KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. TÜRK OCAĞI MİSYONU ve TÜRKİSTAN ÜNİVERSİTESİNİN GEREKLİLİĞİ

TÜRK OCAĞI MİSYONU ve TÜRKİSTAN ÜNİVERSİTESİNİN GEREKLİLİĞİ

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 37 dk okuma süresi
300 0

Prof. Dr. Mevlüt Uyanık
Giriş:
Cezmi Bayram hoca’mın “Türk Ocaklarına İhtiyaç Var mı?” başlıklı (Türk Yurdu Dergisinin Nisan, Y.109,S. 392, ss.8-12) yazısını okudum, bir süre sonra Eskişehir Türk Ocağı Başkanı Nedim Ünal hocam, buradan hareketle bir beyin fırtınası ve müzakere ortamı oluşturma talebine bilgi notuyla döndüm. “Malum, düşünceler makes bulmaz ise gelişmiyor, donuklaşıyor ve sonunda da amele, işe, eyleme dönüşmüyor! Milletlerin hayatında hamle meydana getirmenin önemli hadiselere bağlı olduğunu, bir anda zuhurattan olmadığını, bir çilenin mahsulü olduğunu” söyleyerek “Acaba bir hamle gücü meydana getirilebilinir mi, bir ızdırap doğurabilinir mi?” ifadeleri bilgi notunu geliştirmeme vesile oldu.
Felsefeyi dünyanın seçkin zekalarıyla yolda/ş olmak ve onların kaygılarını paylaşmak, yaşanan sorunlara dair çözüm önerilerini okuyup anlayıp yorumlamak ve güncellemek olarak gördüğüm için Nedim hocamın “kaygısını” iliklerimde hissettim desem abartı olmaz. Onun Türk Ocağı misyonuna ve Türkiye, Türkistan ve İslam hassasiyetine şahit olmuş biri olarak “Türk Milletinin bekası hatta ümmetin geleceği bakımından Türk Ocağı’na ihtiyacın daim olacağını” düşünüyorum.
Cezmi Bayram hocamın sorusuna “Evet, Türk Ocağına daima ihtiyaç olacaktır, çünkü Türk devlet geleneğini bütüncül okuma birikimine sahip tek sivil toplum kuruluşudur” diye cevap vererek katkı sağlamak istiyorum. Ama bunda başarılı olması için Selçuklu-Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti birikimini teori ve pratik (devlet geleneği) açısından uyumunu sağlayan Türk Ocağı’nın kapanma ve yeniden açılma süreçlerini iyi tahlil etmek gerekir. Ötekileştirme derken Türk Toplumumun bütüne dair fikirler üreten Ocak ne oldu da, sadece Türkçü/ülkücü geleneğin benimsediği bir birime dönüştü? Doğru olmamasına rağmen bir siyasal partiyle özdeş kılınarak ister Sünni isterse Alevi olsun sol geleneği ve siyasal olarak da CHP’yi benimseyenlerin uzak durulduğu bir yere nasıl gelindi? Buna ilaveten sağ-muhafazakar kesimden farklı siyasal partilere mensup olanların da Türk Ocağı fikirlerine mesafeli durmaların gerekçeleri nelerdir?
Nedim Ünal hocamla istişareler sonucunda buna dair kaygılarımı Türk Ocağı ve Çorum Aydınlar Ocağı deneyimi üzerinden somutlaştırmak istedim. 12 Eylül 1980 ihtilalini Çorum’da yaşamış ve 1995 yılından itibaren de orada görevini sürdüren bir akademisyen olarak bu deneyimin “Toplumsal ve siyasal açıdan iktidar savaşlarında “gerekli bir öteki” konumuna düşmeden, siyaset üstü bir “fikir üretim merkezi”ne döneşerek toplumsal aidiyetimize nasıl katkı sağlamaya devam ederiz?” sorusunun cevabını aramaya çalıştım.
Bunun için ülke içinde yani ulusal bazda kapsayıcı-toparlayıcı bir düşünce üretim merkezi niteliğini kazanması ve ikinci aşamada ise Türk Ocağı birikiminin üniversite bazında uluslararası hale gelebileceği imkanı üzerinde durdum. Daha net ifadeyle söyleyecek olursak ilk adımda, CHP geleneğine sahip kendini sağ Sünni ve/ya Alevi görüşe ait olduğunu söyleyen kardeşlerimizin rahatlıkla gelebileceği, fikirlerini söyleyebileceği kültürel ortamların tesisine gayret etmeye çalışmalıyız. Dergide görüş farklılıklarının tıpkı Kuruluş Döneminde olduğu gibi yer alması, Türk Ocağı’nın “bir düşünce kuruluşu” gibi her türlü fikrin müzakere edildiği ve Türkiye’nin iç ve dış politikalarının uygulanabilecek çözüm önerilerine önemli katkı yapacak yapıya dönüştürülmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü fikri/dini farklılıklarımızın çatışma eşiğine taşınmadan gökkuşağı veya bir kilimin desenleri gibi olduğunu gösterecek odaklardan birisidir Türk Ocağı. Kuruluş dönemindeki tartışmaların, müzakerelerinin nezaketi, nezahetine bakınca bu yeniden gerçekleşebilir. Türk Ocağı Üniversitesi de bunun bütün toplum birimlerine ve uluslararası alana taşınma mekânı olacaktır.
Fernand Braudel’in ifadesiyle “Kültürel çizgilerin ortaklığının egemen olduğu bir mekân olan kültürel alanlar, “grubun bazı ortak çizgileri itibari ile daha geniş bütünlerin içinde bir araya gelmektedir ve bu grup, bu çizgiler nedeniyle diğer bütünlerden farklılaşmaktadır. Sözgelimi Amerikan, Alman, İngiliz, Rus medeniyetleri en geniş seviyesiyle Batı medeniyetine dâhildirler. Arap, Osmanlı, Selçuklu gibi medeniyetlerin, İslâm medeniyeti çatısı altında oldukları gibi. Medeniyetler kültürel unsurları mübadele yolları ile ithal ve ihraç ederler.” 1
Bu hususu daha önce “Türk Ocağı ve Türk Yurdu Dergisi Üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesini Takip Etmek “ konulu yazıda (Türk Yurdu Dergisi, 7. Devre, cilt 39 (71), yıl 108, sayı 377 (738), s.19-25) kısmen müzakereye açmıştık.
Türk Ocağı üniversitesi Türk Medeniyeti birikimini uluslararası alana taşıyacağı kanaatindeyiz. Burada F. Braudel’in dediği üzere, yavaş değişenlerin ve/ya doğrudan doğruya yapıyla ilgili unsurların, ekonomi ve toplumla ilgili hususların incelendiğini, böylelikle yaşanılan olayları ve siyasetin takibi yapılabilir. Türk Ocağı, sosyal, ekonomik ve kültürel unsurları serbestçe tartışan ve yapısal tarih tasavvurunu oluşturarak Türkistan-Türkiye’nin dil, fikir ve iş’te birliğini sağlayacak bir fikir platformundan dünya üniversitesine dönüşebilir. Bu açıdan Türklerin devlet kurucu zihniyetinin mahiyetini ve bunların hayata farklı kimliklere geçirilişi “bütüncül bir tarih” şeklinde Türk Ocağı ve Türk Yurdu birikimiyle mümkündür. Nitekim Türk milletinin oluşumundaki, milli tarih şuuru (Türklük) devletin parçalanmasına karşı en son geliştirilen bir bilinçlilik refleksi olarak ortaya çıkmıştır. Biz bunu Türkistan-Türkiye İrtibatının fikri sürekliliğini yeniden okuma olarak Hitit Üniversitesi bünyesinde Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak diye okuyoruz. Çorum Aydınlar Ocağı da bu okumaların sivil ayağını oluşturuyor.

1. Türkiye Cumhuriyetinin Kurucu Felsefesinin Üretim Merkezi Olan Türk Ocağı’nın “Ötekileştirilmesi”
1912’de kurulup, 1930 yılına kadar Türkiye’nin en etkili sivil fikir üretim merkezi olan Türk Ocağı kısa sürede 250 yakın şubesi, otuz bin civarında üyeye ulaşmıştı. 10 Nisan 1931 günü Türk Ocağı olağanüstü kurultayı Türk Ocaklarının CHP ile birleşmesi ve bütün mal varlığının da devredilmesiyle kısa bir dönem sivil fikir üretim merkezi olma durumunu kaybetti.
Büyük Türklük ve/ya Turancılık öğretisinin SSCB’nin tavrına yönelik reel politik olarak dış Türklere yönelik politikaları da içermesinin ortaya çıkaracağı sorunları gidermek için olduğu iddia edilen kapanışın ardından “Halk Evleri” açılmaya başlandı. Bu hususu önemsiyorum, çünkü Türk Ocakları’nın varlığını devam ettirmesinin ve işlevinin daha da önemli hale geldiğini bu noktadan hareketle temellendireceğim.
Soru/n: Osmanlı Devleti’nin askeri-idari/sivil bürokratlarının “Yeni İnsan Yeni Lisan” diyerek dönemin sosyo-politik şartlarına Üç Tarz-ı Siyaset uyum sağlama çabalarının nihai mekanı ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin önemli oranda oluşturulduğu Türk Ocakları yeniden açıldığı zaman da salt sağ muhafazakar (milliyetçi-ülkücü) kesimin mekanına dönüştü. Diğer bir ifadeyle “Halk Evleri” açılması ve sonrasındaki süreçte Türk Devlet Geleneğinin teorik alt yapısının simgesi olan Türk Ocağı ve misyonu “gerekli bir öteki” haline dönüştürüldü. Soru(n) Türk Ocağı’nın Türk tarihinin sürekliliğinin simgesi olarak gören aydınların toplumdaki bilinç yarılmasına hizmet eden bu ötekileştirme sorununu nasıl aşabileceğidir. Daha net bir ifadeyle günümüzde yaşanılan meselelere çözümler üreten, gelecek inşası için kuruluşundaki temel önermelerini çağdaş felsefenin diliyle yeniden okuyup evrensel değer haline getirmesi için Türk Ocağı’nın işlevi nasıl devam etmelidir?
Türk Ocağı’nın ötekileştirilmesinin ortaya çıkardığı bilinç yarılmasını bu noktada biraz açmak gerekir.
1.1. “Ötekileştirme ve Bilinç Yarılması”
Türk Ocağı’nın kapatılmasıyla yaralanan bilinçler, Halk Evleri alternatifiyle kamplaşmış, yarılmış bilinçlere dönüştü ve Türk Ocaklılık zihinlere giydirilen bir deli gömleği gibi yani ideolojik tutum olarak gösterilerek ötekileştirildi. Şu iki soruya verilecek cevap bunu gösterebilir: Sünni ve/ya Alevi CHP veya diğer sol partilere yakınlık duyan ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini anlamak isteyen kaç kişi Türk Ocağı’nda müzakerelerin takip edilmesi gerektiğini biliyor? Ya da sağ muhafazakar ama farklı siyasal görüşlere sahip kardeşlerimizin kaçı Türk Ocaklarının etkinliklere geliyor ya da gelebiliyor?
“Bilinç yarılması” terimini gençlik yıllarımızda geleneksel toplumlarda kültürel şizofreni olgusunu inceleyen Daryush Shayegan’ın “Yaralı Bilinç” adlı eserinden hareketle kullanıyorum. 1980 yılında başladığım üniversite hayatımda okuduğum kitapta şu tespitleri yapmıştı: “Biz periferi insanları, farklı bilgi blokları arasındaki çelişkilerin zamanında yaşıyoruz. Birbirlerini iten ve karşılıklı olarak biçimsizleştiren bağdaşmaz dünyalar arasındaki çatlağa düşmüşüz. Zihin açıklığıyla ve hınç duymadan üstlenildiğinde bu iki yanlılık bizi zenginleştirebilir, bilgi sicillerini geliştirebilir ve duyarlılık yelpazesini genişletebilir; oysa bilginin eleştirel alanından dışlandığında, aynı iki yanlılık duraklamalara neden olmakta, bakışı sakatlamakta ve tıpkı kırık bir aynada olduğu gibi, dünya gerçekliğini ve tinsel imgeleri biçimsizleştirmektedir.” Sorunun “kültürel kimlik arzusu” olarak gözüktüğünü ama temelde “tehlikeli düşünce biçimleri tarafından kısa devreye uğratılma korkusu” yaşandığını belirten yazar: “Buna rağmen bu ürkek tavır günümüzde bile pek değişmemiştir. Kesinlikle muğlak olan bu tutum, çatlamış kişiliğimizi yansıtan ikili bir dili ve ikiyüzlülüğü barındırmaktadır” demektedir.2 Şimdi “yaralı bilinç”in “yarılmış bilinç” ya da “bilinç yarılması”na dönüşmemesi için Çorum’da neler yaptığımızı Türk Ocağı ve Aydınlar Ocağı üyesi olarak kanaatlerimi paylaşayım.

1. Türk Tarihinin Sistematik ve Felsefi Tahlili
Tarihte sürekli devlet kuran milletlerden birisi Türklerdir. Orhun Abideleriyle (daha önceki metinlere de ulaşıldı) yazılı hale gelmiş teori ve pratik uyumunu gösteren devletler ve Cumhurbaşkanlığı forsundaki yıldızlar kurdukları devletlerin (bazılarının) simgeleridir. Türk Ocağı işte bu tarihsel bilinçliliğin sivil simgesi olarak daima var olmalıdır.
Biz Çorum İlahiyat Fakültesinde Türkistan-Türkiye irtibatının sürekliliğini gösteren metinlerin felsefi analizini “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” projesi bağlamında yapıyoruz. Bundan kastımız her sistemin kendi öncülleri (aksiyomları) üzerine kurulu olduğu ve mantıksal çelişkisizliğini kazandığını, böylece kendine özgü moderniteye sahip olduğudur. Türk Felsefesinin kuruluş metinleri olarak gördüğümüz klasik eserleri günümüz felsefi verileriyle yeniden okuyarak, “Gelenekten uzak veya kopmuş bir modernitenin mümkün olmadığını” düşünüyoruz.
‘Gelenek’ dediğimiz bazı kadim değerlerin günümüze aktarılmasının bugünkü anlayışa uygun bir tarzda yapılmış olmasıdır. Bu anlamda gelenek, olmuş bitmiş bir şey değildir, her an oluşmaktadır. Nitekim Türkiye Cumhuriyetini kuran askeri ve sivil bürokratlar bir felsefi/bilimsel sistemin bazı yönlerinin kullanılabileceğinin idrakinde olarak Doğu-Batı sentezinde kadim birçok sistemlerin verilerini kullanmışlardır. Bunu kabul etmek başka, o sistemin oluştuğu ontolojik yapıyı görmezlikten gelmek başkadır. Dolayısıyla gelişme’, geleneğimizi, yani kültürel mirasımızı koruyarak, onları yeni birtakım değişiklikler ve keşiflerle daha yetkin değerler haline getirmek demektir. Başka bir deyişle önceki neslin servetine bir sonraki kuşağın servetini ilave etmek demektir.
Bu ise ‘Felsefi Bir Sistem Oluşturmak’la mümkündür. ‘Felsefi Sistem’den kastımız ise Yaratıcı (Allah)-İnsan-tabiat ilişkisinin bütün boyutlarını kendi öncüllerine dayanarak ‘geleneği’ içinde sistematik ve tutarlı bir şekilde açıklamaya çalışarak, birey (tedbirü’l-mütevahhid), aile (tedbiru’l-menzil) ve toplum/devlet (tedbirü’l-mudun) ilişkisine dair bir dünya görüşü geliştirme çabası olarak tanımlanabilir. Bu konuda hareket noktamız ise felsefe tarihinde Muallim-i Sani diye bilinen Ebu Nasr el-Farabi’dir. 3
2.1. Türk Ocaklı Ruhu: Kuruluş Felsefesi
1789 Fransız ihtilaliyle dünya sosyo-politik yapısında Monarşik yönetimler yerini Cumhuriyete, Din merkezlilik yerini sekülarizm ve laikliğe, Çok Uluslu İmparatorluklar Ulus Devlete bıraktı. Artık yeni politik ve reel durum olan Ulus Devlet ile var olmak için toplumsal sözleşmenin ötesinde yeni bir kimlik inşa etmek gerekiyordu. Ulus/millet ve devlet olmanın yolu, halka tarihsel bir kimlik veren mitik bir anlatı inşa etmekten geçiyordu. Osmanlı devleti de Batı karşısında yaşadığı sorunlara fikri, siyasi ve iktisadî çözümler (Tanzimat/ıslahat) bulmaya çalıştı. Önce Genç/Jön Türkler yeni ve güncel bir “ruh anlayışı” yani kimlik arayışına başlamışlardı. Ama Üç Tarz-ı Siyaset’in (İslâmcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük) ikisiyle dağılmayı bir süre erteleyebildi. Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşadığı travmadan sonra Osmanlı aydınları “Yeter Söz Türklerin” diyerek Üç Tarz-ı Siyaset’ten Türkçülüğü öne çıkarmaya başladı. Jeopolitik açıdan dünyanın en stratejik yerlerinden biri olan Anadolu’ya çekilerek Türkiye Cumhuriyetini kuruldu.
Yazının başında belirttiğimiz üzere Türk Ocağı’nın 1931 yılı itibarıyla sivil fikri üretim merkezi olmaktan çıktı. Onun yerine Halk Evleri gündeme getirildi. Bu sürecin ortaya çıkardığı sorunlar 1950’li yıllarda Demokrat Parti ve “Yeter Söz Milletin” sloganı ile aşılmaya çalışıldı. Ardından 27 Mayıs 1960 ihtilali yaşandı. 12 Eylül 1980 tarihi Türk Ocakları ve misyonu ve idealizmi (ülküsü) açısından tam bir kırılma noktasıdır. Çünkü askeri darbe öncesinde toplum sağ-sol, Alevi-Sünni, gerici-ilerici şeklindeki iki ana kampa ayrıldı. Darbe akabinde yaşanılan büyük kıyım sonrasını ise “Yeter Söz Kitlenin” diyerek popüler kültürün öne çıkarılmasında bu tarikatlar oldukça etken olmuştur. Çünkü 1970’li yıllardan itibaren kendi içine kapalı cemaatler şeklinde yaşayan tarikatlar, 1980 yılı itibarıyla “Yeter Söz Kitlenin” politikasıyla küresel kapitalizme entegre olup Cemaat kapitalizmi’ni oluşturdu. 28 Şubat 1997 post modern darbe de bu gruplar yine ilerici-gerici şeklindeki toplumsal kamplaşma için kullanıldı. 2000’li yıllardan sonra sosyo-politik AKP’nin “muhafazakar demokrat” nitelemesiyle başlayan süreç de artık cemaat ve tarikatların Sivil Toplum Kuruluşları olduklarını söyleyerek daha aktif hale geldi. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi cemaatleşmenin cemiyetleşmeye dönüşmediği, sivil toplum kuruluşları olarak vakıf, dernek, sendika adı altında etkinlik gösterenin bir cemaatin nasıl terörist bir yapıya (Fetö) dönüştüğünü gösterdi.
Kısacası jeopolitik açıdan enerji arz ve üretim merkezlerinin en hassas noktasında bulunan Anadolu coğrafyasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde askeri vesayetin 27 Mayıs 1960 darbesiyle başladığını, 12 Mart 1970 muhtırasıyla ivme kazandığını 12 Eylül 1980 darbesiyle vesayet zemininin iyice pekiştirildiğini, 12 Eylül 1980 darbesinin, 28 Şubat 1997 post modern darbesi ve 15 Temmuz 2016 kalkışması 12 Eylül zemini üzerinden olduğunu rasyonel ve eleştirel bir süzgeçten geçirecek en önemli sivil birikime sahip Türk Ocağı’dır. 5
Sözün özü; Türk Ocakları’nın işlevsiz bırakılması ve Halk evleri’nin yerine konulma çabasıyla başlayan süreci Türk Ocaklarının ötekileştirilmesi olarak oku/yorum. Çünkü Türk Ocakları tekrar açıldı ama Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini temin eden en önemli sivil merkez olmaktan çıkıp, belirli bir siyasal partiyle ve siyasi görüşle özdeş kılınmaya başlandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini üreten ve bu anlamda farklı fikirlerin hakikat kıvılcımlarını taşıdığının en önemli sivil mekanı olan Ocak, ne oldu da, toplumun diğer kesimleri tarafından “gerekli bir öteki” olarak görüldü. Cezmi Bayram hocamın başlattığı öz eleştiri sürecini bu bağlamda oku/yorum.
2.2. Türk Ocağı’nın Yeniden Kadim Fikir Merkezi Olması
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde özellikle Türk Düşünce Tarihinde, Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti kültürel/fikri sürekliliğini anlatırken bunun somut örneğinin Türk Ocağı ve Türk Yurdu Dergisi olduğunu söyleyen bir akademisyen olarak Cezmi Bayram hocamızın yazısının başlangıçta dediği gibi ben Ocağın görev alanının daha da arttığını düşünüyorum. Özellikle Ocak sivil okumalar ile Türkiye, Yakın bölgemiz (Irak, Suriye ve Güney Azerbaycan) ardından bütün Türk Dünyasının kültürel ve ekonomik birlikteliğinin teorik alt yapısını oluşturmaya çalışan kadim fikir merkezi olabilir, bunu Türkistan veya önde gelen alimlerimizden birinin adıyla kurulacak özel bir üniversite ile daha verimli yapabileceğini düşünüyorum.
2.3. Dil, İş ve Fikir’de Birlik”: Türk Ocağı ve Üniversitesi
Türkistan’ı Doğu, Batı ve Güney’i ile bir bütün halinde Türkiye gündeminde tutması ve Türkiye ile fikri/kültürel, ekonomik birlikteliğini artırması yönündeki çalışmaların yeniden merkezi haline gelmesini, bu bağlamda bir veya birkaç özel üniversite (Orhun Üniversitesi, Oğuz Kaan Üniversitesi yahut da İsmail Gaspıralı Üniversitesi gibi) kurulması en büyük idealim/ülküm. Bunların bazıları ihtisas üniversitesi olabilir. Mesela İsmail Gaspıralı Üniversitesi ekonomi-politik üzerine yoğunlaşabilir, bugünkü büyük Ticaret Odalarının üniversiteleri gibi etkinlik gösterebilir. Çünkü Gaspıralı “döneminin siyasi gelişmelerini iyi okuyan, nitelikli bir aydın, siyasetçi eğitimci olarak uygulanabilir bir strateji çizmiştir. Eğitimin modernleşmesi, halkın basım yayın yoluyla aydınlatılması ve ortak dil meselesine yoğunlaşmıştır. Türk ve İslam dünyasının her yerinde hayır ve eğitim cemiyetlerinin kurulmasını teşvik etmiş, bunları sosyal ve siyasi birliğe dolasıyla millet olma bilincine bir adım olarak değerlendirmiştir.“ 6
Özellikle son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti’nin alt yapısını oluşturan, dönemin sosyo-politik şartlarını analiz ederek ve “Dil, İş ve Fikir’de Birlik” için farklı fakülteleriyle yaşanılan sorunlara çözüm önerileri üreten bireyler yetiştiren üniversite, Türk Ocağı misyonunu evrenselleştirebilir.
Bu bağlamda Kazakistan’ın Türkistan vilayetinde Ahmed Yesevi Kazak Türk Üniversitesi ve Kırgızistan’ın Bişkek şehrinde Manas Türk-Kırgız üniversiteleri resmi birimler olarak elinden geleni yapıyor. Ama oralarda iki yıl öğretim görevlisi olarak kalmış bir akademisyen olarak, Rektör’ün Kazak ve/ya Kırgız, rektör vekili (yardımcısının) Türkiye’den olması bir nevi davul Türkiye’nin omzunda tokmak diğerlerinde izlenimi vermekte, istenilen verimi alınması güçleşmektedir. İbn Haldun’un dediği üzere toplumsal değişim ve dönüşüm için üç nesil gerekir, evet 80 yıla yakın SSCB kültürel-siyasal baskısı altında kaldılar, birçok sorunla yüzleşiyorlar, ama yönetimdeki iki başlılık ve Türkistan’a dair reel politik uygulamaların hayata geçirilmesinde önemli aksaklıklar olduğu da kesin. Türkiye’de sivil bir üniversite burada yaşanılan sorunları aşmada daha etkin olabilir. Bunun gerçekleşmesi için de Türk Ocağının tekrar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda olduğu gibi öncelikle ülke içinde milli birlik ve aidiyetimize katkı sağlamayacak birime tekrar dönüşmesi gereklidir. Bu yerel/tikel ile tümel arasındaki irtibattan hareketle Çorum’da buna yönelik etkinliklerden ve deneyimimizden bahsetmek uygun olacaktır.
3. Türkistan-Türkiye İrtibatının Felsefi Temelleri ve Çorum Deneyimi:
Şehirde yaşayan Caferi Alevi ve Hacı Bektaş Veli Alevi arkadaşlarla Çorum Aydınlar Ocağı’nda da etkinlik yapabiliyoruz. Türkistan-Türkiye irtibatının kültürel sürekliliğini avaz/ses üzerinden takip etmeyi hedefleyen “Bir Nefes Tevhid” temalı bir etkinlik yaptık. Türkler Müslüman olduktan sonra Tanrı-Evren-İnsan irtibatına dair anadili üzerinden ürettiği metinlerin nazım/şiir olması, şair/ozanların temel öğretiyi yüzyıllarca kopuz/bağlama üzerinden halk bazında yaygınlaştırması, şiirlerin/deyişlerin felsefi açıdan içerik analizini yapmayı denedik. Çünkü Hacı Bektaş-ı Velinin torunu Şiri’nin “Urum diyarını ben irşad ettim/Horasan’dan gelen Bektaşi idim ben” diyen Yesevi geleneğini Bektaşi/Alevi ve Yunus Emre’nin dilinde belirginleşen Sünni çizgilerini takip etmek gerekir. İlkini Yedi Ulu Ozan, ikincisini ise Mehmet Akif, Sezai Karakoç, İsmet Özel üzerinden takibi yapılabilir. Nesir türünde ise bana göre bunun temsilcisi Nurettin Topçu’dur. Tevhid konulu nefeslerin teorik alt yapısını sunduktan sonra Alevi müzisyen arkadaşlarımız ve Müftü Yardımcımız da bunları icra edince görüldü ki aynı nefes ile Alevi “cem”, Sünni sufiler devran ve zikr yapıyor. 7
Yine Çorum Aydınlar Ocağında Hacı Bektaş Veli merkezli alevi öğretiye ciddi eleştirel yönelten Caferi Fıkhına göre ibadet edilen Ehl-i Beyt Vakfı temsilci olarak Teoman Şahin seminer verdi ve çok verimli müzakereler oldu. Demem o ki, biz Çorum’da 12 Eylül 1980 öncesinde ideolojik (sağ-sol) ayrım merkezli verilen mücadele birden bire nasıl mezhebi bir çatışmaya dönüştü sorusu üzerinde ayrıntılı çalışmalar yapmalıyız. Çorum’da milliyetçi-ülkücü yapının diğer illerden daha farklı olduğunu, 1980 öncesinde ülkücü hareket içinde etkinlik gösteren ve hala kardeşlik ilişkilerini sürdüren Alevi arkadaşlarımız olmasından hareketle diyoruz. Kurtuluş Savaşı sırasında da Çorum’un Alaca Alevilerinin İstanbul Hükümetini desteklediği söylentisinin yapıldığı, bunun üzerine Alevi Sünni çatışmasına ramak kaldığını unutmamak gerekir. Alacalı Alevi İbrahim Dede’nin yaklaşık 300 milis gücü toplayarak başlarına oğlunu verip Kurtuluş Şavaşına katkı sağladığını hatırlayarak o dönemde oyunu bozduğunu8 ama bunun hep denendiğini, en son 15 Temmuz 2016 öncesinde Cami-Cemevi birlikteliği adıyla yeni bir çatışmanın olası temellerinin atılmaya hazırlanıldığını unutmamak gerek. 9
Bu nedenle Türk Ocağı’nın ulaşamadığı kesimlere Çorum Aydınlar Ocağı ile ulaşmaya çalıştık. Uzun yıllar Ocak Başkanlığı yapan Mustafa Özcanbaz kardeşimizle HİTU SBE Felsefe ve Din Bilimleri Dalında “Çağdaş Türk düşünce tarihinin oluşumunda Aydınlar Ocağı’ nın yeri” (Ankara: Araştırma 2014) adlı tezini çalıştık. Bu çalışmalarımızı sadece teorik kalmadı, bir arada yaşama kültürünün zedelenmesinin giderilmesine yönelik Aydınlar Ocağındaki etkinliklere daha rahat katılabildikleri ve Sağ-Sol, Alevi-Sünni şeklindeki yaralanın bilinçlerin yarılmış bilinçe dönüşmesi kısmen engellendiğini düşünüyoruz. Oysa Türk Ocağı Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin üretildiği sivil toplum kuruluşu olması nedeniyle sol ve Alevi geleneği benimseyen arkadaşların Türk Ocağındaki etkinliğe daha rahat gelmeleri gerekirdi. Aydınlar Ocağının bir dönem “Türk İslam Sentezi” kavramıyla öne çıkan ve Türk siyasetinde etkili olması nedeniyle daha tedirgin olmaları gerekirdi. Çünkü hatırlanacağı üzere 14 Mayıs 1970 tarihinde kurulan Aydınlar Ocağı, Türk İslam Sentezi fikri çerçevesinde ürettiği proje ve fikirleri ile 12 Eylül darbesi ardından devletin birçok kurumunu etkilemiş ve milli kültürün değerler bütünü haline gelmesine çalışmıştır.
Türk Ocağının merkezi ve hiyerarşik yapısına karşı her Aydınlar Ocağın müstakil resmi birim olması, Türkiye Aydınlar Ocağı Birliği gibi üst ve etkinlikleri ve yönetimleri kontrol eden bir yapının olması, yapılan çalışmaların etkisini artırmış olabilir. Ama neticede sağ muhafazakar ve milliyetçi kesimin dışında olarak kendini CHP veya sol/sosyalist, Alevi diye nitelendiren kesimler Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini üreten birime uzak durduğu, etkinliklerine katılmadığı ortadadır.
Buna bir de sağ/muhafazakar olup çeşitli partilerin kıskacında kalan kardeşlerimizin de Türk Ocağı ve misyonuna mesafeli durduğunu ilave edersek Cezmi Bayram hocamın başlattığı öz eleştiri sürecimiz ve ne yapacaklarımız doğal olarak belirginleşmektedir.

Sonuç:
Türk Ocağı’nın Osmanlı’nın son dönemindeki birikimi yeni bir devlete dönüştürmesi gibi, Türk Ocağı Vakfının kurduğu Üniversite Ziya Gökalp’in “Oğuz İttifakı” fikrinin üç aşamasının gerçekleşmesine yönelik çalışmalar yapabilir. Üniversite, Türk dünyasının ürettiği bütün fikirleri yerel/bölgesel olmaktan çıkarıp tümel/evrensel hale getirmenin sivil merkezi olabilir. Bu nokta özellikle Türk Ocağı’nın belirli bir parti ve/ya halkın belirli bir kısmının toplandığı yer olarak algılanmasını engelleyebilir, günlük politikalar üstünde bir konumla Cemil Meriç’in ifadesiyle zihinlerimize deli gömleği giydirilmesine müsaade etmeden toplumun bütün kesimlerine hitap edecek gençler yetiştirilebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu rolü, Türkistan-Türkiye birikimini dil, fikir ve iş’teki birliğini sağlayarak bir “gelecek inşası”na dönüştürebilir.

• Bu yazı, “Türk Ocağı’na Her Zaman İhtiyaç Olacaktır!” ”, Türk Yurdu, yıl 109, 7.Devre, cilt 40 (72), sayı 395, (756) Temmuz 2020, ISSN:1300-2333 s. 118-21.”geliştirilmiş şeklidir.

1- Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri, çeviri Mehmet A. Kılıçbay, (Ankara: İmge Kitabevi 2014), 42’den alıntılayan Kadir Özsöz, “Medeniyet Süreci: Semantik Öykü” http://akademyadergisi.com/medeniyet-sureci-semantik-oyku/, (Erişim: 4 Mayıs 2018

2- Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç, Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni, çev., Haldun Bayrı, Metis Yayınevi, İstanbul 1991, 2017, S.30 Vd. Mevlüt Uyanık, “Yeni Bir Din Dili Kurmak Bağlamında Deizmi Tartışmak”, http://www.maturidiyeseviotagi.com/yeni-bir-din-dili-kurmak-baglaminda-deizmi-tartismak/ (Erişim 30.4.2020)

3-Ebu Nasr el-Farabi, İlimlerin Sayımı, (M. Uyanık, A. Akyol (Ankara: Elis yayınevi 2017) , s.13-73, Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol: “Farabi’nin Medeniyet Tasavvuru ve Kurucu Metni Olarak -İhsâu’l-Ulum- Adlı Eserinin Tahlili”, Marife Dergisi, Yaz 2015, 15/1, ss. 33-65. Mevlüt Uyanık, “Türkistan-Türkiye İrtibatının Kültürel Ürünü: Büyük Oğuz Bütünleşmesi”, Türk Yurdu, (108/380) Ağustos 2019, 30-34, “Doğu, Batı Ve Güney Türkistan -Türkistan-Türkiye İrtibatının Siyasi Ve Fikri Temelleri-“, Türk Yurdu, (109/389), Nisan 2019, 28-32, Türk Felsefesi: İmkanı ve Gerekçesi Üzerine Notlar”, İslami Araştırmalar Dergisi, 30 (1), 8-23, a.mlf, “Türk Felsefesinin Kurucu Metni Olarak Kutadgu Biliğ –Tanrı-Evren Merkezli Bir Okuma- Kutadgu Bilig Üzerine Felsefi Araştırmalar, edit.: Ayhan Bıçak, (İstanbul: Dergah Yayınevi 2019), 117-156, “Doğu, Batı Ve Güney Türkistan -Türkistan-Türkiye İrtibatının Siyasi Ve Fikri Temelleri-“, Türk Yurdu, (109/389), Nisan 2019, 28-32, “Farabi’yi Bir Medeniyet Düşünürü Olarak Yeniden Okumak: İlk Dönem İslam Siyaset Tasavvuru Açısından Bir İnceleme”, Milli Mecmua; Mart-Nisan 2019, (7), .65-70, a.mlf, “Erol Güngör/de Din-Devlet İlişkisi ve Hilafet Meselesi”, Türk Yurdu, (108/380), Nisan 2019, 27-38, “Gelenek(sel)ci Akım ve İlerleme Düşüncesi”, Modernizm ve Gelenekselcilik Arasında Din, edit: Şamil Öçal, Cevat Özyürt. Hece yay. Ankara 2013, ss.127-152.

4- Mevlüt Uyanık, “Türkiye’nin Son 15 Yılında Siyasal ve Sosyal Kimlik Teşekkülü Süreci Analizi: Muhafazakâr Demokrat; “Müslüman Demokrat” ve “Dindar Demokrat” Tasavvurları-Yeni Bir Din Oluşturmanın Gerekliliği- Hukuka Felsefi ve Sosyolojik Bakışlar Dergisi, İstanbul Barosu yayınları, 28. Kitap, İstanbul 2019, 379-403
5 Temellendirme ve kaynakça için bkz. Mevlüt Uyanık, “Türk Ocağı ve Türk Yurdu Dergisi Üzerinden
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesini Takip Etmek” Türk Yurdu, yıl 108, sayı 377, Ocak 2019, ss.19-25
6 İbrahim Maraş, “İsmail Gaspıralı’nın Ardından”, Türk Yurdu, 7 Devre, c 34 (66), sayı 327 (688), Kasım 2014, s.25-29.
7- Mevlüt Uyanık, “Türkistan-Türkiye Kültürel Sürekliliğinin Avaz/Üzerinden Takibi”, https://kafkassam.com/turkistan-turkiye-kulturel-surekliliginin-avaz-uzerinden-takibi.html, (Erişim:29 Kasım 2018)
8- Ayfer Ertan, “Milli Mücadele Döneminde Çorum ve Çevresi”, Marmara Üniv. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Basılmamış Master Tezi, İstanbul 2008, s.80-81, Cemal Şener, Atatürk ve Aleviler (Kurtuluş Savaşında Aleviler- Bektaşiler ), İstanbul, 2006, s. 66. (kaynakçalar için Mustafa Özcanbaz hocama teşekkür ederim)
9 Mevlüt Uyanık, “12 Eylül’ü Çorum’da Yaşamak”,http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/1506/12-eylulu-corumda-yasamak.html, 2017-09-11, http://www.kafkassam.com/12-eylulu-corumda-yasamak.html 11 Eylül 2017, Sevda Dursun, “Fetönün Alevilerini Kim Koruyor?”, Gerçek Hayat Dergisi, seyğ 1029, 13-19 Temmuz 2020, s.36-43

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir