M.Ö önceki yüzyıllardan itibaren başlayan Türk-Hint ilişkileri, M.Ö III. yüzyılda Navriye Hanedanlığının çökmesi ile Hindistan’ın batısında İskit adını taşıyan Saka Türkleri adıyla siyasal bir organizasyona dönüşmüştür.
M.S. 500 lerde ise, Orta Doğu Hunları da denilen Akhunların, Afganistan ve İran ile birlikte Hindistan’a geçtikleri görülmektedir.
7. yüzyıldan 10. yüzyılın başlarına kadar Hindistan’ı yöneten hükümdarlar, Türk ve Afganistan kabilelerine mensup ileri gelenlerden seçilmiştir. Bu dönemde Türklerin Hindistan’da derin izler bıraktığı bilinmektedir.
1001 yılından itibaren Gazneli Türk Devleti 17 Hindistan seferi gerçekleşmiştir. 963-1187 yılları arasında yaşayan Gazneliler; Sebüktegin ve Sultan Mahmut Döneminde Hindistan içlerine kadar ilerlemişlerdir. Gurlu Muhammed’in 1175’te başlattığı Hindistan seferini takiben 1192 yılında Delhi Kalesi Aybeg tarafından alınmış, 1206 yılında Kutbettin Aybeg isimli Türk komutan Kuzey Batı Hindistan’da Delhi Türk Sultanlığı’nı kurarak Hindistan’da Türk idaresini başlatmış ve 1526 yılına kadarda aralıklarla idaresini sürdürmüştür.
1290 yılından sonra ise yine bir Türk boyu olan Halaçlar(Akhunlardır) Hindistan’da iktidara sahip olmuşlar ve Babür Şah’a kadar etkilerini devam ettirmişlerdir. 1519 yılında başlayan Babür’ün Hindistan seferi sonrası1526 yılında, Hindistan’da Babür Hint Türk İmparatorluğu kurulmuş olup, Hindistan siyasi tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Türkler, miladın başlarından itibaren kurmuş oldukları devletler ile Hindistan’ın sosyal, siyasi ve dinsel katkıları olmuştur. Hindistan’da İdari yapı ve hükümet sisteminin oluşmasında Türklerin katkısı büyüktür. Türkler, Hindistan’a bir taraftan entelektüel birikimlerini getirirken diğer yandan Türkçenin Hindistan’a girmesi ile “ordu” adı verilen yeni dil yaratılmıştır. Bu neden ile Hindistan’da Türkçe ögelere rastlamak mümkündür. Ayrıca ticaret, mimari, denizcilik ve güzel sanatlar alanında Hindistan’da Türk tesirinin etkili olduğu görülmektedir.
Türkiye-Hindistan İlişkileri ise Osmanlı Türk İmparatorluğu Döneminde Behmeni Hanedanından III. Muhammed Şah’ın(1463-1482) Fatih Sultan Mehmet’e İstanbul’un fethi dolayısı ile yazdığı tebrik yazısı ile başlamıştır. Siyasi ilişkiler ise, Cucerat Hanedanı Hükümdarı II. Muzaffer Şah, Yavuz Sultan Selim’e gönderdiği bir mektupla başlatmıştır.
Osmanlı Türk İmparatorluğu; Hindistan’da ilk konsolosluklarını 1849 yılında Kalküta ve Bombay’da açmıştır.
1857 yılında Müslümanlar ve Hindular birlikte emperyalizme karşı başlattıkları ayaklanma, İngiltere tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış ve takiben Hindistan İngiltere tarafından işgal edilmiştir. Bu duruma rağmen Hindistan’ın Osmanlı Türk İmparatorluğuna ilgisi devam etmiştir. Örneğin 1897 yılında Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun Yunanistan’ı yenmesi üzerine Bombay’da bütün camiler aydınlatılmıştır.
1914 yılında başlayıp 1918 yılında sona eren Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Türk İmparatorluğu Almanya’nın liderliğindeki İttifak Devletleri içerisinde yer alırken, Hindistan İngiltere’nin işgali altında olması dolayısı ile İngiltere’nin liderlik ettiği İtilaf Devletleri Bloğu içerisinde görülmektedir.
Birinci dünya savaşı döneminde Osmanlı Türk İmparatorluğu ile Hindistan ilişkileri iki zeminde ele alınabilir: Birincisi, İttihad-ı İslam ve Cihad-ı Ekber etrafında şekillenen Hindistan Müslümanlarını İngiltere’ye karşı ayaklandırmak amacıyla İslami propaganda. İkincisi, bütün Hint halkına yönelik yapılan antiemperyalist propaganda.
Ancak Osmanlı Türk İmparatorluğunun her iki yaklaşımının da Hindistan üzerinde bir etkisi görülmemiştir. Çünkü Birinci Dünya savaşı sırasında Ağa Han, Türkiye’nin savaşa ne İslamiyet’i korumak için nede bağımsızlığını korumak adına girmediğini, Osmanlı Devleti ve benzeri güçlerin Almanya’nın saldırgan ve emperyalist stratejileri uğruna kullanıldığını, bu nedenle Hindistan Müslümanlarının devletin yanında olacağına vurgu yapmıştır.
Hindistan Birinci Dünya Savaşı Döneminde Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun yanında yer almazken, Atatürk’ün önderliğinde emperyalizme karşı başlayan Türk Milli Mücadelesi boyunca maddi ve manevi anlamda Türkiye’nin yanında yer almıştır.
Seçilmiş birkaç örnek vereyim.
Hindistan halkı tarafından 20 Ocak 1919 tarihinde Tımes gazetesine gönderilen mektupta, Hindistan Milli Kongresi’nin Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ayrıştırılmaması üzerinde durduğu belirtilmiştir.
22 Mart 1919 tarihinde Daily Telgraph Gazetesi’nde, İngiltere’de bulunan Hintli Müslüman liderlerin İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na sundukları muhtırada, Türkiye’nin taksimine karşı çıkmış ve Türkiye’nin itibarının korunması üzerinde durmuştur.
7 Ocak 1920 tarihinde Seyyid Emir Ali Tımes Gazetesinde bir yazı yayımlayarak İstanbul’un Türklerin elinde kalması gerektiği ve bunun Avrupa içinde bir sınav olacağını ifade etmiştir.
2 Mart 1920 tarihinde Muhammed Ali İngiliz yetkili Fisher ile yaptığı görüşmede, Osmanlı hassasiyetleri dile getirilmiştir.
19 Nisan 1920 Delhi konferansı desteği ortaya çıkmış ve 28 Mayıs 1920 Bombay, Sind, Cownpore, eyalet hilafet komitesi başkanları Türkler ile ilgili hassasiyetlerini dile getirdiler.
Eylül 1920 tarihinde toplanan konferansta, Türk barışı ve Pencap zulümleri konusunda tatmin edilmedikleri takdirde, İngiltere ile hiçbir şekilde işbirliği yapmama kararı alınır.
19 Kasım 1920 tarihinde Milletler Cemiyetinde Ağahan ve Emir Ali’nin içinde bulunduğu 23 kişi Sevr antlaşmasının düzeltilmesini istediler.
Mustafa Kemal Atatürk döneminde kurulan modern laik devlet fikri Hindistan’ı etkilemiştir. Yine Mustafa Kemal Atatürk’ün dinamik şahsiyeti Hint Müslümanlarının fikirlerine ışık tutmuştur.
30 Ağustos 1922 tarihinde Muhammet İkbal, Başkomutanlık Meydan Muharebesi dolayısı ile yazdığı şiirinde zaferi alkışlamıştır. Diğer yandan Hindistan Müslümanlarının milli mücadeleye yaklaşık 750 bin lira yardım yaptığı ifade edilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1923 yılında kurulduktan sonra Hindistan’ın emperyalizme karşı mücadele ederek Türk Ulus Devleti’nin kuran Atatürk’e karşı ilgi ve sevgisi hep var olmuştur.
Örneğin 26 Aralık 1930 tarihinde Bombay Chronicle Gazetesinde Mustafa Kemal, Rauf Bey ve Halide Edip’le ilgili bir makale yayınlanmıştır. Bu makalede Mustafa Kemal, Rauf Bey ve Halide Edip’n Türk tipinin birer örnekleri olduğu üzerinde durulmuş, nitelikleri olarak mütevazı, nazik, barışçı, merhametli, hata yapmamak için nefsine hakim olan, galeyana gelince sert, bükülmez, cesaret mucizeleri yaratmaya muktedir ve akıllara hayret verecek derecede gözü pek olan bir asker şeklinde tanımlamıştır.
Mustafa Kemal’i Türk askerlerine örnek olarak Gelibolu’da Türk askerinin önünde kulağının dibinde mermiler vızıldar ve yanı başında obüsler patlarken, sakin bir şekilde sigarasını içtiğini, cesaretli, sükûnetli, kararını verirken sarsılmaz ve metanetli, kendi nazarında kendisini başkalarını sevmek ve onlara hizmet etmek için yaratılmış olduğunu gören kısaca dünyanın kendisi için yaratıldığını sanan bir kişi olarak tanımlanmıştır.
İkinci dünya Savaşının genelde Avrupa ve özelde ise İngiltere için ekonomik, siyasi ve askeri anlamda ciddi kayıplara neden olmasının da etkisi ile Hindistan 1947 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazanmış ve 26 Ocak 1950 tarihinde ilan ettiği Anayasa ile bugünkü Hindistan Cumhuriyeti’ne dönüşmüş ancak İngiliz Milletler Topluluğu’nun bir üyesi olarak kalmaya devam etmiştir.
Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasını takiben 2 Mart 1948 tarihinde Hindistan Hükümeti Dewan Chaman Lall’i Türkiye’deki ilk Hindistan elçisi olarak atamış, Türkiye’de Hindistan Büyükelçiliği’ni 8 Temmuz 1948 tarihinde faaliyete geçirmiştir.
Ancak Türkiye’nin bu dönemde Batı Bloğu(NATO) içerisinde yer alması, Hindistan’ın ise emperyalizmden çok çeken bir ülke olarak Bağlantısızlar Grubu içerisinde bulunması ve Türkiye’nin Pakistan ile olan yakın ilişkisi dolayısı ikili ilişkiler iki ülkenin bağımsız inisiyatifi ile gelişmediği için istenilen seviyeye ulaşmamıştır.
Diğer yandan 18-24 Nisan 1955 tarihinde ise Endonezya’nın Bandung şehrinde Bağlantısızlar Grubu toplantısı yapılmış ve bu toplantıya Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu katılarak bir konuşma yapmıştır. Burada yaptığı konuşmada, batı ve NATO ‘yu destekler ifadeler kullanırken, Hindistan Başbakanı Nehru bu konuşmaya karşılık Türkiye ve NATO aleyhinde bir konuşma yapmış, hatta NATO’yu sömürgecilikle suçlamıştır. Bu olay iki ülke arasındaki ilişkilerin 1958 yılına kadar gelişmemesinde etkili olmuştur.
Türkiye 1958 yılında ABD ile yaşadığı sorunlar nedeniyle alternatif politikalar üretme zorunluluğu duymuş ve Türkiye Başbakanı Adnan Menderes 1 Mayıs 1958 tarihinde Hindistan’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaret sırasında Hindistan Cumhurbaşkanı ve Hindistan Başbakanı ile görüşen Menderes çok yakın bir ilgi görmüştür. Hatta Hindistan Başbakanı Nehru, Başbakan Menderes’i havaalanına kadar uğurlamıştır.
Bu ziyaret iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi ve çeşitlendirilmesi için bir adım olmuş ve Hindistan Başbakanı Nehru’da 20 Mayıs 1960 tarihinde Türkiye’yi ziyaret etmiştir.
Ayrıca 1965 yılında Hindistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Zakir Hüseyin Türkiye’yi ziyaret ederek diplomatik ilişkilerin gelişmesi için girişimlerde bulunmuştur. Diğer yandan 1966 yılında ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye-Hindistan Dostluk Grubu kurulmuştur.
Türkiye-Hindistan ilişkilerinin bu olumlu süreci 1969 yılında Fas’ın Başkenti Rabat’ta gerçekleştirilen İslam Konferansında yaşanan olaylar nedeniyle ciddi anlamda yara almıştır. Şöyle ki bu konferansa katılmak isteyen Hindistan, Pakistan’ın muhalefeti ve etkisi ile Türkiye ve Ürdün dışişleri bakanlarının vermiş oldukları bir önerge ile Hindistan’ın bu konferansta yer almaması istenmiştir. Bu gelişme iki ülke arasındaki ilişkilerin uzun bir süre donmasına neden olmuştur.
Türkiye’de 1983 yılında iktidara gelen Başbakan Turgut Özal çok yönlü bir dış politika yürütmek adına 1986 yılında Hindistan’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyaret ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden hareketlendiğini görmekteyiz. 27 Mart 1986 tarihinde ise Türkiye Büyük millet Meclisi’nde yeniden Türkiye-Hindistan Dostluk Grubu oluşturulmuştur.
Şubat 1989 tarihinde Hindistan’a Türkiye Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Türk Dışişleri bakanı Mesut Yılmaz birlikte bir ziyaret gerçekleştirmişlerdir.
Bu ziyarete karşılık 1993 yılında Hindistan Cumhurbaşkanı Dr. Shankar Dayal Sharma, Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaret sırasında konuk Cumhurbaşkanının Atatürk’ü övücü sözleri dikkat çekmiştir. 1995 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Hindistan’ı ziyareti ile iki ülke ilişkileri daha da gelişmiştir.
Türkiye ve Hindistan emperyalist saldırılardan ve radikal devlet dışı örgütlerden en çok etkilenen iki ülkedir. Bu nedenle iki ülkenin ortak yanları oldukça fazladır. İki ülkenin ilişkilerinin gelişmesinin temel noktası; demokratik hukuk devleti kuralları çerçevesinde bağlantısız ve bağımsız bir politika geliştirmelerinden geçmektedir. Her iki ülkede devlet dışı örgütler, inanç temelli yaklaşımlar ve diğer ülkelerin etki alanından çıkarak karşılıklı çıkarlar çerçevesinde ilişkiler geliştirmeleri durumunda kazançlı çıkacaklardır.
Ancak Türkiye; Hindistan ilişkileri ile ilgili soğuk savaş dönemi alışkanlıkları dolayısı ile gerekli özeni gösterememiş ve çok iyi ilişkiler kurabileceğimiz Hindistan ile bağımlı politikalarımızın sonucu olarak gereksiz gerilimler yaşanmıştır.
Son yıllarda ise siyasal iktidarın yaklaşımının bir sonucu olarak, Türkiye’nin resmi olarak BM ve üçüncü ülkelerle yapılan görüşmelerde, kronikleşmiş Keşmir sorunu üzerinden doğrudan Hindistan’ı suçlayıcı açıklamaları bu sorunun çözümüne katkı sunmadığı gibi çok derin tarihi bağlarımız olan Hindistan ile çok kolay kurulabilecek çok yönlü ilişkilerin kurulmasını engellemektedir.
Türkiye Modern, demokratik bir devlet olarak çıkarları üzerinden diplomatik ilişkilerini geliştirmek durumundadır.
Ayrıca Türkiye; Hindistan, Pakistan ve Afganistan konusuna din temelli değil milliyet temelli yeniden planlamaya gitmelidir.
Bu önerim bu coğrafyada Türkiye’nin daha etkin olmasını sağlayacaktır.
Prof. Dr. Selçuk DUMAN