KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Ermenistan
  4. »
  5. Türkiye-Ermenistan Sınırının Açılmasının Olası Bazı Stratejik Sonuçları (2)

Türkiye-Ermenistan Sınırının Açılmasının Olası Bazı Stratejik Sonuçları (2)

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 15 dk okuma süresi
345 0

Türkiye-Ermenistan Sınırının Açılmasının Olası Bazı Stratejik Sonuçları (2)

B. Sınır Kapısının Açılması İle Türkiye’nin Ermenistan’da Belirleyici Etken Olma Şansı Nedir?

Sorudaki belirleyici etken olma nitelendirmesine özellikle dikkat etmenizi rica ediyorum. Hiç şüphesiz Türkiye gibi bir ülkenin Ermenistan gibi bir ülkede etkin olmaması gibi bir ihtimal yok. Ancak burada stratejik sorunların (mesela soykırım iddiası veya Karabağ Meselesi) çözümünü belirleyici biçimde etkileyecek kadar etkin olmaktan bahsediyoruz.

Bu çerçevede ikinci soruya cevap vermek için iki temel boyutu dikkate alarak gerçekçi bir değerlendirme yapmamız gerekiyor:
1. Türkiye’nin benzer etkinlik kurma deneyimlerinden nasıl bir sonuç alındı?
2. Ermenistan’daki iç ve dış dengeler içinde Türkiye’nin durumu nedir?

1. Türkiye’nin benzer etkinlik kurma deneyimleri var mı ve bunlardan nasıl bir sonuç alındı?

Öncelikle, Türkiye etkinlik kurma deneyimleri ve sonuçlarına kısaca değinmek gerekirse özetle şunları söyleyebiliriz. Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında değişik bölge ve ülkelerde etkin olmanın değişik boyutlarını ortaya koyan politikalar yürüttü. Türk dünyası, Balkanlar, Gürcistan, genel anlamda Ortadoğu, özel olarak ise Kuzey Irak ile Suriye bunlardan sadece bazılarıdır.
Hiç şüphesiz bu bahsedilenlerin her biri çoğu zaman bir birine benzemeyen ve çok farklı dinamiklerin olduğu bölgeler ve ülkeler. Ancak bu örneklerin hepsinin tek bir ortak noktası var: Türkiye son 25 yılda bu bahsedilen bölgelerin ve ülkelerin hepsinde etkin olmak adına bir takım önemli amaçlar ortaya koydu.
Bu bildiride bu örneklerin hepsini derinlemesine inceleme niyetinde değiliz. Burada benim amacım bu bölge veya ülkelerdeki Türkiye’nin konumunu iddiası ve mevcut pozisyonu ile mukayese bağlamında çok kısa cümlelerle ortaya koymaktır. Bunu yaparken orda yapılan olumlu kazanımları kesinlikle göz ardı etmek gibi bir niyetim yok. Sadece iddia ile stratejik kazanımlar arasındaki makası bir nebze göstermek istiyorum.

Türk Dünyası
Başlangıçta Türkiye, bu konuda resmi devlet adamları düzeyinde de sık sık sahip çıkılan çok iddialı “Adriyatik’ten Çin denizine Türk Dünyası” söylemini benimsedi. Bu iddianın bir alt kademesini ise “Türkiye’nin bölge ülkelerine model olacağı” tezi oluşturdu. Ancak geçen 25 senede çok boyutlu işbirliği olanaklarına, ikili ilişkilerdeki artılara ve Türk Konseyi gibi benzeri adımlara rağmen üsteki iddialarla orantılı tatmin edici ciddi sonuçlar alınamadı. Hatta Türkiye’nin strateji sorunlarından birine dönüşen Ermeni soykırımı iddiaları konusunda bile tatmin edici netice alınamadı henüz.

Kuzey Irak
Türkiye’nin hemen yanı başındaki bu coğrafya herkesin bildiği üzere bir zamanlar Türk ordusunun istediği zaman girip çıktığı, bölge liderlerinin Türk albaylarının makamında görüşmek için beklediği bir yerdi. Türkiye’nin bölgedeki Kürtleri Saddam’ın zulmünden koruduğu, Barzani ve Talabani’nin cebine kırmızı pasaport koyduğu da iyi bilinen konulardan. Bölgenin ekonomisinde Türkiye’nin rolü ise hayati. Bölgedeki Kürtler ister tarihi, ister dinsel, ister de sosyolojik bakımdan Türkiye ile çok ciddi ortak paydalara sahiptirler. Ancak bu kadar siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel avantajlara rağmen Türkiye ile Kuzey Irak liderliği arasında Türkmenlerin durumu ve PKK gibi stratejik konularda tatmin edici işbirliği yapılamadı. Keza Türkiye’nin ciddi stratejik sorun olarak gördüğü Kuzey Irak’ın bağımsızlık ilan etmemesi meselesi de aynı biçimde bir sorun olarak kalıyor. Unutmayalım, IŞİD olayı çıkmadan önce Barzani bağımsızlık oylaması yapacağından bahsediyordu.

Genel olarak Ortadoğu’da Türkiye’nin bölgede düzen kurucu devlet iddiasından nereye geldiği ise konuya bir azcık ilgi gösteren yurttaşların malumudur. Bu konunun özellikle Suriye bağlamındaki sonuçları ise olumsuz anlamda çapıcı bir noktaya ulaşmış durumdadır.

Gürcistan
En başarılı örnek sayılabilir. Hem Türkiye-Gürcistan ikili ilişkileri hem de Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye üçlü ilişkileri bağlamında stratejik, siyasi ve ekonomik boyutta giderek derinleşen ciddi işbirliği süreci mevcuttur. Fakat çeyrek asırdır davam eden ve bütün bu olumlu ve giderek derinleşen ilişkilere rağmen Ahıska Türkleri ve Borçalı Azerbaycanlılarının hak ve çıkarlarının yeterince korunması yapılamamış, onların Gürcistan’da hak ettikleri yeri kazanması sağlanamamıştır. Siyasi, ekonomik ve sosyolojik bağlamında her iki toplumun Gürcistan’daki konumu kısmen Kerkük Türkmenlerinin durumunu andırıyor. Keza Türkiye, Gürcistan’la derinleşen ilişkilerine rağmen Rusya’nın Gürcistan müdahalesi tetikleyen olaylar sürecinde taraflar üzerinde gerekli etkiyi de kuramadı. Ayrıca, Ankara yönetiminin geçen sene Gürcistan’da yapılan parlamento ve başkanlık seçimlerinde Rus yanlısı çizginin etkin olunmasına karşı, gerekli etkiyi gösteremediğini de belirtebiliriz.

Özetle, son 25 yıl zarfında Türkiye’nin bölge veya ülke bazındaki etkinlik kurma faaliyetlerinde iddiaları ile başardıkları arasında ciddi bir makas açıldığını, objektif ve subjektif nedenlerle neredeyse hiç birinde ana belirleyici aktör olamadığını belirtebiliriz.

2. Ermenistan’daki iç ve dış dengeler içinde Türkiye’nin durumu nedir?
Bu bağlamda Türkiye’nin Ermenistan’daki etkinlik durumunu dört boyutta kısaca analiz etmek mümkündür. Bu boyutları stratejik-siyasi, ekonomik, güvenlik-askeri ve kültürel-sosyolojik biçiminde sıralayabiliriz.
Konuyu stratejik-siyasi boyut bağlamında değerlendirdiğimizde, dış ve iç dinamikler olarak tanımlanacak iki ana zeminin önemli olduğunu görmek mümkündür. Dış dengelerde Ermenistan’da Rusya’nın baskın olduğu, İran’ın ciddi mesafe aldığı bir ortam mevcuttur. Bu ortamda ABD kendi strateji-siyasi gücü çerçevesinde ikili ilişkiler, çeşitli uluslararası kurumlar ve Ermeni lobisinin Amerika ayağı ile Ermenistan’da aktif olmaya çalışıyor. Bu noktada AB’nin de kendi siyasi-ekonomik gücü ile Fransa’nın önderliğinde Ermenistan’da rol alma çabasındadır. Bu ortamda zaman zaman Rusya-İran ve ABD-AB ittifaklarının kurulduğu da gözlemleniyor. Mevcut koşullarda Türkiye’nin kısa ve orta vadede, hatta yukarıda bahsettiğim diğer bölgelerdeki 25 senelik deneyim ışığında ister tek başına, isterse ABD-AB desteği ile Ermenistan’da stratejik dengeleri ciddi biçimde değiştirecek ve bu çerçevede soykırım iddiası ve Karabağ konusunda olumlu anlamda farklılaşma yaratması beklenemez.
Dahası, Ermenistan’da Rusya ve kısmen de İran lehine olan dengenin çok az bir ihtimal dâhilinde de olsa Batı yönümlü değişiminin bile Türkiye’nin Kafkasya’daki strateji çıkarlarına ne kadar hizmet edeceği de tartışılır. Keza hem soykırım hem de Karabağ konusunda ABD ve AB’nin tutumlarının da Türkiye’nin bölgesel çıkarları arasında ciddi farklılaşmanın olduğu biliniyor.
Ermenistan iç dengeleri bakımından da Türkiye’nin orada siyasi bağlamda etkin olması potansiyeli de yeterince problemlidir. Öncelikle, Ermenistan’da siyasi iktidarın belirlenmesi ve yürütülmesinde iç denge bağlamında da Rusya aynı zamanda en önemli faktördür. İkinci olarak, Ermenistan’daki iktidarın belirlenmesinde halk faktörü belirleyici değil. Bu bağlamda “halkı kazanalım, siyasi iktidar bize yönelmek durumunda kalır” tezi Ermenistan örneğinde geçerli değil. Üçüncü olarak, Ermenistan’da hem iktidar hem de muhalif elitte Türkiye aleyhtarlığı çok güçlü ve popüler bir konu olarak varlığını sürdürmektedir. Bu önemli problemin aşılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirirken Yunan veya Rum elitindeki benzer sorunun hangi aşamada olduğuna bir örnek olarak bakmak mümkündür.
Türkiye’nin Ermenistan’da ekonomik bağlamda etkin olması meselesinde de yeterince önemli problemler var. Öncelikle, başta enerji ve ağır sanayi olmak üzere Ermenistan’daki bütün stratejik nitelikli ekonomik alanlar, Rus şirketlerinin tekelinde ve bu süreç güçlendirilerek davam ediyor. Türkiye; gıda, tekstil ve inşaat sektöründe etkili olabilir.
Ama bu etkinliğin uzun vadede dahi Ermenistan iç politikasında Türkiye’ye göreceli olarak objektif bakan elit ve iktidar odağı oluşumu, dış politikasındaki stratejik konularda mesela, soykırım iddiaları ve Karabağ Meselesi, siyasal sonuçlar doğurması ihtimali çok düşüktür.
Dahası Türkiye-Ermenistan sınırının açılması Türkiye’de kaçak yabancı işsiz sayısını artıracağı gibi, sınır bölgesindeki hayvancılıkla uğraşan köylüleri daha da zor duruma sokacak.
Türkiye’nin askeri boyut bağlamında Ermenistan’daki durumu da problemlidir. Ermenistan, Rusya’nın askeri varlığı tam anlamıyla belirleyicidir. Nitekim Ermenistan’ın özellikle Türkiye ve İran’la sınırlarini Rus askeri koruyor. Ülkede Rus askeri üstleri var. Ayrıca Ermenistan, NATO karşıtı Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütünün üyesidir. Gerçi Ermenistan, Türkiye’nin üyesi olduğu NATO ile bazı işbirlikleri içinde, ama mevcut koşullarda bu daha çok politik ve sembolik içerik taşıyan bir unsurdur.
Türkiye’nin Ermenistan’da sosyolojik-kültürel bağlamda da ciddi handikapları var. Bu noktada Türkiye Ermenileri ve tarihi “Milleti Sadıka” nosyonu ilk bakışta avantaj sağlayabilir. Ancak Türkiye’deki Ermenilerin Ermenistan’daki topluma ne kadar ulaşa bildikleri ciddi bir tartışma konusudur. Keza “Milleti Sadıka” anlayışı da günümüzdeki Ermenistan’daki Ermeniler için olumlu bir anlam ifade etmiyor. Çünkü Ermenistan’daki bugünkü nüfus bir şekilde Türkler ve Müslümanlar tarafından mağdur edildiğine inanların torunlarıdır. Şöyle ki, bugünkü Ermenistan Ermenileri ülkeye tarihen dört esas bölgeden gelmişlerdir. Bunlardan birincisi, Rusya ile Kacar Devleti arasında imzalanan 1813 tarihli Gülistan ve 1828 tarihli Türkmençay Anlaşmaları ile Kafkasya’ya göç edenlerdir. İkinci kesim ise Kafkasya’ya Osmanlı-Rusya arasında imzalanan 1826 tarihli Edirne Anlaşması sonucunda bölgeye gelmiştir. Üçüncü kesimi, 1915 Olayları sonrasında Osmanlı coğrafyasından göç edenler oluşturuyor. Dördüncü kesimi ise Sovyet döneminde Ortadoğu ve Batı’dan Ermenistan’a göç eden Ermeniler teşkil ediyor. Bu bağlamda Ermenistan’daki Ermeni nüfusun kahir ekseriyeti tarihsel bağlamda Türkiye ve Müslüman karşıtı bir algıya sahiptir. Bu algı tarihsel olarak Rus/Sovyet Türk ve Müslüman karşıtı sistemli propaganda ve soykırım tezi ile kalıcı hale getirilmiştir. Keza Karabağ konusu da bu olumsuz Türk-Müslüman algısını daha da derinleştirmiştir.
Bu noktada iki hususu daha belirtmem gerekiyor. Öncelikle, Güney Kafkasya’da gerçekten etkinlik kurmak için sert güç (hard power) belirleyici unsurdur. İkincisi, genel olarak yumuşak güç uzun vadede sonuç verebilir. Keza stratejik konularda sonuç alması çok az görülen bir husustur. Nitekim Turkiye Ermenistan’da yoğun sert güç kullanan Rusya ve kısmen de İran’a karşı etkin olmaz. Özetle, bu koşullarda Türkiye’nin Ermenistan’da etkin aktör olması olanağı ciddi handikaplarla doludur ve orta/uzun vadede bile pek mümkün görünmüyor. Nazim Cafersoy

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir