KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Türkiye’den İstenen Şey: Savaşma, Seyret, ‘Çiçek Çocuğu’ Ol!

Türkiye’den İstenen Şey: Savaşma, Seyret, ‘Çiçek Çocuğu’ Ol!

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 8 dk okuma süresi
416 0

Türkiye’den İstenen Şey: Savaşma, Seyret, ‘Çiçek Çocuğu’ Ol
Elbette savaş istemiyoruz. Savaşın ne olduğunu en iyi bilen milletlerdeniz. Fakat savaş istemiyoruz diye de her şeye göz yumacak değiliz. Türkiye’den istenen bu: Savaşma, seyret! Yok böyle bir şey. Dünyanın bir ucundan gelip, kendi coğrafyamızı dizayn etmek isteyenlere karşı Türkiye’nin sessiz kalması, sonrası itibarıyla karşısına konulacak tabloya peşinen “evet” demesi ile eşdeğerdir.
Türkiye’nin gelinen aşama itibarıyla caydırıcı bir güç olarak ortaya çıkması ve kararlılık göstermesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Aksi takdirde, sizi bırakın cihan güçleri ile muhatap kılmayı, ne olduğu belirsiz, bir takım emperyal güçlerin tabela terör örgütleriyle karşı karşıya bırakırlar. Şu an yapılmak istenilen de bu.

Fakat Ankara kurulan tezgâhın çok net bir şekilde farkında. İçeride büyük ölçüde sağlanan mutabakat ve sınır ötesine gönderilen top mermilerinin küresel başkentlerde yankı ve tepki bulmasının altında da zaten bu husus yatıyor. Karşı cenah, Türk tarihini çok iyi bildiği için bu gelişmenin ne anlama geldiğini çok iyi görüyor. Bunu içimizdeki bazı kesimlerin halen görmüyor olması oldukça ilginç(!)

Suriye Krizi Boyut Değiştirdi,

Bunu Görmek Lazım!

Suriye krizini Arap Baharı’nın ilk günleri ile değerlendirenler ve 2012’deki kırılma noktasına takılıp kalanlar, içlerinde bulundukları kısır döngüden bir an önce kurtulmak zorundalar. Çünkü artık kriz çok farklı bir evreye girmiş durumda. Hesaplar ve dolayısıyla dengeler önemli ölçüde değişmiş vaziyette.

Krizin dışarıda değişen boyutuna paralele olarak bizim de içeride yeni bir duruş sergilememiz ve pozisyon almamız gerekiyor. Bu bağlamda, öncelikle artık kendi içimizde hesaplaşma sendromundan bir süreliğine (en azından şu kritik süreçte) uzak durmamız gerekiyor. Zira, istesek de istemesek de konjonktür bizi bazı tercihlere zorluyor.

Yukarıda da dediğim gibi, bu zorlamanın nedenleriyle, müsebbipleriyle ilgili olarak çok şey yazılıp, çizilebilir ve söylenebilir. Elbette meselenin bu boyutunu göz ardı etmemek lazım. Fakat diğer taraftan bu bizleri tamamen içeriye sevk etmemeli, sınırlı enerjimizi ve gücümüzü bitirmemeli.

Şark Meselesi Bitmedi!

Eğer, Türkiye bugün bir takım oldubittiler ile karşı karşıya ise, bunun nedenini çok kısa bir zaman dilimi ile sınırlı tutmak büyük bir hata olur. İçinde bulunduğumuz tablo, Haçlı Seferleri’nden bu yana Batı’nın bizle bitmeyen Şark Meselesi’nin ta kendisidir. Bununla ilgili çok şey yazdık. Batı, bizi bu öz yurdumuzdan sürmedikçe ve bu millet İslam’a sıkı sıkı sarıldıkça, İslam’ın kılıcı oldukça, bu kavga bitmeyecektir.

Sykes-Picot’nun 100. yılında bırakın Ortadoğu coğrafyasını, Türkiye’nin kendisinin bile bölünmeye çalışılması, bunun en temel göstergesidir. PYD/YPG üzerindeki ısrarın nedenini başka türlü değerlendirmek imkânsızdır. Türkiye’nin içeride PKK terör örgütüne, dışarıda ise onun farklı adlardaki versiyonlarına yönelik başlattığı mücadeleden duyulan rahatsızlığın nedenini merak edenler, arzu ederlerse BOP haritasına bakabilirler.

Görülecektir ki, Suriye krizi artık Türkiye’nin doğrudan doğruya milli güvenliğini tehdit eden bir sürece girmiştir. Türkiye bundan dolayı “gerekirse savaşırım” mesajını son dönemlerde sıklaştırmak zorunda kalmıştır. Bilinmelidir ki, Fırat’ın batısı noktasındaki kırmızıçizginin arkasında duramayan bir Türkiye, artık savaşı kendi içinde kabullenmiş demektir. Böylesi bir olasılığın gerçekleşmesi durumunda ise, dış politikadan ziyade artık çok daha farklı politikalar konuşulmaya başlanır.

Suriye, Türkiye’nin Yakın Çevresi’nin Ayrılmaz Parçasıdır!

“İki Kuzey”, Büyük Türkiye Vizyonu’nun ötesinde, öncelikle kendi güvenliği açısından oldukça önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Kavganın “sancağın düştüğü yerde” tekrar alevlenmeye başlaması bu yüzden bir tesadüf olarak değerlendirilemez.

Dolayısıyla, Türkiye’nin güvenlik politikaları çerçevesinde Kuzey Irak nasıl bir yere sahip ise, Kuzey Suriye de aynı şekilde bir öneme sahiptir. Türkiye’nin güvenliği ve dış politikasının geleceği açısından bu bölgedeki bir takım oldubittileri Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Türkiye, bu noktadaki hassasiyetini, gerekirse savaş yöntemi dâhil olmak üzere Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllardan itibaren her fırsatta ortaya koymuştur.

Yukarıda da kısmen değinildiği üzere, Sykes-Picot’nun 100. yılında Ortadoğu haritası yeniden dizayn edilmektedir. Suriye de bu dizaynın bir parçası olarak görülmektedir. Başta Rusya ve İran olmak üzere, bir takım devletler Suriye ve Irak üzerinden bu yeni Ortadoğu yapılanmasında nüfuz alanlarını genişletmeye çalışırken, Türkiye’nin buna seyirci kalması beklenemez.

Türkiye’yi Saldırganlıkla Suçlayıp, Ortadoğu’yu Paylaşmak!

Suriye’ye komşu olmayan Rusya ve İran gibi ülkeler askeri varlıklarıyla Türkiye’nin bölgedeki varlığını ve çıkarlarını alenen tehdit etmekte, bunu yaparken de Türkiye’nin uluslararası alandaki itibarını ve caydırıcılığını ayaklar altına almak istemektedirler.

“Farklı gerekçeler” adı altında Suriye ve Irak üzerinden Ortadoğu’yu aralarında paylaşmaya çalışan bu güçler, başta Türk kamuoyu olmak üzere, tüm dünya ile de adeta kafa bulmaktadırlar. Suriye’de askeri varlıklarıyla teröristler yerine sivilleri ve özellikle de bölgedeki Suriye Türklerini katleden ülkelerin Türkiye’yi saldırgan olarak nitelendirmeleri ise, işin bir başka trajikomik yanıdır. Fakat biz bu oyunu daha önce de gördük. Dolayısıyla, hiç kimse Ankara’nın buna sessiz kalmasını beklemesin.

Nitekim Türk ordusu bir kez daha üzerine düşen tarihi sorumluluğu yerine getirmektedir. Türkiye ve bu coğrafya üzerinde oynanan oyunu bu “kararlılık atışlarıyla” bozmaktadır. Bundan sonra alanda müttefikleriyle, olmazsa tek başına daha aktif bir pozisyon izleyecektir. Bundan ötürü, Türkiye’yi ve Türk milletini “çiçek çocukları” yerine koymak isteyenler bir kez daha düşünsünler. Zira çok büyük bir yanılgı içinde bulunmaktadırlar! Mehmet Seyfettin Erol

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir