KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Türk-Rus İlişkilerinin Krizi: Jeopolitik Rekabetin Sonucu

Türk-Rus İlişkilerinin Krizi: Jeopolitik Rekabetin Sonucu

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 21 dk okuma süresi
301 0

Türk-Rus İlişkilerinin Krizi: Jeopolitik Rekabetin Sonucu
sabiraskeroğlu
Türk-Rus ilişkileri tarih boyunca savaş ve barış içinde inişli çıkışlı seyretmiş olsa da iki güç arasında her zaman bir jeopolitik rekabet söz konusu olmuştur. Başta Osmanlı Devleti ile Rusya Çarlığı, Cumhuriyet Türkiyesi ile Bolşevik Rusya, NATO üyesi Türkiye ile Doğu Blok’u lideri SSCB, Soğuk Savaş sonrası Türkiyesi ile Rusya Federasyonu arasında dönem dönem savaş ve işbirliği görülmüşse de her zaman potansiyel bir rekabet alanı olmuştur. Son dönemde bu rekabetin somut sonucu olarak ‘24 Ekim 2015 Uçak Krizi’ kendini göstermiştir.

Türk-Rus Jeopolitik Rekabetinin Alanları

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra eski Sovyet coğrafyası ve etki alanları üzerinde Türkiye’nin de etkin olma çabası, Ankara-Moskova rekabetini başlatmış oldu. 1980’lerde dış politikada değişime giden ve Batı ülkeleriyle işbirliğini esas alan Sovyetler Birliği, Türkiye ile de enerji alanında yakınlaşma yaşamıştır. Sovyetler Birliği ortadan kalktığında da bu ikili işbirliği Rusya ile sürdürülmüştür. Ancak Orta Asya ve Kafkasya’daki enerji kaynaklarının Batı’ya sevkiyatı konusunda Türkiye ile Rusya ters düşmüşlerdir. En büyük rekabet Kafkaslarda yaşanmış, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının inşa edilmesiyle bu rekabetten Türkiye kazançlı çıkmıştır. Orta Asya enerji kaynaklarının Batı’ya sevkiyatı konusunda Hazar Denizi’nin hukuksal statüsü nedeniyle Rusya burada daha avantajlı çıkmış, hem Kazakistan hem de Türkmenistan enerji kaynaklarının ya kendi ülkesi üzerinden sevkiyat yapılmasını sağlamış ya da iç pazarı için çok düşük fiyatlarla ithal etmiştir.

Bu rekabet siyasi konularda da kendisini göstermiştir. Rusya Kosova’nın Sırbistan’a ait olduğunu savunurken, Türkiye 1999’da Sırbistan müdahalesine katıldı, 2008’e gelindiğinde ise Kosova’nın bağımsızlığını tanıdı. Türkiye Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya girmesini savunurken Rusya bunu karşı çıkarak engelledi. 2008’de Rusya’nın Gürcistan müdahale yaparken, Türkiye bunu önlemeye çalıştı. Rusya Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanırken Türkiye Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savundu. Kırım’ı ilhak eden Rusya, Ukrayna’nın doğusunda geleneksel olmayan karma/hibrit bir savaş yürütürken Türkiye bunu uluslararası hukuka aykırı saydı ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmaya devam etti. Öte yandan bu jeopolitik rekabet devam ederken her iki taraf da iyi gelişen ticari ilişkileri üzerinden işbirliğini üst düzeye taşımaya çalıştılar.

Diğer taraftan, Türk-Rus yakınlaşması ortak bir “Batı karşıtlığı” retoriği üzerinde inşa edilmişti. Rusya Avrupa güvenliğinden kendisinin dışlandığını öne sürmekte ve NATO genişlemesinin Rusya’nın ulusal güvenliğine tehdit olarak algılamaktadır. Bunun en büyük sorumlusunun ise tek kutuplu dünya sisteminin kurmak ve kendi pozisyonunu güçlendirmek isteyen ABD olduğunu iddia etmektedir. Dünyadaki tüm büyük sorunların arkasında ABD’nin olduğu gerekçesiyle Washington karşıtı bir dış politika retoriği inşa etmektedir. Diğer taraftan, ABD’nin Irak müdahalesiyle başlayan Washington-Ankara gerginliği vardı. Türkiye ABD’nin Irak’a müdahalesine destek vermemiş, Irak’ın kuzeyinde Türkiye’nin etkisinin azalması ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin güçlendirilmesiyle bu süreç devam etmiştir. ABD’nin demokrasi ihraç etme politikasının güç yoluyla desteklenmesi süreci boyunca Türkiye’de ABD karşıtlığı çok yüksek seviyeye çıkmıştı. İran nükleer programını engelleme gerekçesiyle müdahalenin gündeme getirilmesi de Türkiye tarafından olumsuz algılanmıştır. Türkiye’nin İran’la kurmak istediği yakın ilişkiye ABD’den karşı çıkılması ve AB üyeliği konusunda Türkiye’nin beklentisinin aksine karar alınması, AB dışında tutulmaya çalışılması Türkiye’nin Batı karşıtlığını artırmıştır. Bu bağlamda hem Rusya’da hem de Türkiye’de ortak bir “öteki” vardı. Türkiye’nin Batı ittifakı içerisinde olmasına rağmen Batı karşıtı tavrı, kendi ulusal çıkarlarının Batı tarafından dikkate alınması beklentisini açıkça dile getirmesi en fazla Rusya tarafından olumlu karşılanmıştı. Hatta Rusya ve Çin tarafından inşa edilen ve güçlendirilen Şanghay İşbirliği Örgütü Türkiye için Batı’ya karşı bir alternatif merkez olarak algılanmaya başlandı. Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılmak istediğini açıklaması başta ABD olmak üzere Batı tarafından eleştirilmiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin Çin yapımıı hava savunma sistemlerinin alımı konusundaki girişimi ABD tarafından eleştirilmiş ve engellenmiştir. Türkiye-ABD arasındaki gergin ilişki Suriye kriziyle de devam etmiştir. Türkiye, Rusya’nın Kırım’ı ilhakına karşı tepkisini de Batı’dan farklı koymuştur.

Türk-Rus ilişkilerinde artan ticari ilişkiler ve Batı karşıtı “ortak öteki” üzerine kurulan ilişkileri jeopolitik mücadelenin önüne geçememiştir. Bunun en belirgin örneği ise, Suriye kriziyle gün yüzüne çıkmıştır. Rusya’nın Ukrayna müdahalesinde stratejik önceliğini Avrupa ile yaşanacak ekonomik ilişkilerine tercih etmesi gibi Suriye konusunda da hem Türkiye hem Rusya stratejik çıkarlarına öncelik tanıyarak diğer alanlardaki ilişkilerini gözden çıkarmak zorunda kaldılar.

Orta Doğu’da Türk-Rus Jeopolitik Mücadelesi

Orta Doğu’da Türkiye’nin stratejik derinliği Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanıyor. Rusya’nınki ise Soğuk Savaş dönemine. Moskova bölgedeki ilişkilerini Baas rejimleri üzerinden ve İsrail’e karşı Mısır önderliğinde Araplara verdiği destek üzerinde geliştirmeye çalışmaktaydı. Türkiye isortak İslam kimliği üzerinden bölge üzerinde etkisini artırmak istemiştir. “Arap Baharı”yla başlayan Orta Doğu’nun dönüşümü hem Rusya hem de Türkiye tarafından farklı karşılanmıştır. Libya’da uçuşa yasak bölge ilan edilmesine destek veren Rusya, bu yönde BMGK’den karar çıkmasını sağlamıştır. Daha sonra verdiği kararın yanlış olduğunu dile getirerek iktidar değişikliklerine karşı çıkmaya başlamış, BMGK’nin tüm kararlarını veto etmiştir. Türkiye ise meydana gelen iktidar değişikliklerini desteklemeye başlamıştır. Bölge ülkelerinde iktidara gelen yeni hükümetler, Türkiye’yi bir model ülke kabul etmiş, demokratikleşme süreçlerini bu çerçevede yürütecekleri izlemini vermişlerdir. Türkiye açısından olumlu bir gelişme olarak görülen bu gelişme Rusya açısından bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu karşıt görüşler, Suriye’de tezahür edecektir.

Rusya, kendisinin onayı olmaksızın yapılacak dış müdahaleler sonucu iktidar değişikliklerinin zaman içerisinde meşru hal almaya başlayacağını, Suriye’nin ardından İran’a, ilerleyen zamanda ise Orta Asya ülkelerine doğru domino etkisi yapacağına inanmaktaydı. Hatta bunun Putin iktidarı için de tehdit oluşturacağı fikri hâkim oldu. Şam rejimine en büyük desteğin İran’la birlikte Rusya tarafından yapılıyor olması da bu nedenledir. Dolayısıyla Rusya’nın Suriye politikasındaki öncelik Esad rejiminin düşmesini engellemekti. Bu anlamda Rusya’nın Orta Doğu politikası, ilk dönem bölgedeki dış destekli iktidar değişikliklerine engel olmak şeklindeydi.

Rusya’nın Orta Doğu politikasındaki ikinci dönem ise IŞİD ve El-Kaide gibi radikal terör örgütlerinin bölgede güç kazanmasının engellenmesi üzerine kurulacaktır. ABD önderliğinde kurulan IŞİD’e karşı koalisyonun hava operasyonlarının istenilen sonucu vermemesi Suriye savaşının daha uzun dönem devam edeceği anlamına gelmekteydi. Suriye iç savaşının en kısa zamanda bitmesi Türkiye’nin olduğu gibi Rusya’nın da çıkarınaydı. Ancak Türkiye için savaşın bitmesinin önündeki en büyük engel Şam rejimi olarak görünürken, Rusya için en büyük sorun Şam rejiminin iktidarının düşmesi sonucu bölgede IŞİD ve El-Kaide/ En-Nusra gibi radikal gurupların güçlenmesiydi. Rusya ile Türkiye’nin yaklaşımı bu noktada ayrışıyordu. Orta Asya’da aktif olan Özbekistan İslam Hareketi’nin IŞİD’e bağlılığını açıklaması, Afganistan’da IŞİD’in faaliyetlerinin artması ve Taliban’la çatışmaya girmesi nedeniyle IŞİD, Rusya için ciddi tehdit olarak görülmeye başladı. Nitekim Suriye ve Irak’ta hükümet güçlerine karşı başarılı mücadele vererek sempati kazanan IŞİD’in saflarına Rusya’dan, Rusya’daki Orta Asya kökenli işçilerden ve Orta Asya’dan çok sayıda insan katıldı.

IŞİD yanında savaşan toplam 30-35 bin civarındaki militanın 5 bininin Rusya vatandaşı olduğu belirtilmektedir. Bunların yanına bir de Rusya’yla ilişkili Orta Asya kökenli kişileri de kattığınızda bu sayı daha da artmaktaydı. IŞİD’in güçlenmesi ve yenilmez örgüt imajını kazanmasıyla birlikte Rusya’nın kendisinin bir hedef haline geleceği düşünülmeye başlandı. Çeçenistan’da gerçekleşen saldırılar, Dağıstan ve diğer bölgelerde IŞİD’in izlerine rastlanması Rusya’nın acilen müdahale etme ihtiyacı duymasının temel sebebiydi. Şam yönetiminin gücünün zayıfladığını ve iktidarının düşme tehdidiyle karşı karşıya kaldığını gören Kremlin acilen Suriye’ye müdahale kadarı almak zorunda kaldı. ABD için de artık öncelikli tehdidin IŞİD olması, Esad’ın iktidarda kalması tartışmasının ikinci plana atılması, Rusya’nın müdahalesinin önünü açmıştı. ABD, kendi liderliğinde kurulan koalisyona Rusya’nın katılmasını isterken, Rusya ya ortak bir koalisyonun kurulması ya da kendisinin Suriye, İran ve Hizbullah’ın dâhil olduğu bir koalisyon kurarak IŞİD’e karşı savaştan yanaydı.

70. Birleşmiş Milletler Toplantısı’nda IŞİD’e karşı ortak koalisyon kurulması çağrısı yapan Putin olumlu cevap alamayınca Suriye’ye tek taraflı müdahale etti. IŞİD’e karşı başlatacağı hava operasyonları ABD tarafından olumlu karşılandı. Rusya ve ABD Genelkurmay Başkanları hava operasyonları ilgili ortak iletişim ağının kurulması konusunda anlaşmaya vardılar. Washington, Rusya’nın hava operasyonlarından ve bölgedeki varlığından rahatsız olsa bile Moskova’yla işbirliğine gitmeyi seçti. Bunun birkaç nedeni vardır: IŞİD’le mücadelede en büyük yükü üstlenen ABD’nin yükünü paylaşacaktı. Rusya IŞİD’le mücadelenin finansmanını üstleniyor hem de bölgenin “jandarması” rolünü paylaşıyordu. Bunun yanında Rusya’nın Suriye savaşına bulaşmasıyla uzun vadede Rusya’nın ekonomik kaynağının hızla azalması ve İslam dünyasıyla karşı karşıya gelmesi bekleniyordu. Ancak Rusya, Suriye savaşına doğrudan müdahil olmakla Suriye barış görüşmelerinde oynayacağı rolünü daha da artırmış oldu.

Türkiye açısından bakacak olursak, Suriye’de devam eden iç savaş ve çözümsüzlük, başta mülteciler olmak üzere Türkiye’nin doğrudan ulusal güvenliğine tehdit oluşturmaktaydı. IŞİD ya da Suriye Hükümet güçleri tarafından muhalif güçlere yönelik saldırılar, göç dalgasını farklı boyuta taşımaktaydı. Türkiye’nin, hem mülteci göçünü hem de kendi sınırında yaşanan çatışmaları minimize etmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenlik bölgesi/tampon bölge oluşturulması ve bunun BMGK kararına bağlanması önerisi, Rusya’yla birlikte ABD tarafından da reddedilmiştir.

Rusya’nın Suriye müdahalesi Türk-Rus ilişkilerini daha da gergin bir düzeye çıkarmıştır. IŞİD’e karşı operasyon gerekçesiyle Suriye’ye müdahale eden Rusya, operasyonlarının önemli bir bölümünü muhalif güçlere karşı gerçekleştirmeye başlamıştır. Rusya’nın hava desteği ve Suriye Hükümet güçlerinin karadan yürütülen operasyonları Türkiye sınırındaki Bayır-Bucak Türklerinin bölgesine kadar ilerlemiştir. Bu durum hem Bayır-Bucak Türklerinin yerlerinden etmiş, hem de Türkiye’ye yeni bir mülteci göçünü başlatmıştır.

24 Kasım 2015’te Rus bombardıman uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi, Suriye üzerinde yürütülen Türk-Rus jeopolitik rekabetinin doruk noktası olmuştur. Rus uçağının düşürülmesi Moskova için bir ulusal onur meselesi haline gelmiştir. Türkiye’ye karşı yaptırım kararı almış, ilişkilerin düzeltilmesi için özür, tazminat ve soruşturma gibi şartlar öne sürmüştür. Türkiye ile yaşanan krizi fırsat bilen Kremlin, Suriye hava sahasını Türk uçaklarına kapatmış, Suriye’deki birliklerini ve hava operasyonlarını artırmış, Suriye’ye yeni askeri teknolojileri sevk ederek Suriye’deki pozisyonunu daha da güçlendirmiştir. Türkiye’yi NATO’daki müttefikleri dahil olmak üzere uluslararası toplum karşısında suçlamaya çalışan Rusya, aynı zamanda Şam rejimine karşı en büyük tehdit olan Türk Kara Kuvvetlerini de Suriye dışında tutmaya çalışmıştır. Böylelikle Rusya, Suriye barış görüşmelerinde de Türkiye’nin devre dışı kalmasını çabalayarak diyalog yollarını kapatmıştır.

Uçak krizi ve Türk-Rus gerginliği sonrasında Suriye’de barışın sağlanması ve gelecekte Suriye’nin tekrar yapılandırılması Rus-Amerikan kararına bağlı hale gelmiştir. ABD ile Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğü, anayasa değişikliği, genel seçim yapılması ve Esad’ın geçici olarak iktidarda kalması konusunda uzlaştı. Bu uzlaşı, daha sonra Suriye’de ateşkesin ilan edilmesiyle sonuçlanacaktır. 15 Mart 2016’dan itibaren Rusya Suriye’deki askeri birliklerinin sayısını azaltma kararı alarak Suriye barış görüşmeleri konusunda elini daha da güçlendirmek istemiştir. Ancak Suriye’de başlatılan ateşkesin sürdürülmesi, aynı zamanda bölge güçlerin de rızasına bağlı olduğu da bilinmektedir.

Rusya’nın Orta Doğu Stratejisi ve Türkiye

Rusya, Suriye’de barış görüşmelerini hızlandırmak için ülkedeki askeri birliklerinin sayısını azaltma kararı almakla beraber önceye göre bölgedeki varlığını daha da güçlendirmiştir. Suriye krizi başlamadan önce ne Irak ne de Suriye üzerinde bir etkiye sahip olan Rusya, IŞİD’e karşı mücadele adı altında Irak yönetimine silah ithalatı yapmakta ve Bağdat’ta IŞİD’le mücadele için ortak istihbarat koordinasyon merkezi konusunda işbirliği yürütmektedir. Rusya, Şam rejiminin en büyük siyasi, askeri ve ekonomik destekçisi haline geldi. Daha önce neredeyse hiç kullanılmayan Tartus Limanı, şimdi Rusya’nın Akdeniz kıyısındaki en önemli deniz üssü haline gelmiştir. Lazkiye’deki Hmeymim hava üssü süresiz kullanımını elde etmiştir. Öte yandan ülke içi güvenliğinde de pozisyonunu güçlendirmiştir.

Rusya uçak kriziyle birlikte bölgede Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamaya çalışmaktadır. Suriye Hükümetinin onayı olduğu takdirde ülkede federasyonu destekleyeceğini dile getiren Moskova, bu çerçevede PYD’ye özerk bölge verilmesini desteklemeye çalışmaktadır. PYD’nin de Suriye barış görüşmelerine katılmasını isteyen Rusya, PYD üzerinden Türkiye’ye baskı yapmaya çalışmaktadır. PYD üzerinde ABD ve İngiltere’nin büyük etkisi olduğunu bilen Rusya, PYD’ye silah desteği ve özerkliğinin desteklenmesi üzerinden bölgedeki etkisini artırmaya çalışmaktadır.

PYD ile işbirliğini artıran Rusya, PYD üzerinden de PKK’ya daha kolay ulaşabileceğini hesaplamaktadır. PYD aracılıyla silah elde edecek olan PKK, Türkiye’nin iç istikrarını her zaman bozma potansiyeline sahip olacaktır. Bu da Türkiye’nin iç sorunlarıyla boğuşmasına, bölgesel meselelerden daha uzak durmasına neden olacaktır. Rusya’nın özellikle PKK/PYD üzerinde kurguladığı strateji Türk-Rus ilişkilerinin uzun vadede gergin tutulmasına neden olacaktır.

Sonuç

2000’lerden itibaren işbirliği niteliği taşıyan Türk-Rus ilişkileri aslında zımni de olsa her zaman bir jeopolitik rekabet içermekteydi. Bölgesel istikrar devam ettiği sürece söz konusu ikili ilişkileri stratejik ortaklık noktasına kadar çıkartılabilirken, siyasi meselelerle ilgili karar verilmesi gerektiğinde güç faktörü ve çıkarlar öncelik kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra daha önce Moskova’nın kontrolü ya da etkisi altında olan bölgelerde Türkiye etkisini artırma çabasında olmuştur. Türkiye’nin bölgesel politikaları ve Rusya’nın eski etki alanlarına tekrar dönme çabası iki güç arasında rekabetin artmasına neden olmuştur. Bu rekabet bazen işbirliği artırarak ya da olan bitene sessiz kalarak atlatılmaya çalışılsa da, her zaman bir krize dönüşme potansiyeli taşımaktaydı. Bu da tarafların “kırmızı çizgileri” ve askeri yeteneklerine göre belirlenmektedir. Balkanlardan Kafkaslara, Orta Asya’da Orta Doğu’ya uzanan bölgelerde inişli çıkışlı Türk-Rus rekabeti en sert bir şekilde Suriye kriziyle gün yüzüne çıkmıştır. Eğer taraflardan biri beklentilerinden vazgeçmez ise ya da uluslararası konjonktürde herhangi bir şekilde radikal bir değişim yaşanmazsa Türk-Rus krizinin önümüzdeki dönemde de devam edeceği söylenebilir.

Yazar: Sabir Askeroğlu

http://www.21yyte.org/ sitesinden 27.04.2016 tarihinde yazdırılmıştır

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir