezinde bulunmaktadır. (İslam Ansiklopedisi Ortadoğu) Dolayısıyla Ortadoğu, stratejik, ekonomik, politik, kültürel ve dini açıdan son derece hassas bir bölgedir. XVII. Yüzyılda sanayi devriminin ortaya çıkışı ve sanayinin vazgeçilmezi olan petrole olan ihtiyaç bu bölgeyi daha hassas ve kırılgan bir duruma getirmiştir. Çünkü dünya petrol rezervinin %53’ü Ortadoğu’dan elde edilmektedir.
Mezopotamya’da ortaya çıkan Sümer Akad Asur ve Babil, Antik Mısır ve Levant’taki Kiş medeniyetleri bu topraklarda ortaya çıktı. Ardından İran’daki Elam, Pers Med medeniyetleri, bunun yanı sıra Levand medeniyetleri, Arap Yarımadasında ortaya çıkan Megan Seba Ubar, Roma ve Bizans medeniyetleri bu topraklara zenginlik kattılar. Nihayetinde VII. Yüzyılda ortaya çıkan İslamiyet’in uzun süren hakimiyeti bu toprakları Modern Dünyaya taşımış oldu. İslam’ın benimsediği ırk ve kültürlerin muazzam çeşitliliği bunun yanı sıra kutsal metinlerin metaforik yapısı, farklı bakış açılarının/mezhep oluşmasına neden olmuştur. İslam düşüncesinde ilk siyasi anlamda görüş ayrılığının Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Daha sonraları Sünnilik ve Şiilik olarak isimlendirilecek olan bu görüş ayrılığının temelleri İslam öncesi Haşimiler ve Ümeyye oğulları kabileleri arasındaki çekişmeye dayanmaktadır. Hatta bu görüş ayrılığının Hz. Muhammed’in peygamberliği döneminde de devam ettiğini söylemek hiç de yanlış değildir. Müşrikler ile inananlar arasında gerçekleşen Bedir ve Uhud savaşları bir bakıma o hiç bitmeyen öç alma duygularının su yüzüne çıktığı travmatik olaylardır. Özellikle Uhud savaşında taktiksel anlamda ‘’sürgünde devlet’’ anlayışının peygamber tarafından ortaya konması, Ümeyye oğullarının psikolojilerini alt-üst etmiştir. İslam tarihinde siyasi anlamda Nizamiye Medreseleri en büyük kırılmanın ve siyasetin pragmatistliğini ortaya koyan bir gelişmedir. Batıni düşünceyi ortadan kaldırmak amacıyla kurulan bu medreseler aslında akla önem veren mutezileye alternatif olarak ortaya çıkmış ve İslam dünyasının büyük bir bölümünde başta İslam düşünce sistemini, sosyal hayat, ekonomi, bilim ve sanat anlayışını tamamen değiştirmiştir. Zira bu medreselerde ‘’Ehl-i Sünnet’’ anlayışının kurumsallaşması hedeflenmekteydi. Çünkü yöneten ve yönetilenler açısından bakıldığı zaman eşarilerin düşünce yapısı da siyasilerde olduğu gibi yorumlayıcı ve pratiktir. Yani toplumun faydasına olan şey doğru, faydası olmayan şey ise yanlıştır. İdeal ve ütopik olanı reddeder, toplumun maslahatı için en uygun olanı tercih eder. (Tahsin Yıldırım Ehli Sünnette Siyaset Anlayışı Eşariyye Yorumu) Bu yüzden eşarilikte adil olmayan bir yöneticiye itaat etmek farzdır. Sanırım pragmatist bir siyasetçi olarak Nizamulmülk ‘’yönetilmeye en müsait toplumun kaderci ve itaatkâr bir toplum olduğu ‘’ düşüncesiyle hızlı bir şekilde Eşariliği kurumsallaştırma yoluna gitmiş ve bu medreselerin başına da Gazzali’yi getirmiştir. İşin ilginç tarafı, Tehafütül- felasife yazarı Gazzali’den sonra da daha önceleri ders olarak okutulan felsefe bu medreselerde yasaklanmıştır. Böylece İslam toplumunun büyük bir bölümünde Sünnilik/çoğulculuk kavramı kutsal metinler deki (Kuran -Hadis) doktrinlerle yeni bir anlam kazanmış oldu. Kutsal metinler Müslüman toplumunu (Sünni) diğer toplumlardan ayırırken aynı zamanda bunun dışında kalanlar ötekileştirilmiş oldu.
Abbasi Halifesinin daveti üzerine Bağdat’a giren Tuğrul Bey (1055) o bölgeleri Şii Büveyhilerin tasallutundan kurtararak halife tarafından “Doğunun ve Batının Sultanı’’ unvanını almıştır. Bu tarihten sonra Ortadoğu’ya yoğun bir şekilde Türk akını başladı. Ardından gelen Anadolu Selçukluları ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Sünnilik Ortadoğu’ya tamamen hâkim olmuştur. Ortadoğu’ya hâkim unsurlardan bir diğeri de Persler/İranlılardır. İranlıların bu bölge üzerindeki tesiri sadece demografik açıdan değil aynı zamanda siyasi, dini, entelektüel yönden de olmuştur. Sünni ve Şii mezhepsel çekişme politik anlamda 16. Yüzyılın başlarında üst seviyeye çıkmış, Osmanlılar Sünni ideolojiyi benimserken Safeviler ise Şii kanadı temsil etmiştir. Modern zamanda İran’da Humeyni’nin iktidara gelmesiyle farklı bir anlam kazanmış ve İran’ın Ortadoğu jeopolitiğinde söz sahibi bir ülke olmasına yol açmış, zamanla Sünnilik ve Şiilik İran ve Suudi Arabistan arasında çıkar çatışmasının bir aracı haline gelmiştir. Zira ‘’devrim ihracı’’ İran’ın resmi bir politikası olarak benimsenmiştir. Hatta Pakistan Irak Suriye gibi ülkeler de Müslümanlar birbirlerini Sünni ya da Şii oldukları için öldürdükleri de oluyordu. Bu durum da Ortadoğu’nun daha da kırılgan bir coğrafya olmasına sebep olmuştur.
İlk başlarda İran İslam devriminin Şiilikten daha çok İslama vurgu yapması, İsrail, ABD ve Batı karşıtı bir söylem geliştirmesi, yeni rejimin iskeletini oluşturan kurumların dini referanslarla güçlendirilmesi özellikle Ortadoğu’da ve diğer İslam ülkelerinde büyük heyecana yol açtı. Ayrıca Ortadoğu’nun değişik bölgelerinde İmamiyye, Zeydilik, İsmailiyye, Nusayrilik, Dürzilik gibi farklı Şii grupları mevcuttur. Irak’ın %60 ‘ı Şii, Suriye’nin %12’si Nusayridir. Yine Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri %30-%70 ve Suudi Arabistan’ın en zengin petrol yataklarının bulunduğu yerlerde %15-%20 oranında Şiiler yaşamaktadır. Azerbaycan’da %70-%75 civarında Şiiler yaşamaktadır. Yemen’in kuzeyinde yaşayan Husiler de Zeydi mezhebine bağlıdır. Bu durum İran’ın dini /siyasi nüfuzunu ülke sınırlarının ötesine taşıma fırsatı vermiştir. Bu nedenle İran’ın ilerleyen dönemlerde bunlara yönelik politikalar geliştirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Bu hususta en dikkat çekici olanı da Filistin konusunda Lübnan’da çok etkin olan Hizbullah örgütünü desteklemesidir. (Hasan Onat İran İslam Devrimi – Soner Doğan İran’ın Ortadoğu Siyaseti) İran’daki İslami rejime karşı en büyük halk hareketi de İran’ın geliştirmiş olduğu bu dış politika olmuştur.
Modern zamanda Ortadoğu’da Sünni İslam’ın daha çok siyasi kanadını temsil eden ve dine mistik bir anlam katan Sufizm özellikle Afrika’da halkı organize ederek sömürgecilere karşı başkaldırı hareketi başlatmışlardır. (Türkiye’deki modern zamanda Sufizm hareketleri hakkında bkz. (Murat Gezici Modern Türkiye’de Sufi İslam’ın Aşırıcılık ve Laiklik Karşısındaki Rolü) Sünnilik içerisinde istisna teşkil eden bir diğer dini hareket ise Vehhabiliktir. Arabistan’da Hanbeliliğin yeni bir yorumu olarak ortaya çıkan bu hareket diğer mezheplerin bazı yaklaşımlarını ve özellikle tasavvufi düşünceyi reddetmektedir. Osmanlı devletinin otoritesine karşı gelerek siyasallaşan bu akım Arap Yarımadası ve Basra körfezinin tamamında yayılarak fıkhi-siyasi bir hareket oldu. Bu düşünce günümüzde Suudi Arabistan’ın resmi İslam yorumunu temsil etmektedir. Batı aleyhtarlığını amaç edinen bu hareket Mısır’da İhvan hareketini , Afganistan’da Sovyetlere karşı cihad hareketini başlatan Hizb-i İslami, Yemen’de Zeydi Husilere karşı mücadele eden Demmac ları ve diğer Batı Afrika’daki İslami akımları destekleyerek kendi düşüncelerini yaymaya çalışmışlardır.
Aslında bütün dinlerin amacı insanın genlerinde var olan ‘’benlik ‘’ duygularını bastırarak insanca yaşamayı öngörürken, tarih boyunca bu kötüye kullanılmış ve din adına mücadeleler siyasiler tarafından sürekli körüklenmiştir. Sanırım, her ne kadar bir komplo teorisi olsa da dünyayı yöneten üst akıl, Marx’ın ‘’tez-antitez- sentez’’ olarak sistemleştirmeye çalıştığı insanlık tarihinin başlangıcı ve sonunun nerelere evrileceğini merak etmektedirler. Böylece modern zamanlarda uluslararası ilişkilere yeni bir kavram eklenmiştir. Bunun adı da ‘’teo-strateji’’ dir. Arka planında politik mesajlar içeren Apokaliptik/Eskotoloji filmlerle yeni nesil buna hazırlanmaya çalışılmaktadır.
İffet Dönmez: İSLAMİ MEZHEPSEL SÖYLEMLERİN ORTADOĞU POLİTİKASINA ETKİSİ
131 0
Kafkassam Editör
Yeni bir dünyaya uyanmak, dünyayı yeniden okumak isteyenler için, söylenecek sözü olanlar için merkezi Ankara’da olan KAFKASSAM’ı kurduk. Erivan, Bakü, Tiflis, Tebriz, Grozni, Moskova, Mahaçkale, Nazrin, Nalçik, Saratov, Ufa ve Sochi’de ofislerimiz temsilcilerimiz var. Kafkassam genelde kafkasya çalışmak için kuruldu Kafkasya genelinde çalışır. Ermenice Rusça Gürcüce İngilizce dillerinde yayın yapan kafkassam genç akademisyen ve stratejistlerle çalışmaya özen gösterir. KAFKASSAM’ın internet sitesi 2 Ocak 2010’da yayına girdi. İnternet sitesinde Kafkasya’daki ülkeler ve Türkiye ile ilişkileri hakkında makaleler, ropörtajlar, analizler ve yorumlara yer verilmektedir.